Frank Miller’in Sin City dizisi Hollywood ilgisi sayesinde Türkçede yayınlandı. Yakın dönem Amerikan çizgi romanı mainstream örneklerle hatırlanıyor ve satılıyor. Hollywood’un Amerikan pazarının talepleriyle farklı çizgi roman uyarlamaları yapması ise Sin City gibi görece marjinal işlerinin farklı ülkelerde yayınlanmasını kolaylaştırıyor. Görünen o ki farklı çizgi roman örneklerini görebilmek için Hollywood desteğine ihtiyacımız olacak. Sin City, anlatıdan önce ismini sattıran-kendini ortaya koyan çizgi roman sanatçılarından biri olan Frank Miller’in elinden çıkma. Bütünüyle bir üslup çalışması. “Hard boiled detective fiction” denilen geçen yüzyılın daha çok ilk yarısında yayınlanan suç ve polisiye anlatılarını hatırlatan, bu hatırlatmayı estetik bir uğraş olarak metnin bütününe nüfuz ettiren bir çizgi roman. Siyah-beyaz tercihi, sürekli karanlıkta geçen atmosferi, fırça ve ışık-gölge kullanımı klasik Hollywood polisiyelerinin estetize edilmiş bir yorumu. Erkek kahramanların iç konuşmaları filmlerin ve dedektif edebiyatının anlatım diline uygun olarak birinci tekil şahıs ağzından aktarılıyor. Türün klişelerine uygun olarak meşum kadınlar, sadakat dolu sevgililer, melodramatik kırık aşk hikâyeleri, para hırsının kurbanı olanlar, kokuşmuş bürokratlar veya rüşvet alan polislerle sıkça karşılaşılıyor. Frank Miller’in o kadar güzel çizdiği kareler var ki ders olacak nitelikte bir estetik taşıyor; çok çalışıldığı, çok düşünüldüğünü hissettiriyor ve bunu öyle kolaymışçasına yapıyor ki sanki mürekkep bir cıva gibi bir kareden diğerine akıyor. Öte yandan çizgi romanı bitirdiğinizde bütün o estetik çabanın kendini tüketen bir narsizme dönüşme potansiyelini de hissediyorsunuz.
Frank Miller, Sin City adını verdiği bir dünya yaratımına niyetlenmiş, belli bir kaygıyla hareket etmiş ve “içerik biçimi belirler” gibi bir estetik tercihte bulunmuş... Bu tür bir tercihin sonuçları ise bana göre belli ölçülerde sıkıcı... Her şeyden önce dedektif hikâyelerini anımsatan edebi dil şairanelik iddiası taşıyor. Pulp metinlerin sarkastik ve edebiyatla (hatta edeple) mesafeli olan dilini başkalaştırıyor, onların üzerinde kendisini konumlandıran, daha da önemlisi kendine hayran olan bir anlatıma dönüşüyor. Bu tür bir şairaneliğin çevirisi de külfetlidir, ne yaparsanız yapın “çeviri kokarsınız”. Üstelik çizgi romanın doğasında varolan (pulp olmasından kaynaklanan) anti-entelektüelist tavır bu şairaneliği (üstelik çeviri kokanı) kaldırır türden değildir. Yargım şu: Sin City, polisiye edebiyatının ve dedektiflik türünün çeşitli hikâyelerini anımsatıyor, özgünlüğünü hikâyelerinden değil çizgiye dayalı biçimsel arayışlarından alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder