Pazartesi, Ocak 11, 2010

Televizyonda Olmayanı Resmetmek Ne Kadar Mümkün?

-->Çok değil, yirmi yıl kadar önce hayatımıza giren özel televizyonlar gündelik hayatımızda öylesine doğrudan ve dolaylı etkiler yarattılar ki. Alışkanlıklarımızı baştan ayağa dönüştürürken, bir iki yıl önce rağbet gören pek çok ayrıntı süratle unutularak sanki uzak bir geçmişte yaşanmış acı tatlı bir hatıra oluverdi. Örneğin mizah dergileri beklenmedik biçimde tiraj kaybettiler, televizyon kahkaha efektleriyle onların yerine ikame edilmişti. Dergiler birer ikişer kapandı, kadrolar ve önemli isimler medyaya ya da başka alanlara dağılmak zorunda kaldılar. Kalanlar, o nostalcik “Gırgır ne çok satılırdı” günlerinin küçük dergileriydi; Gırgır ekolünün aksine argo ve cinselliğe yoğun ilgi gösteriyor, alt kültürlere özgü biçim ve izlekleri kullanıyorlardı. Televizyonlar ise TRT sansüründen kurtulmanın iştahıyla Gırgır mizahını kendi mecralarına dâhil etmişlerdi. Dergilere kalan televizyonda anlatılamayacak -söylenemeyecek olanın mizahıydı, Gırgır’ın yanında marjinal kalan dergiler bu yeni tercihi kolaylıkla sahiplendiler. Bu süreçte Limon/Leman gibi aykırı bir derginin Türkiye’nin en çok satan haftalık dergisi olması, mizahi maharet kadar televizyonun belirlediği koşullarla doğrudan ilgiliydi. Mizah dergileri çok satan yayınlar olmakla birlikte şehirli orta sınıf gençliğine hitap ederler, anaakım değerlerle hemhal olsalar da kamusal alanda yaygın ve meşru mizahı temsil edemezler. Televizyonda anlatılamayacak olanın mizahını yaptıkları için böylesi bir iddia içinde bulunmaları zaten mantık dışıdır, kimi zaman halkı temsil ettiklerini söyleyen üreticileri çıkar ki aslına bakarsanız, bu da romanesk bir temaşadan fazlası değildir. Mizah dergilerinin kimi esprileri, tanımlama biçimleri, cinsiyetçi (hatta ayrımcı) tutumları toplumda bir karşılık bulabilir ve böylece günbegün başkalaşarak -uyarlanarak- yaygınlaşır. Bir başka ifadeyle bu espriler ve mizahi tutum, marjinal bir mecradan çıkmakla birlikte ehlileşerek anaakım bir ifade ya da deyişe dönüşebilir. Üstelik anaakım olduğunda mizah dergilerinde genellikle kullanılmaz olmuştur ya da kullanılıyorsa o dergi, yorgun ve tekrara düşmüş, kapanmanın arifesindeki bir yayındır. Gırgır, televizyonla ilgili espriler yapar; diziler, oyuncular, sunucular, şarkıcılar bir şekilde mizahileştirilirdi. Bu bakımdan Gırgır’ın sadece mizah değil bir televizyon magazini dergisi olarak anılması gerekir. Doksanlı yıllarda televizyon esprisi yapıl(a)maz olunca, üreticiler bu boşluğu geçmişin kültürel örüntüleriyle kapattılar. Eski bir çizgi romanı, geçmişte hatırlanan bir televizyon dizisi kahramanını ya da yine eski reklamlardan hatırlanan bir tiplemeyi argoya dayalı sarkastik ve yeni bir dille yorumladılar. Üstelik bunu, Oğuz Aral’ın milletin vakti yok diyerek -neredeyse televizyon formatı gibi- az sözcükle anlatılmasını istediği esprileri-balon yazılarını kıyasıya uzatarak yaptılar. Çizgi roman kahramanı Kızılmaske Orta Anadolulu esnaf ağzıyla konuşuyor, hayat gailesiyle vara yoğa söyleniyordu. Batman’in sadık yardımcısı Alfred, askıda taşıdığı çayları getirip “dünyada bırakmam, yeni demledim” diyebiliyordu. Mutlaka küfürlü ve şiveli konuşan, eğitimsiz, paragöz, cinsiyetçi, müteşebbis lümpen Türk ya da dönemin moda ifadesiyle “yurdum insanı” tiplemesi yıllarca kullanıldı. Bugün bu tür espriler çok tüketildiği –veya televizyon gibi daha güçlü mecralarda yinelenir olduğu- için mizah dergilerinde yer bulamıyor, en azından yakın dönemin çok satan dergileri Penguen ve Uykusuz, seleflerinden ayrı bir yerde durduklarını gösterir biçimde o esprilere başvurmuyorlar. Elbette bu tercih, esprilerin hepten unutulduğu anlamına gelmiyor.

Mizah dergilerinde arkaik ve tüketilmiş olanın televizyona taşınması vakıadır. Levent Kırca nasıl Gırgır esprilerini Olacak O Kadar ile daha geniş bir kitleye taşıdıysa Beyaz Show ve Dikkat Şahan Çıkabilir de Türk veya Yurdum İnsanı mizahını çeşitli biçimlerde beyazcama taşıdılar. Televizyonun etkile(n)diği mecralardan biri olan sinemada izlediğimiz Kutsal Damacana (2007), Destere (2008) , Kolpaçino (2009) ya da vizyondaki Cem Yılmaz’ın Yahşi Batı’sı (Yön.Ömer Faruk Sorak) gibi gişe filmleri bu mizahın iyi birer örneği. Tür filmlerinin parodisi olmamasına rağmen Recep İvedik’i de bu paydaya katabiliriz. Her ne kadar Cem Yılmaz, yaptığı filmlerin “Türkler Uzayda, Türkler Amerika’da” gibi algılanmasını istemese de son filmi yine bu mizah aurasına dayanıyor, esprilere aşina olan bir izleyiciye hitap ediyor. Yukarıda sayılan filmlere yönelik eleştirilerin “mizahı küfre dayandırmak” “seviyesizlik”, “belden aşağı espriler” veya “ucuz bir yol” biçiminde gelişmesi kuşkusuz tesadüf değil. Öte yandan, televizyonda sürekli “bip” sansürüyle seyretmek istemediği için bu filmlere gidenler de var. Doğrusu memleket seyircisi ilk kez bu filmlerde bu denli yoğun bir küfürle karşılaştı; Leman’ın argosunun da vakt-i zamanında bir ilk olduğunu, bu filmlerin üreticilerinin bir biçimde mizah dergilerine, özellikle Leman’a yakın olduklarını söylemeye gerek yok sanıyorum.


Dikkat edilirse, dönemler ve mecralar değişse de muhatap olarak hep televizyon alınıyor… İnsanların televizyonda bulamadığı bir şeyi okuması, izlemesi hesaplanıyor. Bunun ticari olduğu kadar siyasi bir tercih olduğu söylenebilir -kimi üreticileri bunu söylüyor en azından- ama siyaset vurgusuna da çekince koymalıyız. Küfür eleştirilerine karşı sarfedilen “biz halkı yansıtıyoruz”, “halk adamlarını anlatıyoruz”, “halk ne konuşuyorsa onu konuşuyoruz” türünden savunmaların üstün körü bir siyaset olduğu aşikâr çünkü. Biliyoruz ki “halktan çok halk gibi konuşan” bir medya profesyonelliği
“halk böyle konuşuyor’u” da üretiyor. Halk ne yaşıyorsa o anlatılıyor da değil ayrıca. Örneğin uzun yıllardır süren Kürt Sorunu ve yaşanan savaş, ne televizyon dizilerine ne de geniş anlamıyla popüler kültüre yansıtılabiliyor. Televizyon anlatıları toplumsal farklılaşmaları göstermezler, muhalif kesimlerin temsilini sınırlandırır, eleştirinin önünü keserler. Mevcut çatışmanın harareti nedeniyle yansıması da mümkün değildir. Siyaset derken bu eksikliğin-anlat(a)mamanın altı çizilmeli. Muhalif olduğunu iddia eden mizah dergileri de gişe filmleri de bu soruna teğet geçiyorlar, çünkü ne seyirci getiriyor ne de okur. Şöyle söylenmeli: televizyon dışında üretilen anlatılar, ikircikli meseleler söz konusu olduğunda televizyona “rağmen” değil aynen televizyon gibi “konuşuyorlar”… Televizyon ve popüler kültür gerçekten neyi anlat(mı)ıyor’u sorgulamalıyız. Mesele sadece biplenen küfürler değil çünkü…

[
Birgün Pazar, 10.1.2010]

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails