Seksenli yılların ortasında, mizah dergileri kaynaklı bir kavram ortaya çıktı: Maganda! Sonradan anlatılanlara göre, çizerler kendi aralarında konuşurken uydurmuşlar bu kavramı. Hoş, ilk kez Ellili yıllarda yayımlanan, Mıstık’ın Taş Devri bant-karikatür serisinde yer alan, Kuganda ve Mukondo adlı tiplemelerin, çizerlerin çocuk hafızasında yer etmiş olduğu da düşünülebilir. Ancak kavramı, klişe bir tipleme olarak, görür görmez, anlaşılır biçimde görselleştiren, şüphesiz mizah dergileridir. Maganda tanımlaması, genellikle şehir hayatına uyum sağlayamamış, kendi kurallarını dayatan, meydan okuyan, görgüsüz göçmen erkekler için kullanılır. Bu çerçevede düşünüldüğünde, Magandalık, Özal döneminin ürettiği toplumsal tiplemelerinden sayılamaz. Öncesiz ve kendinden menkul değildir çünkü.Yakın zamanlarda Mehmet Çağçağ, farklı bir kavramdan yola çıkarak öyküler anlatmaya başladı. Kozalak adını verdiği yeni tiplemesi, haliyle Magandanın (Herif’in) bir çeşitlemesi oldu. Başlangıçta medyaya yansımış haberlerden yola çıkan, “Kozalak Haber Ajansının” (KOHA) sunduğu, her defasında değişen yer, mekan ve olaylarda görünen kolektif bir tipleme olarak kullanılan Kozalak, giderek yan tiplemeleri ve çevresi olan bir diziye dönüştü. Ameliyat olmaya çalışan eşcinsel sevgilisi Fethi ile imam nikahına dahi yanaşmadığı kız arkadaşı Şehriye başlıca yan tiplemeler. Çağçağ, çocuklukta yaşanan travmatik olaylara yaptığı göndermelerle, “bugünü” anlamayı deneyerek diziye rahatsız edici bir psikolojik derinlik de katıyor. Bir yanda kötülük ve acımasızlık, öldürmenin eşiğinde olmanın umarsızlığı, kaybedecek bir şeyi olmamanın getirdiği cesaret, cinsel doyumsuzluk, biseksüellik, parasızlık, çirkinlik, kaypaklık, insanlara karşı güvensizlik anlatılırken, diğer yanda erkeklik kriziyle “dökülen” Kozalak’ın insani tarafları birarada karikatürize ediliyor. Kozalak kavramının, Maganda kadar popülerleşmesi oldukça zor. Bunda dizinin komikleşmeye ket vuracak nitelikte rahatsız edici olması önemli rol oynuyor. Magandalar, Kozalak’taki karamsarlıkla çizilmemişti örneğin. Bu karamsarlığı, gerçeklik vehmini güçlendirme çabası kadar, Çağçağ’ın Kozalak’ın temsil ettiği tiplemelerden nefret etmesine bağlamak da mümkün. İlk dönemlere kıyasla, daha ılımlı yaklaştığı söylenebilirse de, her hafta onunla zihnen kavga ettiği görülüyor.
Kozalak’ın temsil ettiği, taşralı, gayrı medeni, arsız, haris “öteki”nin, yeniden, ama bu kez daha kıyıcı, daha pervasız ve dolayısıyla daha tehditkar bir tipleme olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Yoksul insanların, göçmenlerin “yırtma” arzusunun ete kemiğe bürünmüş hali o. Bir İstanbul yaratığı. Yeri geldiğinde “garibanı” oynayan, fırsatını bulduğunda karşısındakini ezen biri. Kozalak, okuruna, her gün geçtiği Beyoğlu’nda, barların, gece klüplerinin önlerinde, otoparkların girişlerinde, kuytuda, karanlıkta daha ihtiyatlı, şüpheci olmayı, kaybedecek şeyi olmayanlara karşı, sahip olduklarına daha sıkı sarılmayı öğretiyor. Bu nedenle geçmişte yaşanmış, “maganda dediğimiz insanlara haksızlık mı ediyoruz” tartışmasının çok da önemi kalmadığı anlaşılıyor.
[28 Şubat 2004, Milliyet Popüler Kültür]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder