Cuma, Haziran 24, 2016

Edirne Kavala

Gümilcine'den bir sokak süslemesi.
Trakya'ya hiç gitmemiştim. İstanbul'dan Ankara'ya giderken bir Sakarya düzlüğü vardır, yeşil, sulak, göz alıcı, tenha... Her yer oralara benziyor.

Öyle oldu ki, Edirne'ye Metro Turizm ile gitmek zorunda kaldık, geçmiş deneyimlerim nedeniyle tedirgin ve hoşnutsuzdum. Korktuğum gibi olmadı. Sürücü ve muavin öyle tatlı ve neşeli Trakyalılardı ki... Mesele, işletme değilmiş, personelmiş dedim.

Edirne, küçük bir şehir, sakin, etraf kalabalık değil.

Benim, medeniyetle ilgili iki ölçüm vardır. Birincisi, bisiklet kullanımı; ikincisi, kadınların, gündelik hayattaki etkinliği. Kadınların rahat yaşadığı, rahat davrandığı, rahat bırakıldığı bir şehir Edirne. Konuşkanlar, güleçler, her yerdeler. Epey bisikletli görüyorsunuz, kadın erkek...

Camiiler muazzam. Asırlar önce yapılmış camiilerin estetik olarak gerisinde kalmak dayanılır gibi değil. Nasıl bu kadar zevksizleştik bilmiyorum.Romantize etmiyorum, o kadar zevksizce yapılıyor ki yeni camiiler, her yerden gözüksün yeter.

Edirne'de büyük camiilerin olduğu meydanda ilginç bir şey oldu. Üstü açık kamyonetlere doluşmuş altı yedi araba insan, şarkılı çalgılı, göbek atarak meydana geldiler. Önce anlamadım, Ramazan'da düğün olmaz gibi geldi, alışmışım Orta Anadolu aklına fikrine... Meğer, iftara geliyorlarmış. İnsan, iftara dans ederek, oynayarak gelemez mi? Gelir... Niye kimse gelmiyor. İşte dedim geliyor, Trakya'dayım. Güzel.

Şehir, tam bir sivrisinek cenneti. Felaket.

Karaağaç, enteresan bir yer. Orada bir süre yaşayabilirim gibi geldi. Bu söylediğime eşim dostum inanmayacak ama öyle hissettim.

Restore edilen Karaağaç Tren İstasyonu
Bulamamış olabilirim, zeytinyağlı yemekler yapan bir yer göremedim. Dağ taş ciğerci ve köfteci. Ciğer sevmem, yemedim. Köfteler, küçük porsiyonlu, ortalamanın üzerinde, yiyeni mutsuz etmez. Yine her yerde badem ezmesi ve kurabiye var, hediyelik sınıfından.

Bir günlüğüne Yunanistan'a geçtik. Önce Kavala'ya gittik, sonra İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç'a uğradık. Kavala hariç diğerlerinin Yunanca isimleri farklı.

Kavala güzel ve ilginç, İskeçe hakeza öyle. Gümülcine'de sokakta yürürken bir Türk sizi çevirip konuşmaya başlıyor. 80 yaşında bir amca kolumdan tutup "sana anlatacaklarım var" dedi mesela. Bi dolaşıp geleyim dedim, sonra da bulamadım o amcayı. Dedeağaç, hiç ilgimi çekmedi. Havaalanı, üniversitesi, kumarhanesi filan var ama bana tarihsel bir dokusu yok gibi geldi.

Yol boyu kafeler, barlar görüyorsunuz. Yine çok kadın var hayatın içinde. Barmaidlik, rağbet gören bir meslek anlaşılan.

Kahvelerde kağıt oynayan birileri yoktu. Frappe içiyor, konuşuyorlar, yayılmışlar, uzun süredir oturduklarını hissediyorsunuz. Sürekli bir sahil havası var. Tiril tiril, mışıl mışıl, klimalı ve yavaş. Lokantalarda da benzer bir atmosfer, sanıyorum en çok bir şey yerken ya da içerken konuşuyorlar.

Yemekler, kesin olarak bizden ucuz ve çeşitli. İçki fiyatları bizimkilerden bazen iki bazen üç misli daha ucuz. Gümrük'te bizim polislerin ilk sorusu, alkol aldınız mı oldu? Hoşgeldiniz bile demeden sordular hatta. Alkolün ucuzu olduğunun herkes farkında.  Yeni Rakı'nın oradaki ucuzluğu akıllara ziyandı.

Kitapçı görmedim, gazete bayiileri bizimkileri andırıyor, kitap ve çizgi romanı promosyon olarak veren üç dört dergi ve gazete vardı.

Esnaf, bana kriz havasında çalışıyor gibi gelmedi, bir iki yer hariç neşe ve iştahlı birilerini görmedim. Bıkkın duruyorlardı. Sokaklar öyle değil, gelip geçerken karşılaşılan insanlar güleryüzlüler, mutlaka selamlaşıyorlar.

Çay içme kültürleri yok, sıfır.

Garip bir şey. Bizde benzinlikler, yerleşim yerlerinin hafif uzağında, geniş bir alana kurulur ya... Burada binaların altındalar, apartman önünde iki pompa. Şaşırıyorsunuz. Üst kattaki komşu, genzini yakan bir benzin kokusuyla balkonda oturuyor. Tuhaf.

Her yerde Türk ya da buralardan göç etmiş Rum Ortodoksla karşılaşıyorsunuz. Üç kuşaktır Türkçe konuşan birileri sizinle konuşmaya başlıyor. Bafralı Teyze, Kütahyalı Amca sizi hüzünlendiriyor. Zalim dünya!

Pahalı ve büyük arabalar görmüyorsunuz yollarda.

Buraya TOKİ ile Ağaoğlu lazım diyebiliyorsunuz, uzun düzlükler, gökdelensizlik...Baktıkça gülüyor, Ortadoğu ve Balkanların en büyük binaları, kuleleri, bayrak direkleri bizde olacak ey Yunanistan diyerek kıkırdıyorsunuz.

Bayrak direği demişken, etrafta en çok çiftbaşlı Ortodoks bayrakları var. Yüksek tepelere, her yerden görülebilecek büyük haçlar diktiklerini de gördüm. Bizim bayraklar kadar değiller ama varlar.

Yol kenarlarında ve evlerin bahçelerine, ölenler için küçük ev ikonaları yerleştirilmiş, bir sektör olarak rağbette. Bizde yolkenarlarında heykeller filan satanlar olur ya, onları andırıyorlar.

Denizi severseniz, şöyle söyleyeyim, sahiller hep kayalık. Şehir içlerinde doldurulmuş plajlar var, küçükler...

Böyleyken böyle.

Edirne'den bir duvar yazısı

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails