Cuma, Eylül 11, 2020

Affetmeyenler


Görsel, Ant dergisinin 1967 yılındaki Çetin Altan kapağı...Hikayesini kısaca özetleyeyim: Bornova Savcısı, o tarihte İşçi Partisi milletvekili olan gazeteci Çetin Altan'ın bir yazısında Komünizm propagandası yaptığını iddia ederek dava açar. Adalet Partisi, bunu fırsat bilerek, meclisteki sayısal üstünlüğünü kullanır ve Altan'ın milletvekili dokunulmazlığını kaldırır, böylece mahkum edilmesinin yolunu açar.

Bu kapak, tam o günlerden... Kararın yanlış ve anti demokratik olduğunu, gelecekte bu yaptırımdan dolayı sağcıların utanacaklarını vurgulayan romantik bir slogan atılmış: Tarih affetmez! Çetin Altan da yazılarında epeyce kullanır bu deyişi... Ona da gönderme olabilir. 

Merak edenler için yazayım, Anayasa Mahkemesi kararı esastan iptal eder... Çetin Altan, Ben Milletvekili İken isimli kitabında bu günleri hoş bir dille anlatır, demokrasi tarihimiz açısından önemli bir gerilimdir. 

Ben "affetmez" sloganı nedeniyle yazıyorum bu yazıyı... Dikkat çekmek istenmiş, manşet mantığına başvurulmuş. Tarih, mazi, gelenek, yarın gibi kavramsallaştırmalar siyasi romantizmin çok sevdiği nitelemelerdir. 

Şunu sorabiliriz: elli üç yıllık bir olay, meraklısı dışında hatırlayanı var mı? Bence yok. İnsanlar, tarihten ders alınmasını isterler, böyle de bir gereklilik yoktur ama isterler işte... Ders alındı mı? Bence hayır. Ha şu olabilir, 1961 Anayasası iptal edildi, dokunulmazlığı berhava etmek üzere başka başka yollar bulundu, o bakımdan hakim sınıflar kendilerine ders çıkarmış olabilirler...Bugün, ortada suç ya da dava olmadan kimler, kimler hapiste, hepimiz biliyoruz.

Konu dağılmasın, aktüel bir tartışma yapmak gibi bir niyetim yok, ısrarla "tarih affetmez" vurgusundayım. Çetin Altan o günlerde bir gençlik kahramanıydı, bugün oğullarıyla birlikte (bir ara mevcut iktidara yakın duran) liberterliğiyle hatırlanıyor, hayırla anılmıyor. Kimseler, o günlerin mücadelesine bir sempati, bir hatır koyarak bakmıyor, Çetin Altan'ı muhalif cephenin parçası olarak göstermek istemiyor. Garip bir ironi ama, affetmiyorlar onu! 

Ben insanların "cezalandırıcı" (bir tür Punisher) gibi yaşamak istediklerine inanırım. Herkes affetmeyen olmak ve affedilmeyenin "ölümünü" görmek istiyor. Tarih affetmez derken aslında "ben affetmeyeceğim" demek istiyor. Tarih önünde yargılanmak derken benimle aynı fikirde olanlar sana bunun hesabını soracaklar imasında bulunuluyor. Gerisi klişeler ve kanırtmalar...

3 yorum:

Ahmet Haşim dedi ki...

Tarih her şeyi kaydediyor.. okuyan ve düşünenler yerine ve durumuna göre affediyor veya hesap soruyor.. bugün affeden tarafta olanlar başka zaman hesap sorulan tarafta olabiliyor.. ama tarih onları da kaydediyor.. her şeyi olduğu gibi...

International Libraries Association dedi ki...

Sevgili Levent,

Çetin Altan yetmişli yılların ortalarına doğru benim çevremde biraz çekinilerek bakılan bir isimdi. Şüphesiz bunda İşçi Partisi milletvekilliği yapmış olmasının büyük rolü vardı. Onun yazılarını günlük gazetede takip etmeye başladığım dönem, 70'lerin ortalarına denk gelir. Sanırım Milliyet'teki köşesinin adı "Şeytan'ın Gör Dediği" idi. Okurken şaşırırdım, bu adamı neden hapse atmışlar diye. Devir hızlı solculuk devri, yazdıklarından bişi anlamazdım. Sabahleyin selama karşılık vermeyen bakkal, sokakta omuz atan hırbo, İstanbul'a göç etmiş Anadolu'nun hoyrat tipleri, bozulan ve eski şaaşası kalmamış Beyoğlu'nun proleteryanın haklı mücadelesiyle ne ilgisi var diye kafa yorardım.

Sonra 12 Eylül oldu. Yoğun bir okuma kürüne geçtim. Altan'ın 1971 öncesinde yazmış olduğu eski makalelerin toplandığı Bilgi Yayınevi'nden çıkmış kitaplarını hatim ettim. Onlar Uyanırken, Kahrolsun Komünizm Diye Diye, Ben Milletvekiliyken vesaire vesaire. Lakin ben sana 60'lı yıllardaki köşe yazılarının toplandığı pek bilinmeyen Kopuk Kopuk adlı derlemeyi tavsiye ederim. Sosyalist mücadele ve siyaset dışı yazıları var orada. Keza hapishanede yazdığı söylenen Nar Çekirdekleri.

Sonra ve sonra yazmış olduğu 4 romanı severek ve keyifle okudum. Viski, Büyük Gözaltı, Küçük Bahçe, Bir Avuç Gökyüzü. En çok Küçük Bahçe'yi sevdim bu arada. Yirmi beş yaşına doğru ise şöyle bir aydınlanma yaşadım o romanlar sayesinde: Bu adam sadece insanı anlatmaya çalışıyordu ve bir dönem savrulduğu sosyalist mücadele, insan soyunun yozlaşmasına karşı verdiği tepkilerden sadece birinin yansımasıydı.

1971'de yattığı hapis ve orada karşılaştığı işkencelerden sonra sosyalist mücadeleden uzaklaşması ve 1983'ten sonra liberal bir kimliğe bürünmesi elbette jakobenler tarafından affedilmeyecekti. Sen de bilirsin Uğur Mumcu isim vermeden onu hedef tahtasına koyar bir süre sonra da adını zikrederek "Marksist dönek" derdi.

Altan 60'lı yıllarda İlhan Selçuk'la birlikte en çok okunan yazarlardan biriydi. Ama Selçuk'ta, Altan'daki edebi derinlik ve yazma becerisi maalesef mevcut değildi. Yani Selçuk Ömer Seyfettin ise Altan, Refik Halit Karay'dı. Bu vulgar benzetme için özür dilerim ama benim fikrim böyle.

Bana göre Altan, tıpkı vaktinde kendisinin eleştirdiği Mehmet Ali Aybar gibi batı ülkelerinde yürütülen tam ve kapsamlı bir burjuva demokrasisinin Türkiye'de de uygulanmasını isteyen bir aydındı. Aybar'ın Behic Boran'ın tersine Leninizm'e her zaman şüpheyle yaklaşması ve..... Aman neyse, sonuçta blog yorumu yapıyoruz, senden benden gayrı kim okuyacak ki bunları ben de anlatıyorum uzun uzun. Vazgeçtim. Hah hahah haha...

Hülasa sevgili dostum, Çetin Altan benim için Türkiye'deki gelmiş geçmiş en büyük köşe yazarlarından biridir. Adam birgün sokaklara hakim olan magandalardan şikayet ederken ertesi gün Osmanlı hanedanından bir hanımla yediği akşam yemeğinden söz eder, daha sonraki gün Galata Köprüsünün 40'larda ve 50'lerde hangi renge boyanmış olduğu konusunda bilgi verir, başka bir gün Ara Güler'le turladığı Balatın tarihçesini anlatır, gelecek hafta Anadolu köylerindeki tenis kortlarının fazlalaştırılması konusunda fikirler ileri sürerdi.

Diyeceğim o ki, tepeden tırnağa şehirliydi bu adam.

Tüm bunları hatırlattığın için teşekkürler. (Daha yazacaktım ama olay hem kişisel tarihimi anlatmaya dönecek, hem de yukarıda söylediğim gibi kim okuyacak ki bunları.)

Levent Cantek dedi ki...

Katkı için teşekkürler... araya kaynamasın, 1950 sonrasından söz edeceksek, gazeteci olarak yetenekli iki yazardan söz etmek gerekiyor, siyaseten ayrı gözükseler de biri Çetin Altan diğeri Bedii Faik'tir... Üretken, yeniliğe açık, pragmatizmi bilen, aktüeli gören iki isim... En yüksek telif ve maaşları bu yüzden alırlar

Related Posts with Thumbnails