![]() |
Biliyorsunuz, genellikle ölüm döşeğinde, ayrılık ya da
vedalaşma anlarında helallik istenir. “Hakkını helal et” diyen kişi, geçmişin
hesaplarını kapatmak ister. “Üç günlük dünya” deriz, “gelip geçiyoruz,
büyütmeyelim, uzatmadan kavilleşelim” denir. Özür ise daha farklıdır;
pişmanlıkla gelir, kabullenmeyle başlar, olmuş bitmiş bir hatanın itirafıdır.
Helalleşme, İslam ve Doğu toplumlarına özgü, özür
dilemekse evrensel bir anlam taşıyor gibi geliyor bana. Galiba bu yüzden içinde
yaşadığımız kültürel yarılmanın bir sonucu olarak, sağcılarımız pek özür
dilemiyor, her defasında helallik istiyor. Özür ve helallik aynı cümle içinde
pek yan yana gelmiyor. “Bir haksızlık yaptıysam özür dilerim, hakkını helal et”
dendiğini duymamışsınızdır. Sanki bunun yerine, “Kusura bakma…” ile başlayan
cümleler geliyor; “hakkın geçtiyse affet”, “bilmeden bir kusur ettiysem
bağışla”… Cevaplar da duruma özgüdür: “Helal olsun”, “lafı bile olmaz”, “başım
üstüne”… Sonunda tokalaşılır, sarılınır, erkeklerse omuzları mutlaka patpatlar.
Birine “hakkını helal et” dediğinde, insanların mırın
kırın ettiğini “etmiyorum” dediğini duymadım. Özellikle cenaze namazlarında…
İmamın “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sorduğu anlarda bu yaşıma kadar bir
aksini görmedim. Çocukken, merhum ya da merhumenin tabuttan mücella bir duman
gibi yükselip cemaate, muvahhiş bir edayla “Benden yana hakkınız varsa helal
edin” dediğini hayal ederdim. Haliyle korkardım o hayalimden. Sonra “Helal
olsun” diyenleri düşünüp kendi kendime gülerdim: İsterse demesinler…
Bu korku kadimdir ve hep vardır. Ölmeden, öbür dünyaya
geçmeden günahlardan arınmak istiyoruz. Kul hakkı yemek büyük günah çünkü;
helallik alınmadığı sürece Allah’ın da o hakkı affetmeyeceğine inanıyoruz.
İnsanlar bu yüzden helallik istiyor, titriyor-çırpınıyor.
Aslında bu korku sadece İslam’a özgü değil. Bütün
dinlerde, hatta yükselen yeni dinsel öğretilerde bile benzer bir endişe düzlemi
var. Bu dünyayı iyi yaşamayan, suçlu ya da borçlu olanlar, bir sonraki hayatta
cezalandırılırlar. İyi ve kötü eylemlerimizin bizi aşan bir hesabı olduğuna
inanıyoruz, ya da bunun bir versiyonuna inanıyoruz.
Hazreti Adem, cennetten kovulduğunda kabahatliydi. O da af dilemek, özür dilemek istiyordu. "Vicdan, dinden önce vardı" derler ya… İşte o hikâye de ta buralarda başlıyor.
1 yorum:
Merhabalar.
Yazınızı okudum. Özür dileme ayrı, hakkı helal etme apayrı şeyler. Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi, ne kadar zor geliyorsa, bir türlü doğrudan "özür dilerim" diyemiyorlar. "Kusuruma bakma, affola, bağışla," vs. gibi kavramlarla geçiştiriyorlar. Oysa, özür dilemek bir erdemliktir. Özür dileyen küçülmez, büyür.
Ben bir cenaze namazında bu helallik işinde değişik bir durumla karşılaştım. Memleketimdeydim. Ağabeyi ölen küçük kardeş, ağabeyinin cenaze namazını kılmak üzere saftaki yerini almış, cemaatle birlikte imamın camiden çıkıp namazı kıldırmasını bekliyor. İmam yerini aldıktan sonra, cenaze namazı kılınıyor. Arkasından imam cemaate yüzünü dönerek "Ahirete intikal etmiş bulunan bu kardeşinize dünyalık ve ahiretlik haklarınızı helal eder misiniz?" diye soruyor ve hemen saftaki küçük kardeş yüksek bir sesle "ben hakkımı helal etmiyorum" diyor. Cemaat ve imam bu duruma şaşırıyor ve kimse bir şey diyemiyor. İmam konuyu burada cenaze önünde uzatmamak için kısa bir duadan sonra mevtaya fatiha okunmak üzere "el-fatiha" diyor ve cenaze sırtlanıp, ahiret yolculuğuna çıkarılıyor.
Küçük kardeş burada hakkını helal etmediğini söyleyerek, orada hazır bulunan cemaate ve diğer akrabalarına ağabeyinin kul hakkıyla gittiğini ilan ediyor. Bir diğer konu ise, küçük kardeş ağabeyinin kendisine kul hakkı ile borçlu olduğunu ve hakkını helal etmediğini, orada bulunan cemaatin şahitliğinde tescillemiş oluyor.
Bizim memleketimizde cenaze namazlarında bu helallik konusunda böyle durumlar birkaç kez yaşanmış. Ama ben birine şahit olmuştum.
Selam ve saygılarımla.
Yorum Gönder