–Kitabın ismini sormak
istiyorum, neden Uzak Şehir? Bana sanki “uzak” sözcüğünü Ankara’nın uzak
durulan insanlarını, mekânlarını anlattığınız için tercih etmişsiniz gibi
geldi.
Türkiye’de tek bir şehir var aslında. Meclis olmasa Ankara’nın haber değeri bile olmaz. İstanbul varken hem Ankara uzak bir şehir, hem de o kenar mahalleler Ankara imgesi için çok uzaklar. Mecazı olan farklı bir Ankara vurgusu yapabileceğim bir isim aradım ve ikinci kitap olan Emanet Şehir’i izleyerek onu seçtim.
Türkiye’de tek bir şehir var aslında. Meclis olmasa Ankara’nın haber değeri bile olmaz. İstanbul varken hem Ankara uzak bir şehir, hem de o kenar mahalleler Ankara imgesi için çok uzaklar. Mecazı olan farklı bir Ankara vurgusu yapabileceğim bir isim aradım ve ikinci kitap olan Emanet Şehir’i izleyerek onu seçtim.
–Kitabın sonsözünde
aklınızdaki hikâyenin “Beli kırık köpek gibi eğri eğri geziyordu mahallenin
bebeleri…” diye başladığını söylemişsiniz. Tek bir cümleyle yola çıkmışsınız…
Evet, bazen tek bir cümleyle başlarsınız, tuhaf bir karşılaşma, garip bir
konuşma, bir cümle, bir bağırtı ilham verici olabilir. Benim büyüdüğüm yerde
sokak köpekleri sürü halinde dolaşırlarsa çok korkutucu olurlardı, yoksa hepsi
tek tek, ürkek, kaçmaya hazır hayvanlardı. Bir arada olmak ya da tek kalmak
onların haleti ruhiyesini etkiliyordu. Bir kenar mahalle hikâyesi
anlatıyorsanız o ürkekliği, o birbirinden cesaret alma işini hesap etmek
zorundasınız. Mezun olduğum liseden beş kişi üniversiteyi kazanmıştı ilk
senesinde. Ne yapsanız yoksunuz bu hayatta anlamına geliyor, o eğitimle, o
çevreyle olmuyor demek. Yusuf’un Volkan’a söylediği bir şey var, sen bu çöpten
kurtulmaya çalışıyorsun, ben bu çöpten para kazanmaya bakıyorum” mealinde bir
şey. Kenar mahalleliyseniz, hiçbir özelliğiniz yok demektir. Elinizdeki tek şey
delikanlılığınız, kurnazlığınız, güzelliğiniz olabilir. Yok başka bir şey, eğri
eğri geziyorsunuz işte.
–Çizgi romanlarda çoğunlukla
-demek yanlış olmaz sanırım- erkek hikâyeleri anlatılır. Erkeklik halleri,
erkeklik krizleri ya da olağanüstü yeteneklere ve güçlere sahip kahraman
erkekler… Uzak Şehir’de hikâyenin anlatıcı-karakterlerinden birisi
bir kadın: Lili.
Selcan da var. Uzak Şehir, entrikanın işleyişi gereği bir erkek hikâyesi oldu.
Dünyayı erkekler ve erkeksileşen kadınlar yönetiyor. Anlatıcılardan biri olan
Lili, o entrikanın merkezinde olan, her kumpasta rol verilen biri. Aklediyor,
oyuna katılıyor, erkeklere karşı yenilmiş gibi davranıyor ama yetmiyor… Selcan
da o bakımdan farklı değil, o da kurtarmaya bakıyor. Mahallede kalmak isteyen
Yusuf ile oradan kaçmak isteyen Volkan arasında. Hikâyenin başında düğünle
ilgili bir yorumu var, ayrıcalıklı zamanın farkında olduğunun göstergesi. Başka
bir yer ve zaman aralığı istiyor. İkisi de güçlüler bence. Lili erkeklerle baş
etmesini biliyor, vesayet altında kalmayı istiyor gibi yaparak başka bir düzlem
kurmaya çalışıyor çünkü.
–Hem sizin hikâyenizde hem de
Berat Pekmezci’nin çizimlerinde sokağı çok iyi yansıttığınızı görüyoruz.
Sokakla ilişkiniz, temasınız nasıldır?
Olabildiğince konuşmaya, izlemeye çalışan biriyim ama sokağın içindeyim
diyemem. Bu tür hikâyelerin belgeselci bir yönü olmalı, gerçeklik vehmini
beslemek için arka plan iyi istiflenmek zorunda. Ben epey dolaştım, Berat da
ben de resimler çektik. Ödevinizi iyi yapmanız gerekiyor. Sonuçta insanlar sizin
bir yılda bitirdiğiniz bir işi birkaç saat içinde tüketiyorlar. İşinizi iyi
yapmalısınız ki okur, hızla okusun, hızı aksamasın, sonradan keşfetsin
ayrıntıları…
–Bize karanlık bir Ankara
sunuyorsunuz. Kirli bir hikâye anlatıyorsunuz. Steril hayatlardan, karakterlerden,
mekânlardan özellikle uzak duruyor gibisiniz. Bu doğru mu?
Ben galiba yoksulları daha iyi anlatabiliyorum veya onları anlatırken daha
rahat olabiliyorum.
–Ankara’yı çok iyi
biliyorsunuz; size özellikle ilham veren, sizin için özel bir yere sahip
mekânları var mıdır?
Elbette var, dedelerim Ankaralı, evde, çevremde hatıralarda hep Ankara var.
Ulus’a güzel olduğu için değil epeyce zaman oralarda çalıştığım için bir tür
sempati gösteriyorum. Fırsat buldukça dolaştığım yerlerdendir. İlham meselesi biraz
karışık, işim gereği çok okuyorum, her gün film izliyorum. Gazete okumuyor ve
tv seyretmiyorum, bu tempoyu da on yılı aşkın bir zamandır sürdürüyorum. Ne
yazık ki yeterince aylaklık edemiyorum.
–Tüyap’ta yayınevlerinin
standlarını gezerken bir lise öğretmeninin Uzak Şehir’le ilgili sorduğu bir soru dikkatimi çekmişti.
Hazır imkân bulmuşken öğretmen hanımın sorusuna aracılık edeyim: “Ben
öğrencilerimin çizgi roman okumasını istiyorum, Uzak Şehir’i de okutmak istiyorum onlara, ama emin
olamıyorum. İçinde siyasi şeyler de var onlara okutmak uygun olur mu ki?”
Hayır, çocuklara uygun değil. Bence grafik romanlar ve hatta çizgi romanların
önemlice bir kısmı artık çocuklara göre değiller. Çocuklar da çizgi romanlara
eskisi kadar ilgi göstermiyor. Ben çocukken çizgi film başlayınca sokaktan eve
koşardık. Şimdi gün boyu çizgi film yayınlayan kanallar var. Öte yandan bu
ayrımlar başkalarının işi, filmler için yapılan yaş ayrımlarının nasıl
yapıldığını merak ediyorum.
–Size yakın çevremden
gözlemlerimin özeti olarak şunu söyleyeyim, son zamanlarda çıkan en iyi grafik
romanlardan birisi. Özenle kurgulanmış özgün bir hikâye, Berat Pekmezci’nin
ustalıklı çizimleri… Fakat bizim göremediğimiz, kendinizi eleştirdiğiniz
noktalar var mı? Keşke şurada şunu yapsaydım dediğiniz kısımlar oldu mu?
Hayır, olmadı ama Uzak Şehir daha uzun, daha çok sayfalı olabilirdi, bir
pişmanlık değil ama yazarken bunu çok düşündüm. Biraz evirip çevirdim ama bu
türden eksiltmeler, eklemeler her yazım süreci için normaldir.
–Ankara Üçlemesi Uzak Şehir’le son buldu. Bundan sonra aklınızda ne gibi
projeler var, yeni bir üçleme düşünüyor musunuz?
Sefa Sofuoğlu ile 1951, Taner Duran
ile Bir Zamanlar Ankara –Fakir Şükrü isimli iki ayrı grafik
roman çalışması sürdürüyorum. İkisi de devam edebilecek çalışmalar. Bakalım,
kervan yolda düzülür, sabah ola hayrola diyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder