Salı, Mart 14, 2006

Medya Sarmalının Sar(ama)dıkları

İletişim alanındaki önemli kuramsal denemelerden biri olan Suskunluk Sarmalı oldukça özenli bir çeviri ve baskıyla Türkçe’de. Spekülatif özellikler taşıyan, her okunanı yaşanan zamanla birlikte okumaya zorlayan tartışmacı bir kitap Suskunluk Sarmalı. Bugün için iddiaları kaba ve “sert” gözükse de bir dönemin akademik yaklaşımlarını yansıtması açısından zengin bir içerik taşıyor. Noelle-Neumann, Almanya’da 1965 seçimlerinin yapıldığı akşam, ZDF televizyonunun düzenlediği organizasyonları anlatarak, bir günlük ya da deneme tadında başlıyor çalışmasına. Suskunluk sarmalı gibi ilginç bir metaforla anlattığı kuramını, oldukça sakin bir dille ve çoğunlukla akademik bir üsluptan kaçınarak aktarıyor. Oysa iddialarıyla medyanın kamuoyu üzerinde “sınırlı etkileri” olduğuna dair kitle iletişim alanındaki çalışmalara hakim olan motife ilginç ve provokatif bir biçimde meydan okuyor.

Suskunluk sarmalı, içeriği ve dayanakları açısından düşünüldüğünde yeni değildir aslında. Önemli kavramlarını Tocqueville, Locke ve Rousseau’dan, ampirik eğilimlerini ve bulgularını sosyal psikolojiden, Asch’ten almaktadır. Hatta, eleştirdiği kitle iletişim araştırmacılarından biri olan Lazarsfeld’den dahi faydalanacaktır. Noelle-Neumann, ampirik çalışmalarını sürdürürken sınamak istediği varsayımı şudur: Kamuoyunda fikirlerini açıkça ortaya koyan ve savunma eğiliminde olan taraf, daha güçlü izlenimi uyandırdığı gibi kararsızları katılım konusunda etkilemektedir (44). Lazarsfeld, buna benzer bir durumu 1940 Amerikan başkanlık seçimlerinde gözlemleyerek, bu etkiyi, alayın başındaki bando mızıkalı arabayı takip etmek anlamına gelen “bandwagon effect” (gözde taraf etkisi) olarak nitelendirmiştir. Bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Herkes kazanan taraf olmak ister!”. Noelle-Neumann, bu açıklamayı yeterli görmeyerek, çoğu insanın bu kadar iddialı olmadığını belirtir. Kavramsallaştırmalarında bu yaklaşımının belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Ona göre insanlar, daha mütevazı bir biçimde göze batmadan yaşamayı istemektedirler, onları harekete geçiren, hakim görüşlere katılmaya iten dışlanma korkusudur. Bu konuda Tocqueville’den bir alıntı yapar: 18. Yüzyılın ortalarında Fransız kilisesinin çöküşünden sonra dini küçümsemenin Fransızlar arasında nasıl yaygın bir tutku haline geldiğinden söz edilmektedir. Tocqueville, kilisenin suskunluğu/dilsizleşmesini bu tutkunun önemli nedeni olarak görmektedir: “Eski dini inançlara bağlı kalanlar, yalnızca kendilerinin böyle düşünmesinden ürktüler ve bir yanılgıya düşmekten çok toplum dışı kalmaktan korktukları için, durum hiç de öyle olmadığı halde, çoğunlukla aynı yönde düşünüyormuş gibi yapmaya başladılar. Böylece, toplumun yalnızca bir kısmının görüşü, herkesin görüşüymüş gibi algılandı ve bu aldatıcı görüntüyü verenler için bile karşı konulamaz hale geldi” (33).

Bu örnek, Noelle-Neumann’ın ampirik çalışmalarında sınadığı hipotezleri kadar, suskunluk sarmalı kuramının temeli hakkında bir ipucu vermektedir. Solomon Asch’ın dışlanma korkusundan kaynaklanan konformizmle ilgili deneyleri, Gabriel Tarde’ın bireyin kamu ile uyum içinde olma ihtiyacı sebebiyle taklit etmesine dair görüşleri bu kuramsal çerçeveyi desteklemektedir. Kontrol ile konformizm arasında bir anoloji yaparak, kamuoyu kavramsallaştırmasını “toplumsal bireylere” bağlamaktadır. Ona göre, kamuoyu, insanın – örneğin gelenek ve dogma gibi sabitleşmiş oydaşmalarda ya da değişim dönemlerinde –dışlanmadan açıklayabileceği, açıkça göstermek zorunda olduğu, özellikle ahlâk yüklü kanaat ve davranış biçimleridir (264-5)Bu tanımlamaya göre kamuoyu, bir toplumsal denetim aracıdır: kamuoyu aleyhlerine döndüğünde bireyler ünlerini yitirme ve dışlanma, hükümetler de iktidarlarını yitirme korkusu duyarlar. Suskunluk sarmalı toplumun oydaşmadan sapan bireyleri tehdit ettiği varsayımına dayanır. Toplum bunları dışlama ve ihraç ile tehdit eder; bireyler de – belki de genetik olarak belirlenen – bilinçaltı bir dışlanma korkusu taşırlar. Bu dışlanma korkusu, insanların çevrelerinde hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin taraftarlarının arttığını ya da azaldığını düzenli olarak kontrol etmelerine yol açar (227). Oydaşmadan yana olanlar, oydaşmadan yana olduklarını göstermek için kanaatlerini açıklamak zorundadırlar. Oydaşmadan yana olmayanlar ise, dışlanma korkusu duydukları için görüşlerini açıklamaktan kaçınmak zorundadırlar. Dolayısıyla açıklanmayan görüşler kamuoyunun bir parçası olamayacaktır. Toplum, kuralları ihlal eden bireye karşı dışlanma tehdidi etkisine sahip çeşitli sözel ya da sözel olmayan işaretler kullanır: Azarlamak, alay etmek, dalga geçmek, toplumsal temasın tamamen kesilmesi, kaşların çatılması, göz temasından kaçınılması v.b. Buna göre bir insan gülünç duruma düşmekten, rezil olmaktan korkuyorsa, dışlanmaktan korkuyor demektir. Bir insan, yazılı olmayan yasaları çiğnediğinde ya da ancak bir azınlık tarafından savunulan bir görüşü ifade ettiğinde, utanç duyar ve “diğerleri”nin kınamasına maruz kalır. Dışlanma korkusu demek, mahcup edici durumlardan, söylenti ve dedikodulardan korkmak, hatta toplumdan tamamen dışlanmaktan (toplumsal boykot) korkmak demektir (268). Bu sebeple Noelle-Neumann, seçim araştırmalarında son anda kazanacağı düşünülen partinin lehine karar verilmesinin, kazanan tarafta olma isteğiyle değil, genel eğilimin dışında kalma-dışlanma korkusundan kaynaklandığını iddia eder. Ona göre, kamuoyuyla ilgili ampirik ve kuramsal araştırmaların noksanlığı da bütünleşme sorununun ihmal edilmesinden çıkmaktadır (269). Ampirik çalışmalarında “Ne düşünüyorsunuz?” “Daha önceki seçimlerde kime oy verdiniz?” gibi sorular yerine, “Çoğu insan nasıl düşünüyor? Hangi görüş ağırlık kazanıyor?” türü, bireyin toplumsal algılamalarına odaklanan soruları tercih etmesi de bu bütünleşme düşüncesiyle ilgilidir (230).

Noelle-Neumann, toplumun birlikteliğinin ve devamının koşullarını oluşturan bütünleşmenin, bireylerin kamuoyuyla veya bir başka ifadeyle toplumdaki hakim görüşlerle uzlaşıldığında sağlanabileceğini iddia etmektedir. Bireyler, bu uzlaşmadan dolayı acı çekecek, rahatsız olacaklardır. Ama bunun başka bir yolu da yoktur. Bu uzlaşmaya direnmenin istisnai olduğunu iddia eder. Gerekçeleri suskunluk sarmalı kuramının temelini oluşturan varsayımlardadır. Dört ana varsayıma sahiptir ama kuramın kamuoyunun oluşumu, korunması ve değişimine dair başka çıkarımları da mevcuttur: (i) Toplum, genel uzlaşmanın dışına çıkan bireyleri dışlamakla tehdit eder, (ii) Bireyler sürekli dışlanma korkusu içindedirler, (iii) Bireyler dışlanma korkusundan ötürü sürekli kanaat ortamlarını gözlemleyip değerlendirmeye çalışırlar (iv) Bu sonuçlar, bireyin görüşlerini ifade etme ya da saklama (konuşma ya da susma) açısından kamu içindeki davranışlarını etkiler (v) Suskunluk sarmalları neredeyse hiçbir zaman kanaat üreticisi medyaya karşı gelişmezler. Medyanın görüşünü paylaşan küçük bir azınlık bile olsa, bu azınlık konuşmaya daha fazla eğilimli olmakta, diğerleri ise sessiz çoğunluğu oluşturmaktadır, (vi) İnsanlar, kanaat ortamını gözlemlerken iki kaynaktan yararlanırlar: Birincisi, doğrudan gözlemlediği çevre, ikincisi medya aracılığıyla dolaylı algılamadır, (vii) Meydanın söylemi dışlama tehdidi saçmaktadır. Birçok durumda bireyin medyanın sunduğu haberlerden başka bilgi kaynağı yoktur. Medyadaki tek seslilik ve tek boyutluluk, bireye, sunulan mesajlar arasından seçim yapma şansı tanımamaktadır (274-5).

Bu kısa çerçeve, temelde dışlanma tehdidi ve korkusu ile medya etkileri olmak üzere ikiye ayrılabilir. Medyanın dışlama tehdidi taşıması ve bireylerin mevcut fikir iklimine bağımlı oluşu tartışmayı ister istemez kitle iletişim araştırmalarının başlangıç dönemlerine çekmektedir. Noelle-Neumann’ın görüşlerine koşut olan kitle toplumu kuramına göre, bireyler, kitle iletişim araçlarının katkılarıyla oluşan bir toplumun parçasıdırlar. Kitle iletişim araçlarına bağımlıdırlar; tembel, edilgen izleyiciler olarak sözcük mermilerine (word bullets) maruz kalmaktadırlar. İletişim araçları tarafından gönderilen iletiler, kitle toplumu tarafından aşağı yukarı aynı şekilde algılanmaktadır. İletiler, uyarıcılardır ve bireylerin dünyalarını güçlü biçimde etkilemektedir. Daha da önemlisi iletilere benzer tepkiler veren bireylerin tutum ve davranışlarındaki olası değişmeler de benzerdir. Dönem, 1. Dünya Savaşı sonrasıdır, gazeteler propaganda aracı olarak kullanılmış, sonrasında Naziler bu araçları kullanarak yükselişe geçmiştir. Tüm uluslara yayılma tehdidi taşımaktadırlar. Sakin bir akademik açıklamayla modern toplumun getirileridir bunlar: geleneklerin yokolduğu, insanları birarada tutan dayanışmacı ilişkilerin ortadan kalktığı düşünülmekte ve çeşitli ölçülerde de yaşanmaktadır. Medyanın güçlü etkilerine yönelik bu anlayışların değişimi, Lazarsfeld ve arkadaşlarının çalışmalarıyla gerçekleşecektir. Onlara göre, kitle iletişim araçları sanıldığı kadar etkili değildir. Kullanım ve doyumlar çalışmalarının temelini oluşturan bu anlayışta, edilgin izleyiciden etkin izleyiciye geçiliyor, insanların aynı iletilere tabi olsalar da farklılıkları sebebiyle algılamalarının da farklı olabileceği görüşü yaygınlaşmaktadır. Noelle-Neumann’ın karşı çıktığı, iletişim çalışmalarında hakimiyet kazanan bu anlayıştır. Bir başka ifadeyle, yaptığı güçlü etkiler anlayışına geri dönmektir. O, hem toplumu homojen bir kitle olarak ele almakta hem de medyayı güçlü etkiler çerçevesinde tanımlamaktadır. Toplumda farklı gruplar, referans grupları, cemaatler, komiteler, çıkar grupları, özel birliktelikler, birlikler olabileceğine dair bir düşünceyi paylaşmamaktadır. Medyayı tanımlaması ise tam bir olumsuzlamadır.

Kendisine önemli eleştiriler getiren Elihu Katz’a göre, Neumann medyanın, sol görüşlü gazetelerin eğilimlerini taşıdığını düşünmektedir. Nazi olduğuna dair spekülasyonlarla birarada yürüyecek bir düşünce olacaktır bu. Neumann, Almanya’daki gazetecilerin büyük çoğunluğunun sosyal demokrat görüşlere sahip olduğunu, medyada kendi görüşleri doğrultusunda yanlı haber yaptıklarını ve sonuçta da seçmenlerin çoğunluğu gerçekte Hıristiyan Demokratları desteklemesine rağmen, medyada yaratılan bu fikir iklimi sonucunda Sosyal Demokratların seçimi kazandığını ileri sürmektedir. Bu iddia doğal olarak konjonktüreldir, sonraki seçimlerde bir süreklilik taşımamış, iktidar el değiştirmiştir. Neumann’ın tespitinin soğuk, sakin ya da eşit mesafeli olmadığını gösteren, en yumuşak ifadeyle magazinel bir sonuç daha vardır: Neumann, Alman Hiristiyan Demokratların seçim danışmanlığını yapacaktır, sonraları.

Medyanın sol bir ağırlık taşıdığına dair konjenktürel ve idiografik iddia, kuramın ampirik olarak ispatlanmasının, evrensel bir önerme olarak kullanılmasının zorluğunu da göstermektedir. Buna karşın, suskunluk sarmalı, özellikle Davranışçı Ekol içerisinde yenilikler de getirmiştir. Kitle iletişim araçlarının davranışları değiştirmediğine dair tartışmalara önemli eleştiriler getirerek katkılarda bulunmuş ve medyayı etkiler dizgesinde yeniden “merkeze” taşımıştır. Hernando Gonzalez’in Suskunluk Sarmalını incelediği bir çalışmasında işaret ettiği gibi, Noelle-Neumann, medyada çeşitli zamanlarda tekrarlanan mesajların birikimine dikkat ederek, pekiştirme üzerinde durmuştur. Pekiştirme de değiştirmenin bir biçimidir ve medya toplumsal yapının devamlılığı için istenilen rızanın kazanılmasında etkindir. Yalnızca davranış değişikliğine bakılması da yanlıştır. İnsanlar öncelikle medya aracılığıyla çevrelerinden haberdar olmakta (awareness), sonra bildikleri sorunlar hakkında bilgi edinmektedirler (cognition).

Neumann’ın fikirlerinde yine Davranışçı Ekol’den çıkan Gündem Belirleme (agenda setting) de olduğu gibi tutumların, medya tarafından belirlendiğine dair bir yaklaşım paylaşılmaktadır. Medya çoğunluğun görüşlerini taşırsa, çoğunluk konuşmaya isteklidir ve suskun bir azınlık ortaya çıkacaktır. Medya, azınlığın görüşlerini taşıyorsa, azınlık konuşmaya isteklidir ve suskun bir çoğunluk ortaya çıkacaktır. Ama her halükârda konuşma, medyanın argümanlarıyla gerçekleşmektedir. Noelle-Neumann, medyanın gündem belirleme işlevinden etkilenmeyen bir kamuoyunun varlığına inanmamaktadır (275). Bu doğru bir tespit sayılmakla birlikte, medyanın manipülatif gücünü abarttığı, anlamlandırma ve temsil etme boyutlarını kaba bir biçimde ele aldığı rahatlıkla söylenebilir. Kuramın sınanması oldukça güçtür; toplumsal yapıda medya kaynaklı bir değişimin uzun vadede gerçekleşeceğini söylemesi, bir başka deyişle zamana “havale etmesi” bu güçlükten kaynaklanmaktadır. Kuramın ampirik olarak sınanabilmesi için bazı şartlar öne sürmektedir. İlki, kamusallık ögesidir; suskunluk sarmalı kamu önündeki davranışlara, açıkça görülebilir - tutumlar, tanıklıklar, kamu önünde konuşmalara – gönderme yapar. İkincisi, suskunluk sarmalı, güçlü duygusal ögelere sahip değer yüklü konularla ilgilidir. Dışlanma tehdidi, yalnızca güçlü ahlâkî ögelere sahip tartışmalı konularda ortaya çıkar. Üçüncüsü, medya o kadar güçlü bir etkiye sahiptir ki, bu etmen her çözümlemeye mutlaka dahil edilmelidir (228).

Noelle-Neumann’ın kuramın gerçekleşebilirliği için öne sürdüğü koşullar, kuramın kimi zafiyetlerini yine de saklayamamaktadır. Kuramın sınanabilmesini uzun bir vadeye ve şartlara bağlamak, yaşanabilirliğini sağlamadığı gibi bir kehanete dönüşme tehlikesi de taşımaktadır. Kuramın öncelikle kitle toplumu kavramsallaştırmasından dolayı ahrazları vardır. İnsanlar birbirlerinden soyutlanmadıkları gibi mevcut fikir iklimi de aslında belirgin değildir. Farklı değerler, düşünce biçimleri ve yargıları medyada yer almaktadır. Benzeşme yönünde bariz bir baskı görülmemektedir. Sözünü ettiği dışlanmayı içerecek ahlâkî – değer yüklü konularla ilgili ampirik çalışmalar yapılması gerekmektedir. Buradan evrensel bir önerme çıkıp çıkmayacağı, “akademik bir ihtimal” olarak bu çalışmaların sonuçlarına bağlıdır. Bireysel tutumlar ile fikir iklimi arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Medyanın önemli bir rol oynadığını mimlemek oldukça kolaydır, ama iletilerin dağılması safhasındaki iletişim, tekrar söylersek karmaşıktır. Noelle-Neumann, kişilerarası iletişimi medya içeriğini yayan yardımcı bir iletişim kanalı olarak görmemektedir. Benzer biçimde bireylerin dahil olabileceği gruplar, örgütsel bağlar ve aidiyetler de değerlendirilmemektedir. Medya iletileri karşısında bireyler, çoğunlukla tek başlarına değil, farklı kimlik ve aidiyetlerle durmaktadırlar. Gündelik yaşamla ilgili sorunlarda medyanın insanlar üzerindeki etkisi sınırlıdır; daha genelleyici bir tutum belirlemekte maharetli olmakla birlikte, özel olaylar ve tekil tutumlarda yerel aidiyetler, toplumsal gruplar arası ilişkiler daha belirgin olarak öne çıkmaktadır. Kaldı ki, medya iletilerinin ve dolayımıyla oluşturulan fikir ikliminin herkes tarafından aynı biçimde – eşgüdümlü olarak algılandığını düşünmek yanlış olacaktır. İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu’nun ve alımlama çalışmalarının temel iddialarından biri olan “Her metnin farklı biçimlerde okunma” olasılığı bu önermeyle birlikte ele alınmalıdır. Fikir iklimini oluşturan tutumların belirgin olmayışı, insanların kendi tercihlerini kimi zaman oradan bağımsız olarak oluşturmalarına olanak sağlamaktadır. Noelle-Neumann, tüm bireyleri tek tipleştirerek tanımlamaktadır. Çeşitliliği, bilgiye ulaşma ve değerlendirme derecelerinin farklılığını yeterince dikkate almamaktadır.

Sonuç olarak, Noelle-Neumann, bugün için mevcut teknolojik yenilenmelerle farklılaşan bir iletişim ortamını, fragmante bir kamuoyunu ve medya anlayışlarını açıklamaya yetmemektedir. Bu, onu bütünüyle yok saymak demek de değildir; davranışçı ekol içerisinde, kitle iletişim çalışmalarında ve sosyal bilimlerde düşünceleriyle yenilikçi olmuş, tartışma yaratarak alana önemli katkılarda bulunmuş bir entelektüeldir. İddiaları bugüne taşınamaz değildir ama bu daha çok yeni bir zihinsel açılım için aracılıktan öteye gidemeyecektir.

Elisabeth Noellle-Neuman, Kamuoyu, Suskunluk Sarmalının Keşfi, çev. Murat Özkök, Dost Yayınları, 1998,331 s.

[Bu yazı daha önce Virgül Dergisi Haziran 2000 Sayısında yayımlanmıştır]

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails