Perşembe, Eylül 29, 2022
Son okuduklarım 62
Salı, Eylül 27, 2022
Eve sığamıyorum
Okurken içim burkuldu, eğer iddialı bir kütüphaneniz varsa, yaşınız da ilerliyorsa, ölümlü dünya, kaçınılmaz olarak arşiv ve kitapların akıbetini düşünüyorsunuz...
Pazartesi, Eylül 26, 2022
Pulp ve Erotik Savrulmalar
Pazar, Eylül 25, 2022
Bir hayalet yazarın kıyamet senaryosu
Birincisi, popüler kültür hikayeleriyle reel hayat çok içiçe geçiyor ve haber, bilimsel veri ve yaşanan her şey bir film, bir bilgisayar oyunu ya da popüler bir anlatıyla benzeşiyor.
İkincisi, kapitalizm hepimiz üzerinde bir güvensizlik yarattığı için olup bitenlere "inanmıyoruz", yetkililere "güvenmiyoruz". Buna rağmen o kadar çok duyuyor ve o kadar maruz kalıyoruz ki, endişeleniyoruz. Her endişe de yeni bir hikaye üretimine sebep oluyor, hikayeler daha büyük (interaktif) bir korku senaryosuna hizmet ediyor.
Malumunuz, insanlar kıyamet hikayesi anlatıp kendi anlattıklarından korkarlar. Kıyamet hikayeleri, uygarlık tarihiyle yaşıttır, anlamlandıramadığımız şeylere karşı basiretimiz bağlanmıştır hep... Doğal felaketlerle, yeni hastalıklarla karşılaştığında insanlar "ölmeye yatarlar"
Yine ve yeni bir kıyamet hikayesinin içindeyiz... Hayalet yazarımızın bizi dehşete düşürdüğü, kendimiz ve yakınlarımız için korktuğumuz, ne yapacağımızı öğrenmeye çalıştığımız yeni bir sürecin faili ve mağduruyuz...
Anlatılan hikayeden korkuyoruz ama bu hikayenin bizim birbirimize anlata anlata büyüttüğümüz bir kıyamet senaryosu olduğunu çoktan unutmuş durumdayız. Tevatür, abartı, hakikat, manipülasyon, panik... hepsi var içinde...
Kimse sorsanız bunun kapitalizmin krizi, savaşı veya gürültüsü olduğunu söylüyor. Kimle konuşsanız herhangi bir gripten farkı olmadığını anlatabiliyor...Ama... aması...kimse sakinleşmiyor... Sakin kalmamızı isteyenler bile içten içe panikliyor çünkü...
Hepimiz bu kıyamet senaryosunun üreticileriyiz...Değil miyiz?
Bu hastalığı yeneceğiz ama senaryolarımız bitmeyecek...
Cuma, Eylül 23, 2022
Üçürdüm
Perşembe, Eylül 22, 2022
Temizlik
Kaç zamandır, aklıma takıldı, herkese o lokantayı anlatıyorum. Lokanta, 1970'lerden kalma gibiydi, yerlere talaş dökülmüş, ıslatılmış, hemen her yerinde kir ve eprimişlik görebileceğiniz salaş bir mekandı. Böcekler, sinekler, lekeler...
Bana ders olduğu için başka türlü bir dikkat kesildim. Ahali benimle aynı fikirde değildi ki turiste, iyi bir yer sorana o lokantayı tavsiye ediyordu. Kimsenin o ortalamadan şikayeti yoktu. Benim sorun olarak gördüğüm şeyi orada yaşayanlar görmüyordu.
Bazen bir meseleye dışarıdan bakıyor ve eksiği, fazlayı hemmen görüyorsunuz. Ama size sorun olarak gelen şeyin sorun olarak anlaşılmadığını, aksine baştan ayağa normal sayıldığını anlıyorsunuz. Lokanta metaforunu kullanarak anlatayım. Lokanta sahipleri ve müşteriler, o lokanta konforunu yetersiz bulmuyorlar. Oradaki bir başka lokantayla kıyaslıyorlar ve ancak onlar arasında bir kıyasla, bir tanesini en iyisi sayıyorlar. "Misafirin gelse nereye götürürsün?". "İşte şuraya!".
O seyahat sırasında gayet güzel bir lokanta daha buldum ve böyle zamanlarda muhabbetçi olurum. Hemen gidip esnafla konuştum. Meğer oralı değilmiş sahipleri, biri Hataylı diğeri Ankaralı iki ortak açmış o temiz ve lezzetli işletmeyi...
İnandığım ve kendimce sınadığım bir şey bu... Yerliler değil ekseriyetle "yabancılar" kaliteyi yükseltiyorlar. Yabancılar derken yine bir mecaz kullandığımı belirteyim. O yerde, o işi yapan, onu tüketen birilerinin dışında birilerini kastediyorum... Yoksa kimseye o lokanta, o film, o roman, o oyunculuk, o müzik kötü gelmiyor. Böyle bir sorunları olmuyor... Aynı yere bakıyorsunuz ama onlara kirli ya da yetersiz gibi gelmiyor...Ancak yabancılar geliyor ve değiştiriyorlar.
Her işte dışarıdan gelenlere-bakanlara, arada kalanlara, yenilere, o alışkanlıkları bilmeyenlere ihtiyaç var. Ezber bozmak gerekiyor. Kulağa klişe geliyor biliyorum ama o lokantanın kirliliği başka türlü de fark edilmiyor.
Çarşamba, Eylül 21, 2022
Sahil Boyu
O tarihlerde bu türden yerlere plaj değil, banyo deniyor. Banyoya kimler gidiyor? Niye bilmiyorum, genellikle yerel-yerli halk değil, dışardan gelenler teşrif ediyor banyoya. Deyim yanlış kaçmasın, sonradan İstanbullu olanlar mesela. Ya da eğitimli insanlar, mayo hem her yerde satılmıyor hem de lüks harcamaya giriyor. Paraya kıyabilmek gerekiyor, ne bileyim belki kendini çıplak hissetmemek de var.
Bu türden tarihi plaj resimlerine bakarken mayoluları ararım, hatırlarsanız, denize donla uu gecelikle giriyorlardı diye şikayetler olur hep...Hani geçmiş hep nezahet, zerafet ve kibarlık doludur ya, öyle anlatılır ya... Öyle midir diye bakınırım, öyle olmadığını bilirim de yine de bakınıyorum işte.
İlgimi çeken şey şu, hepi topu otuz kişi filan var resimde, kalabalığın en yoğun olduğu yerde bir polis de yer alıyor. Fotoğrafçıdan bile işkillenmiş olabilir, neyi çekiyor bu beyfendi diye buluttan nem kapıp kıyıya kadar inmiş, voltaya başlamış olabilir. Mayolu kadın benim gördüğüm iki tane, gerisi elbiseli, kalabalık da mayoluların etrafına toplaşmış. Polis, asayiş berkemal mi diye, erkekler de kadınlar nerde-neresinde ne var diye bakıyorlar sanki.
Oysa dün öyle miydi? Gel de içlenme!
Bu nostalji öyle kaypak bir şey ki... Ele avuca sığmıyor.
Salı, Eylül 20, 2022
Hayat, hikayeler olmasa...
Pazartesi, Eylül 19, 2022
Ya Sabır
Mekanı gündüz saatinde, yani kapalıyken gördüm, üç beş erkek ve kadın çalışan vardı, salıncakta sallanan yorgun bir konsomatris, karpuz kesen ve "Gio benim arkadaşım" diyen bir bıçkın bir delikanlı, falan filan... Engels güzel güzel anlatırdı "serserileri", onlar işte...Küstah, yaralı, öfkeli, kendini üstün göstermeye çalışan vasıfsızlar... Ne kadar çok bağırırsa o kadar önemli olacak "istenmeyen" bir ses...Hem toplumdan korkan hem onu alaşağı etmek isteyen "ayak takımı"
Duvar yazıları nedense gençliğin dili olarak okunuyor, lümpenimizi de anlatıyor oysa.
Pazar, Eylül 18, 2022
Başıboş ve avare dolaşırken
[2014]
Cumartesi, Eylül 17, 2022
Barbarella ve Safiye Sultan
Cuma, Eylül 16, 2022
Modern ve Amerikalı
İlk çizgi roman okurları kimlerdi? Otuzlu yıllarda çocuk dergilerinde yoğunlaşıyorlar ama ebeveynler de okudular mı bilmiyoruz, ancak tahmin edebiliriz. Hep yazarım, bizim çizgi roman üreticilerimiz çocukları düşünerek iş üretmemişlerdir, ilk okurlar oldukları için bu önemli bir ayrım... Yani, Baytekin'i okuyanlardan bir kısmı ilk çizgi romancılarımız oldu. Turhan Selçuk, Şahap Ayhan, Suat Yalaz, Faruk Geç...liste çok uzun...Hepsiyle otuz yıl önce konuştuğumda ilk etkilendikleri çizgi roman olarak Baytekin ve Alex Raymond'tan hayranlıkla bahsetmişlerdi.
Fotoğraftaki gençlerin yaşları 16-18 arası gözüküyor, yukarısı olabilir ama aşağısı kesin değil...Üç dört yıl önce yayıma başlayan, filmleri seyredilen Baytekin'i okurken poz vermişler. Demek ki sadece çocuklar değil, ergenler de ilk çizgi romanların okurları olmuş. Ben büyürken, lisedeyken örneğin, çizgi roman da revaçta olmakla birlikte sınıfımda pek okuyan yoktu, "çocuk musun derlerdi"...
Belki diyorum, bu fotoğrafın çekildiği yıllarda Baytekin çocuksu görülmüyordu, anlatı olarak modern ve Amerikalıydı, yeni (yeni olmasıyla itibarlı) geliyordu okurlarına.
Perşembe, Eylül 15, 2022
Milli Resimli Romanlar
Salı, Eylül 13, 2022
Son okuduklarım 61
Pazartesi, Eylül 12, 2022
Çünkü biz
Cumartesi, Eylül 10, 2022
Bozkır Kırıkhayıtlar
Cuma, Eylül 09, 2022
Medyanın Palavra Cümleleri Bunlar...
Radikal Kitap, 19.10.2012
Perşembe, Eylül 08, 2022
Muhalif Karay
O sürgündeyken bile seveni-sevmeyeni var, hain diyeni,
edebiyatını ayrı tutarak ihtimam göstereni var. Otuzlu yılların başında
edebiyatımızı etkileyen yazarları soruşturan bir anketi hatırlıyorum, Aka
Gündüz, Refik Halid'in ismini kendi listesine katınca kıyamet kopuyor örneğin.
Nası cevval nası öfkeyle konuşuyor gazeteciler bir görseniz. Affedilip
Türkiye'ye döndüğünde bile ilenenler, kabullenemeyenler var. Dönem değişmiş, af
çıkmış, köprünün altında sular akmış... Nafile... Söylenen, aklında tutan,
hoşnutsuzluk gösterenler gırla. Kimin ne dediği yazar Refik Halid'in niteliğini
mutlaka değiştirmez elbette ama insan Refik Halid'i üzmüş, yaşlandırmış olmalı.
Üniversitede çalıştığım yıllarda keşfettim Refik Halid'in
gazete yazılarını. Güzel anlatılmış, güzel yazılmış, zihin açıcı küçük
makaleler, hafta sonlarına ayrılan daha uzun denemeler... Meyveler, sebzeler,
komikler, eski adamlar, hatıralar, yolculuklar, kadınlar, kayıklar, pilakiler,
şarkılar ve daha neler neler... Refik Halid iştahla, neşeyle derin ve ehlivukuf
yazılar okutuyordu bana. Giderek şunu fark ettim: aklımda muhalif bir Refik
Halid vardı; okuduğum yazılarda o Refik Halid'i bulamıyordum. Manşete bakıyor,
aktüel tartışmaları okuyor sonra Refik Halid'e dönüyordum, izi yoktu, o
gürültünün esamisiyle ilgilenmiyordu. Önce anlayamadığımı düşündüm, eski
gazeteleri okuyorsanız, okuduğunuz haberle, makaleyle yetinemezsiniz. Dönem iklimine
nüfuz etmeniz gerekir. Göndermeleri fark etmez, kimin kim olduğunu, neyin ne
olmadığını anlamazsınız sadece bir haber ya da makale okumuş olursunuz. Yaptığı
işi abartan biri gibi görünmek istemem. Gazetecilik bağlamı ile gündelik hayat
birbirinden farklıdır. Hayat gazeteye gazete de hayata yansır. Ama söz uçar
yazı kalır misali gün geçer gazete kalır. Geçmişi anlayabilmek için ister
istemez kaydedilmiş verilere bakarız. Bağlamı anlamak için daha yavaş daha
kapsamlı okumak gerekiyor. Refik Halid'in siyasi deveranlar koparken mutedil
kalıp kendi havasında meseleleri diline dolaması tek kelimeyle ilginçti.
Bilerek yaptığını, sakındığını düşündüm önce. Sakınmadı demiyorum ama lafı dolandırdığını,
başka türlü yorumladığını, canı isterse demek istediğini illa ki dediğini daha
sonra daha iyi anladım.