(...) Geçtiğimiz günlerde bir buçuk ayı aşkın bir süre boyunca televizyona çıkan, kayıp çocuğunu arayan annenin soğukkanlılıkla yalan söylediği, muhtemelen çocuğunun katili olduğu anlaşılınca kadının kayınvalidesi, stüdyoda, moda deyimle sinir krizleri geçirirken şunları söylemişti: “Haram olsun otelde yediği yemekler”. Bütün ailenin hayatları boyunca gördükleri en büyük lüksü ve ilgiyi bu süreçte deneyimledikleri tahmin edilebilir. Kayınvalide, “haram olsun” diye ilenecek kadar önemsemektedir ulaştıkları konforu, nimeti. Her gün programlara çıkarılan insanların otellerde misafir edildikleri, para karşılığında mahremiyetlerini açık ettikleri, muhtemelen kendilerini o kanala bağlayan sözleşmeler yaptıkları hiçbir biçimde gündeme gelmemekte, bir biçimde konuşulsa dahi normalleştirilerek geçiştirilmektedir. O kanal, o program veya o sunucu (sözde) kamu yararına, hayrına çalışmaktadır. Mikrofonlar stüdyoya, her gün evlerinin önünden dolmuşlarla, otobüslerle getirilen teyzelere, bacılara, amcalara yöneltilmekte, takdir ve destek mesajlarının, kıpır kıpır bir şarkı veya türkü eşliğinde dökülen kurtların ardından alkışlarla “asıl meseleye” dönülmektedir. Genellikle kadın olan sunucu, bu tür programlarda yargıç rolündedir. Zaman zaman da psikolog, sosyolog, avukat, polis v.b. rolüne bürünür. Kimin suçlu, kimin mazlum olduğuna, kimin rol yaptığına, kimin dertlerinin hakiki olduğuna o karar verir. Yine azgelişmiş bir ülkede herhangi bir mahkemede yargıcın yapabileceği gibi, suçlu olarak gördüğü kişiyi gereğinde azarlayarak ağzının payını verir. Tehditlere pabuç bırakmaz, külhanidir ama gereğinde anaçtır. Stüdyonun tanrıçası odur. Ağlar, güler, öfkelenir ama sonunda mutlaka göbek atar! (...)
[Birikim Sayı: 243’te yer alan Funda ile birlikte yazdığımız “Üçüncü Sayfa Canavarları, Medya ve İzleyici Manzaraları: Olağan Tutarsızlıklar" başlıklı yazıdan bölüm…]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder