Poe çevirileri hakkındaki yazımın tamamını bloga yükledimlink
+ Kürt Açılımı vesilesiyle dikkat çeken bir şiddet yoğunlaşması ve endişesi oluştu. Oysa bırakın İnsan Hakları raporlarını gazetelerden rahatlıkla izlenebilecek bir şiddet birikimi, özellikle linç girişimleri zaten vardı. Taşrada ve küçük şehirlerde yaşananlar çok da göze batmıyordu sanki. Çatışma, İstanbul’a geldiğinde daha çok endişeleniyoruz. Çünkü hayat medya üzerinden medya da İstanbul üzerinden gelişiyor. Dikkat edin de bu da sembolik şiddet… Taşra ancak bu türden olaylarla haber olabiliyor. Sıradan insanlar çıldırdıklarında, intihar ettiklerinde, öldürdüklerinde haber olabilirler ya küçük şehirler de bu linç girişimleriyle görünebiliyorlar ancak. Başka türlü yoklar, bir isimden fazlası değiller. Televizyonlarda yumruklarını sallayarak konuşan, karşıtlarını yaftalayan, “hainleri”, “dönekleri” birer ikişer sıralayan adamların “rating oyunları” her yerde aynı biçimde alımlanmıyor. Öylesine bir noktadan konuşuyorlar ki sanki bir uçurumun kenarındalar. İç ve dış düşmanları açığa çıkartan tutanakların, raporların, yeminlerin, örgütlerin, erkeklerin, güçlülerin diliyle konuşuyorlar ama hep mağdur ve azınlık oldukları vehmi yaratıyorlar. Şiddet meselesine önce bu dile bakarak başlamak zorundayız. Çünkü “ne söylendiğine değil kim söylüyor” a bakan kapatıcı, iddiacı bir dil bu. Medyanın gösteri mantığına eklenmiş, kamusal bir meseleyi bütün iddiasına rağmen konuşmayan, sosyo-psikolojik garezlerle hatipliğe dayalı bir dil bu. Bu insanlarla konuşul(a)maz sadece seyredilir, çünkü hep “haklıdırlar”. Oysa müzakere konuşarak gelişir. Tek yol konuşmaktan, medyanın ve iç siyasetin rekabetçi diline eklenmeden karşılıklı konuşmaktan geçiyor.
Geçtiğimiz yaz kapanan Lombak dergisi (öncesi Lmanyak) komik çizgili çizgi roman geleneğimizi değiştiren bir kilometre taşıydı. Bu başarıyı, derginin editörü Bahadır Baruter’in estetik tercihleri kadar birbirini uzun süredir tanıyan genç bir kadronun uyumu sağlamıştı. Aynı kadronun günümüzün çok satan dergisi Uykusuz’da büyük çoğunlukla bir arada olması kuşkusuz tesadüf değil. Mizah dergileri birlikte düşünen “çetelerle” varolabilirler. Kolektif uyumları ister istemez üretimlerini belirleyen bir biçem yaratır. Lmanyak-Lombak biçemi, temelde underground eğilimli, ergen erkek dilini açığa çıkaran bir jargona sahipti. Punk tarzıyla şiddeti komikleştiren ve anaakım değerlerle kavgalı bir biçem olarak da tanımlanabilir. Ayrıntıcı işçilik ve maharet isteyen iddialı çizgilerin yanında samimi ve “herkes çizebilir” izlenimi veren naif üretimler de yer alıyordu bu biçemin içinde.
Çizgi romanlarda kahramanın tehlikeye karşı nasıl mücadele ettiği daha önemli olduğu için onun ne yediği ya da içtiğiyle çok ilgilenilmez. Farklılıklardan söz edilebilir, içkiyi seven ve sigara tiryakisi olan kahramanlar akla gelebilir veya onların mizaha kaynaklık eden yemeğe ve keyfe düşkün, iştahlı yandaşları hatırlanabilir. Ancak hepsi genellikle istisnadır, serüvenler, hızlı bir kurguya dayandığı için yemeye ya da içmeye harcanabilecek kareler sınırlıdır. Kahramanlar çizgi dünyasındaki hayatlarını oldukça hızlı yaşarlar. Yemekle içmekle ilgili bir ayrıntı ancak ve ancak serüven için önem taşıyorsa öne çıkabilir. Tekinsiz bir yiyecek-içecek vardır, bir içkiye zehir ya da uyku veren bir ilaç katılmıştır, büyük bir yemek ziyafetinde bir suikast olacaktır vs…İçkiye, yemeğe ya da yiyeceğe düşkünlük bir zafiyet olarak görülür. Yiyip içerken tuzağa düşürülerek öldürülmek sık anlatılan tuzak senaryolarındandır. Kahramanlar, olabildiğince az yemek yiyip içerek perhizi temsil ederken, kötüler sefahat içinde içkiyi ve eti delicesine bir hazla israf ederler. Bu karşıtlığın bir başka yüzü ciddiyet ve esrik kahkahalardır. Kötüler, yemeği ve içkiyi tüketirken nevrotik kahkahalar atarak saldırgan bir cinselliğe meylederler. Ağızda yarım yamalak çiğnenen et bir başkasını kadın etini çağrıştırır. Kötü adam temsillerinde yeme-içme iştahı mutlaka cinsellikle bir arada kullanılır.
Comics and comic strips have been published in
Bir toplum için yeni olan her olay, olgu, nesne kendisine dair bir görgü, kültür, yetenek ve adap geliştirilmesine ihtiyaç duyar/vesile olur. “Devrim niteliğindeki” gelişmeler, keşifler veya icatlar ise toplum düzenini derinden sarsar. Olumlu ya da olumsuz dönüşümlere yol açar. Barutun, penisilinin, tekerleğin, matbaanın, elektriğin icadı; ateşin, Amerika kıtasının ve kutupların keşfi; patlak veren bir savaş veya bir barış anlaşması, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağının habercisidir. Bunlardan bazıları tüm dünyayı, bazıları da dar bir coğrafyayı etkiler. Son birkaç yüzyılın en heyecan verici icatlarından biri olan telefon, dünya düzenini kökten değiştirmiş bir iletişim aracı olarak, insanlık tarihinde ayrıcalıklı bir yere yerleşmiştir. Bunun temel sebeplerinden biri, telefon aracılığıyla iletişim kurmanın mümkün hale gelmesinin, sadece ses dalgaları aracılığıyla haberleşmeyi sağlamaması, aynı zamanda, internet kullanımı gibi başka teknolojik yeniliklere giden yolu da açmasıdır. Telefon, yapısı itibarıyla, stratejik, kültürel, iletişimsel, siyasi ve ekonomik bakımlardan dönüşümler yaratmıştır. Zamanın ve mekanın sınırlarını aşan bir iletişim aracıdır öncelikle. Önceden mektupla, telgrafla, daha eski dönemlerde ulaklarla, posta güvercinleri ve ateşle gerçekleştirilmeye çalışılan haberleşmenin tüm zorlukları ve yetersizliklerini altederek vazgeçilmez hale gelmiştir. Yıllar içinde kendisi bir iletişim aracı olmakla kalmayıp, başka kitlesel iletişim araçlarının, örneğin radyonun, televizyonun, yazılı basının işlevlerini yerine getirebilmelerinde de hayati rol oynamıştır. “Telefonla haber geçmek” eylemi, iletişim olanaklarının çeşitlendiği ve hızlandığı günümüzde bile basın sektöründe “haber mutfakları”nın besin kaynağıdır. Basın sektörünün telefonla olan bağı, organik bir bağdır adeta. Yerli bir örnek verecek olursak, henüz dijital santrallere geçilmemişken, gazeteciler haber geçmek veya haber kaynağına ulaşmak için telefon santrallerinde görevli memurelerle o kadar sık teşrik-i mesaide bulunurlardı ki, aralarında bu hanımlarla flört edenlere, hatta evlenenlere rastlamak işten bile değildi. İletişim sürecini sadece sesin yönlendirdiği telefon görüşmeleri, ses tonu, vurgu ve diksiyon gibi unsurların önem kazanması ve avantaj addedilmesini beraberinde getiriyordu. İşitsel bir iletişim aracı olarak telefon, iletişim sürecinin sağlıklı olabilmesi için, sesin etkili kullanımını zorunlu kılıyordu. Halk arasında “telefon sesi” olarak adlandırılıp espri malzemesi yapılan çeşitli tonlama ve vurgular, kibarlık, buyurganlık, saygınlık, cazibe ihtiva eden unsurlardır. İlk kez muhatap olunacak bir kişiyle, yakın bir arkadaş veya akraba ile yapılan telefon konuşması arasında “telefon sesi” bakımından dikkate değer farklar vardır. Keza, çalan telefona cevap verirken kullanılan ses tonu ile telefonla aranılan birine hitap edilirken kullanılan ses tonu arasında da farklar olduğu söylenebilir (...) [2008 sonunda Telefonla ilgili bir kitap için yazılmış bir yazıdan bölüm]
• Levent Gönenç - Türk Karikatüründe 1950 Kuşağı ve “İthal” Simge ve Görsel Metaforlar