Pazartesi, Ekim 17, 2022

Sylvia Kristel

















Sylvia Kristel ölmüş, aralıklarla duyuyorduk, kanserdi. Bildiğiniz gibi yetmişli yıllarda oynadığı Emmanuelle serisiyle ünlenmişti. Çok konuşulan ve global ölçekli olan bir erotik simgeydi. Bu biçimde ünlenen pek çok kadın oyuncunun sonraki hayatı her nedense kötü geçiyor, sayısız tatsızlık yaşıyor. Pişman olanlar, uyuşturucuya bulaşanlar, başarısız evlilikler yapanlar, çeşitli skandallara karışanlar, dindar olanlar, intihar edenler-intihara kalkışanlar gırladır. Kristel bunların hemen hepsini kısmen yaşadı, iyi oyuncu sayılmadı, başka türlü bir kariyer yapamadı, isminden yararlanmak isteyen yapımcılar oldu, bir kısmı o ismin filme zarar verdiğini söyledi. Olmadı. Kültürlü bir kadındı, aklı başında laflar ediyordu oysa, illa güzel görünmek zorunda değilim diyordu. Sağlığını bozacak ölçüde (çok ama çok) sigara içiyordu. Uyuşturucu tedavisi gördü. Hayal kırıklıklarıyla başa çıkmak için resme başladı gibi sanki...En azından ben öyle düşünüyorum. Anılarını yazdı, pek parlak olmadığı söyleniyor, okumadım. Hakkında hiç de fena olmayan bir belgesel hazırlandı yakınlarda meraklısı bulup seyredebilir. 

Yukarıdaki görsellerin Kristel'le doğrudan ilgisi yok ama hep söylerim, hayatı arzunun yönettiğine inanıyorum. Trash kültüründe, Kristel'in oynadığı filmlerde sıkça konu edilir arzu ve ihtiras. Kendisi uzun yıllar ihtirasın kraliçesiydi. Adı geçtiği her ortamda erkekler ve kadınlar muzipçe tebessüm ediyorlardı, galiba hatırası yaşayacak. O muzipçe gülen (ve artık yaşlanan) ergenler uzun yıllar ona bir selam gönderecekler .

[Ölümünde, on yıl önce yazmışım, 17 Ekim 2012]

Pazartesi, Ekim 10, 2022

5.5 dolar

Bozkır için mekan gezerken güzel bir "salaş" otel bulmuş arkadaşlar... Odaların içinden bir fotoğraf... Gecesi, 100 ile 120 lira arasında değişiyor anladığım kadarıyla... Enflasyon nedeniyle ileride anlaşılsın diye dolara çevireyim, 5.5 ile 6 dolar arasında yani... Odaya bakıyor ve adam başı 50 liraya tutunmaya çalışan insanları düşünüyorsunuz.

Mekan gezmenin tuhaf bir tarafı var, çok yoksul ve çok zengin yerleri ardısıra görebiliyorsunuz. İnsanın bir yanda içi acıyor, diğer yanda huylanarak ve şaşırarak bu kadar parayı nasıl kazanmış diye merak  ediyorsunuz... 

Cumartesi, Ekim 08, 2022

Rahatlık

Dün İstanbul'dan dönerken uçak boştu ve yolculardan biri, hemmen popoyu devirerek fosur fosur uyumaya başladı. Dehşetli bir yorgunluk içindeydim ve gözümden uyku akıyordu, içimden "yuh, yok artık" filan desem de adama sahiden imrendim. "Koltuğunuzu dik, masanızı kapalı tutun" diye bıtbıt eden hostesler, kemerini bağlamayan vatandaşımızı illa ki uyarırlar diye bekledim, o rahatlığı kıskandım çünkü... uzun müddet tek bir şey demediler, öyle ki koridordan geçerken ayakkabısına çarptıkları için özürler bile dilediler.  

Yanımda oğlum vardı, adamın fotoğrafını çekmemi doğru bulmadı, biz kıkırdayarak münakaşa ederken, hiç abartmıyorum, beyfendi bize cevap verircesine kokulu sesler çıkarttı. Nihayet inişe beş dakika kala uyandı ve telefondan bir dizi seyretmeye başladı, hangi diziydi göremedim, merak ettim, inişteyse herkesten önce ayağa fırladı ve öne doğru seyirtirken  telefonu çaldı, melodisini anlayamadım ve bir kere daha merak ettim falan filan... 

Cuma, Ekim 07, 2022

Fark


1984 yılında Feyzi Tuna'yla bir söyleşi yapılmış, yukarıdaki görsel o konuşmadan çıkartılmış bir spot... Sansür nedeniyle evli kadının cinsel ilişkiye girememesine, bunun hikaye olarak anlatılamamasına vurgu yapılmış. Hemen dikkat çektiği, peşisıra müdahale edildiği veya "hiiç" akla getirilmediği anlatılmak istenmiş...

Niye (bu kadar az) diye sormanın bir manası yok elbette. Vakt-i zamanında Elveda Rumeli diye bir dizi yayımlanmıştı, seyircilerden birinin yazdığı yorumu hiç unutmuyorum, "tarihte Balkanları kaybetmiş olabiliriz ama bu dizide kaybetmesek ne olur sanki" gibi bir şey söylüyordu. Aynı hamaset, aynı körlük, aynı akılsızlık. Hayata, sanata, cinselliğe "kadın bedeni" üzerinden bakıldığı için "evli kadın" yapmaz-yapamaz veya yapmasın, yapsa bile göstermeyelim diye evirip çeviriyoruz.

Biri dizi, diğer ikisi film olan üç istisnanın edebiyattan uyarlanmış olması ise tesadüf filan değil, üstelik iki ayrı hikaye mecrasının ayrı gezegenlerde yaşadığını gösteriyor... Sinema, gerçek(çi) olabilmek ve eleştirebilmek için edebiyata ihtiyaç duyuyor. İnsan malzemesi, entelektüel donanım ve algı olarak çok ama çok farklılar...

Durum bugün de çok farklı değil.

Çarşamba, Ekim 05, 2022

İntikam

Ekrem Koçu'nun hikayesi, Orhon Tolon'un çizgileriyle yayımlanan Deniz Kurtları çizgi romanından bir kare... Alt yazı ile resimdeki el yazısı farklı, o yılların (1940'lar) dil kullanımında "bulamıyacaksın-bulamıcaksın" deniyor, biz bugün bulamayacaksın diye yazıyor ve söylüyoruz. Benim ilgimi çeken tehdit mektubunun sonuna atılmış "İntikam" imzası. Koçu'nun coşkulu ruh halini yansıtan bir seçim gibi duruyor. 

Çocukken "intikam" benim için heyecanlı bir macera, kötülerin cezalandırılması demekti... İlk gençliğimde intikam'ın Allah'ın isimlerinden biri olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Dünyayı anlamaya çalıştığım entelektüel bir ilgiyle yalpaladığım yıllarda ise intikam benim felsefi bir tartışmanın parçasıydı, çünkü intikamı hukuk karşıtlığıyla (kanun koyuculukla) özdeşleştirmiştim. Hukuk okusaydım, en azından yüksek lisans tezim intikam hakkında olurdu. 

Salı, Ekim 04, 2022

Seyrüsefer Defteri 144

++ Bullet Train (2022) güzel ve janjanlı aksiyon (30 Eylül).++ Eskişehir yolculuğu (29 Eylül). ++ Bozkır kampı (27-28 Eylül).++ Only Murders in the Building Sea1 Ep.7, 8 ve 9'u seyrettim (26 Eylül).++ Kaguya-hime no Monogatari (2013) güzel anime, tatlı masal ve Takahata'nın ruhani arayışları (25 Eylül). ++ Lou (2022) düşük maliyetli Netflix gerilimlerinden, iyi başlıyor ve sonra bittiğinde unutuluyor (24 Eylül).++ The Phantom of the Open (2021) güzel hikaye, salaklık, masumiyet, sabır ve hayatla başetme pratiği bakımından amatör golf (23 Eylül).++ İstanbul yolculuğu (20-22 Eylül).++ No Way Out (2022) bu ayın kafası karışık filmi, vasat altı (19 Eylül).++ Top Gun Maverick (2022) gişe epeyce nostaljiye dayandırılmış, yine de it dalaşı seyretmek filan (18 Eylül).++ Fandom Sea1 Ep.10, 11, 12 ve 13'ü seyrettim (17 Eylül).++ Eskişehir Yolculuğu (15-16 Eylül).++ Elvis (2022) holivut böyle bir şeydi hatırlatması, iyi film (14 Eylül).++ Kærlighed for voksne (2022) Nordic ve uyarlama, iyi karışım (13 Eylül).++ Thor Love and Thunder (2022) artık Marvel filmlerini nasıl çoçuksulaştırılıyor diye izliyorum, Disney animasyonları daha "adult" olurken... (12 Eylül).++ Pinocchio (2022) yeni bir yorum olmuş, siyahi bir çenebazlık katılmış, diğer yandan "vicdan" iddiası ölçüsünde zorlamamış o işe yaramaz tahta parçasını (11 Eylül).++ Fandom Sea1 Ep.7, 8 ve 9'ı seyrettim (10 Eylül).++ The Education of Fredrick Fitzell (2020) iddialı senaryosu var, risk alınmış veya kumar oynanmış (9 Eylül).++ Together (2021) Pandemi dönemi filmlerinden, evde tiyatro olmuş (8 Eylül).++ İstanbul yolculuğu (7 Eylül).++ Father Stu (2022) iddialı filmmiş, ama mesaj kaygısı, toparlama arzusu filmi hidayete erme hikayesi olmaktan pek kurtaramamış (6 Eylül) ++. Fandom Sea1 Ep.4, 5 ve 6'yı seyrettim (5 Eylül).++ High Plains Drifter (1973) Eastwood'un ilk yönetmenliklerinden, epeyce acemi, spagetti western taklidi falan filan... (4 Eylül).++ Najmro: Kocha, kradnie, szanuje (2021) Polish Sinan Çetin filmlerinden biri, haliyle rengi, neşesi ve temposu var (3 Eylül).++ Fandom Sea1 Ep.1, 2 ve 3'ü seyrettim (2 Eylül).++ Cut Throat City (2020) çok şey söylemek istiyor, kenar mahalle hikayesi diye baktım ama dağılmış gitmiş bir şey seyrettim (1 Eylül).++


Pazartesi, Ekim 03, 2022

Nerdesin Allah?

Sosyal medyada gördüm, paylaşımlar yüzünden işin ucu kaçıyor, kim bulmuş-kim "aktarmış" yanlış yazabiliyoruz, bir hatam varsa affola diyeyim önce... Levent Gündüz, Necip Fazıl'ın şiir kitaplarına almadığı bir şiirini paylaşmış... 1923 yılında Yeni Mecmua'da yayımlanmış... Üniversitede çalıştığım yıllarda bu şiirle ilgili bir tartışmaya şahit olmuştum, önce şiirden bir alıntı yapayım, sonra o tartışmayı hatırladığım kadarıyla aktarayım.

(…) Sorsalar varlığın bir sır mı olur? / Kul yükü bu kadar ağır mı olur? / Yükseğe çıkınca öksüzün ahı / Şu derin göklerin sağır mı olur?/ Allah’ım derdime dert katan sensin! / Gizlenip kendini aratan sensin! / İsyanım o kadar büyükse eğer / Onu da, beni de yaratan sensin! / Nazarlar önünde perdesin Allah! / Neden bir görünmez yerdesin Allah / Bu dem ta gönülden gelirken sesi / Söylesen nerdesin, nerdesin Allah?

Şahit olduğum tartışmada Necip Fazıl'ın Allaha olan inancı konuşulmuş, dizelerindeki uhrevi ve derin sevgi ispatlanmaya çalışılmıştı. Dinleyici olarak tek kelime etmeden dinlemiş ve "seyretmiştim." Siyaseten romantikler karakter olarak oldum olası ilgimi çeker, abartıları, itirazları, bağırışları, kestirimleri, "gözyaşları" ve "kahkahaları" bana baş döndürücü gelir. Bir yıldızı kutsamak üzere toplaşmış herkes ister istemez ilginçtir. Düşünün, insan türü, hele ki okur yazarlar, kendileri dışında herkesi "eksik" bulurlar. Yani o toplantıdaki herkes birbirine Necip Fazıl'ı anlamamış-anlayamaz edası ve suçlamasıyla bakıyordu.

Dizeleri okur okumaz hatırladım, çünkü Sabahattin Ali'nin de benzer tonda şiirleri vardır. O gün konuşulmamıştı ya da ben kaçırmışım-duymamışım... Meğer, 1928 sonrasında kitaplarına almamış bu şiirini, vardığı yere-ulaştığı makama halel getirmesinden mi çekinmiş acaba... Genel ortalamasının çok altında değil çünkü  yazdıkları. Edebiyat magazini yaptığımın farkındayım. Almamış, alsaydı ne olurdu, aynı dizeler, o günkü tartışmada olduğu gibi yine Allah sevgisi ve inancıyla açıklanabilirdi, hakkında uzun uzun konuşanlar yine olurdu. Bir itibarsızlaşma yaşamazdı. 

Almadığına göre, galiba diyorum, Necip Fazıl, o şiiri yazan Necip Fazıl'ı artık sevmiyordu. Kendisini romanının kahramanı gibi kuran birinden söz ediyoruz.  

Cumartesi, Ekim 01, 2022

Yeni bir rutinin eşiğinde


Bozkır2 için çalışmaya başladım, bir ay olacak, Eskişehir ve İstanbul'a gidip geliyorum. Ekim ayının ikinci haftasından başlayarak iki ay boyunca çekimde, Ankara dışında, bir tür gurbette olacağım. 

Şimdiden çok yoğun geçiyor, görünen o ki çekimler başladığında aşağı yukarı on dört saat sürecek günlük bir mesaim olacak.... Ona göre yeni bir tempo ve rutin ayarlamam gerekiyor... Henüz nasıl gelişeceğini bilmiyorum. Umarım sağlıkla afiyetle, neşemi koruyarak, kimseleri üzmeden ve mahcup etmeden bu süreci tamamlarım. 

 Okumak ve seyretmekle ilgili, belli alışkanlıklarım var, blog yazmak da buna dahil.. Galiba hepsini belli ölçülerde aksatacağım. Otel hayatını pek sevemediğim için  Eskişehir'de geçici de olsa bir ev düzeni kuracağım... Olağanüstülüğü normalleştirmek, tek odaklı olmaktan kaçınmak gibi bir niyetle en azından okumayı ve yazmayı sürdürmek gibi bir niyetim var. Bakalım göreceğiz. 

Olup bitenleri aralıklarla yazacağım... 

Related Posts with Thumbnails