Cumartesi, Aralık 31, 2022

İyi seneler

Belki on yıldır yineliyorum bu mesajı... Galiba değişiyorum, eskisi kadar iyimser mi değilim bilemiyorum, mesaja bakıyor, patetik buluyorum bazen... O patetik buluşumu kibirli saydığım da oluyor... Eskiyince başka tortular birikiyor bence... Yine de yineleyeyim... 

"Yeni şeyler öğrendiğimiz, neşeli, sağlıklı, tasası az bir yıl olsun. Daha önemlisi iyi insanlar olsun etrafımızda, yokluklarını göstermesin bize...Beraber yürüyelim onlarla. hepinize iyi seneler."

Pazartesi, Aralık 26, 2022

Lan Senin Kemiklerini Kırarım Davar!


Barış (Uygur) paylaşmış bunu, o vesileyle gördüm, hatta sosyal medyada ayrıca yazıştık onunla. Tuncay Akgün, haliyle hafızadan yazıyor ve pek çok insan gibi hatırladığı kısımları başlangıç sayıyor. Hasbi Tembeler, Gırgır'da ilk kez 1973 yılında yayımlanıyor, yani 80'lerden önce de dergide yer alıyor. Behiç Pek ve Galip Tekin, dergide yokken de yayımlanıyordu ve ilgi gördüğü için 80'lerde de Gırgır'ın bir parçası olabilmişti. İlk çevirmenlerin kendisi ve Tufan Tezer olduğunu bizzat İlban Abi söyledi bana. Ertem'in o yıllardaki Gırgır'da tek İngilizce bilen üretici olduğunu hatırlatayım.

Nefis çeviri derken ise şöyle bir şey kastediliyor, herhangi biri çeviriyor, dergideki üreticilerden biri de o çeviriyi uyarlıyor, yerelleştiriyor. Buna çeviri demek tek kelimeyle haksızlık. Galip (Tekin) Abi, İngilizce bilmediği için çeviri yapması mümkün değildi. Behiç Abi, çeviri yapacak kadar dile hakim mi bilmiyorum ama Hasbi Tembeler 90'larda Pişmiş Kelle'de yayımlanırken uyarlamayı bizzat o yapıyordu diye duymuştum. Barış da bunu anlatmış.

Tuncay Akgün'ün "nefis çeviri" olarak, sanıyorum romantize ettiği tercüme güzellemesini pek çok kişi "doğru", "meşru", "uygun" kabul edebiliyor. Örneğin Can Yücel, iyi bir şair, her bakımdan ilginç bir muhalif olduğu için sevenleri onun uyarlamalarının "mükemmel" olduğunu düşünüyor, oysa Tercüme bölümlerinde nasıl yanlış çevirilir örnekleri olarak okutuluyor. Dil bilen birinin, diyelim çevirmenin eserin aslında olmayan bir espriyi, kendince güzel, komik ve uygun bularak başka türlü "yazmasını" anlamıyorum. Can Yücel yapınca iyi başkası yapınca kötü olacak diye bir ayrım yapamayacağımıza göre hiç yapılmaması gerekiyor.

Zaten o yüzden de Hasbi Tembeler türü uyarlamalar biraz gizli saklı yapıldı, dil bilenler karşısında yapılan iş azımsanarak itiraf edildi. Çevirmen imzası hiç atılmadı vs vs. Tersten düşünelim, Walker bu uyarlamalara üzülür müydü acaba? Duysa ne derdi? Bunu şuradan ölçebiliriz, ünlü bir romancı Türkiye'ye geldiğinde mutlaka bir çevirmen çıkıp yazara Türkçe çevirilerinin çok kötü-çok yanlış olduğunu söylüyor. O yazarın, doğru olup olmadığını ölçemeyeceği bir iddia karşısında yüzünün düştüğünü, mutsuzlaştığını an be an görüyoruz.

Çizgi romanın tercümesinde şöyle bir sorun var, o espriyi, o konuşmayı o balona taşırmadan sığdırmanız, bazen kısaltmanız-sadeleştirmeniz gerekiyor. Dünyanın her yerinde, her dilinde olan-yaşanan bir külfet bu. Aşılmayacak bir külfet de değil. Arada bir yaşanıyor olması, çevirmene "yazarlık" hakkı tanıyamaz. "Sadakat gösterilen çeviri güzel olmaz" iddiası da yanlış anlaşılıyor ve keyfi çevirileri meşrulaştırmaya yarıyor. 


Mizahi bantlarda konuşma dilini yakalamak, argoyu ve gündelik olanı yerelleştirmek önemli. Eskiden bu konu isimleri Türkleştirmeyle başlar, açık ara abartılırdı. Şimdi daha sakin yapılıyor, bakılıyor. Yukarıdaki kare, Hasbi Tembeler'in Gırgır'da yayımlanan ilk bölümlerinden alınma. Sizce ne kadarı çeviri olabilir bu cümlelerin?

[2018]

Pazar, Aralık 25, 2022

Bozkır-Kırıkhayıtlar

Bozkır, ikinci sezon Kırıkhayıtlar, Şubat ayında ilk bölümüyle yayında, meraklısına duyurulur

Cumartesi, Aralık 24, 2022

Demirler

Yine Eskişehir kırsalından, yıkık dökük virane bir evin arka penceresine takıldım. Demirleri çok ilginçti ve evin geneline göre hayli süslüydü. Malum biliyorsunuz, para biriktiremeyen-ayıramayanlar ihtiyacını karşılamaktan fazlasını yapamazlar, estetik her ne olursa olsun, maddi bir birikimle mümkün olabilir. O sebeple ticaret yolunun üzerindeki Safranbolu evleri, Çorum Alaca evlerinden daha güzeldir. 

Yüzyıl öncesinden, karşılaşmanın, dış dünyayla temasın zor olduğu zamanlardan söz ediyorum. Şimdi estetiği birörnekleştiren, itibarlı olanın taklit edildiği bir dönemdeyiz. Daha çok teşhir ediyor, yetişme telaşıyla "yarışıyoruz."

Aşağıda şehirden başka bir evin demirleri... Önemli bir zenginin villasından... Daha güzel falan demek için örneklemedim... Bir zenginlik göstergesiydi bu dekoratif şeyler...

Metruk evin en güzel parçasıydı demirler... 

 

Salı, Aralık 20, 2022

Nasıl resmedeceğiz ilk Türkleri

Birkaç kez yazmış olabilirim, Karaoğlan kitabımda da ararmış-taramış yazmıştım. Türk mitolojisiyle ilgili görsel anlamda bir kaynak sorunu var, İttihat Terakki ile birlikte milliyetçilik ve Orta Asya orijini fikri yükselince... sahiden bir kaynak arıyoruz, ilk Türkler nasıldı, nasıl giyinirdi, kimlere benzerdi filan... 

Ortada görsel bir referans olmayınca o hayali nasıl resmedeceğimiz, nasıl tahayyül edeceğimiz de bir sorun olarak kucağımıza düşüyor. Bu meseleyi epey araştırmıştım, kitabın tekrarına düşmeyeyim... 

Fransız dergi ve kitapları, gravürleri bize kaynak oldular diyerek geçelim. 

Biri bir şey çizince, ardından gelenler de onu taklit ve tekrar ederek o görsel aurayı sürdürüyorlar. Doğru ve yanlış olup olmamasından çok, o auranın ve modelin kabul görerek yaygınlaşması önemli... Ercümend Kalmuk'un çocuk dergilerinde çizdiği Türk tipleri sonraları tekrar ediyor örneğin... O bakımdan öncü nitelikteler...

Pazar, Aralık 18, 2022

Nefret



Üniversitede ilk çalıştığım yıllarda bizim fakültede ders veren, altmışlı yaşlarının sonlarında olan iki öğretim üyesi vardı. İkisi de aslen gazetecilerdi, en az otuz yıl birlikte, aynı gazetede çalışmışlardı. İsimlerini vermeyeceğim, biri felsefe kökenliydi ve doktoralıydı, diğeri edebiyatçıydı (!) ve teknik derslere giriyordu. Felsefeci olan yazı işleri müdürü olarak amirliğini yapmıştı diğerinin. O edebiyatçının felsefeciye duyduğu nefretin benzerine hayatım boyunca rastlamadım.  Nası tarif etsem bilemiyorum, bir insan bir başkasını sevmeyebilir, huyundan suyundan bakışından rahatsız olabilir filan ama bu sanki başka bir şeydi. Adı geçince gözleri kızarıyordu, kuruyup gidecek gibi oluyordu. Böylesini o yaşa kadar ne görmüştüm ne de onlardan sonra bir benzerine rastladım.

Edebiyatçının durumu sahiden vahimdi, birini sevmiyorsun ama onunla çalışmak zorundasın. Hem de yıllarca… İş değiştiriyorsun, üniversiteye giriyorsun, yine aynı adam karşına çıkıyor, başdöndürücü bir kader.

Hocalar ve öğrenciler ikilinin arasındaki husumeti bilir, gülerek birbirlerine anlatırlardı. Hınzır öğrenciler sırf onları kızdırmak için laf taşırlardı. Gerilimleri nedeniyle hemen herkesi güldüren, isimleri mutlaka bir arada hatırlanan insanlardı. Bir de yaşlılar, yavaşlar, anıt mezar gibi koridorda dolaşıyorlar… İkisi de süzme sağcıydı, ta Zafer gazetesinden. Siyasi bir ayrılık değildi aralarındaki, kız meselesi deniyordu, biri öbürünün nişanlısını ayartmış filan, yalan dolan tabii. Kimse o nefretin nedenlerini bilmez, kıkırdayarak bir şeyler uydururdu.

Felsefeciyle kısa bir süre aynı odada oturdum, böyle dal gibi ipinceydi, kolunda o yıllarda az rastlanır bir gemici dövmesi vardı, pos bıyıklı, deli gibi cuara tüttüren, eskilerin “Arap” dediği Ankaralı gazetecilerden. Gençliğini düşününce makara kukara adamı olduğunu görebiliyordunuz. Diğeri,  daima takım elbiseli, öğretmen edalı, kırılgan, kolay sinirlenen, kolay kahırlanan, daha perhizkar biriydi. Ortada bir gerilim olunca insan ister istemez karakter farklılıklarına dikkat kesiliyordu. Felsefeci, diğerini umursamıyor gibi görünse de bile isteye bir iki laf edip çekilir, diğerini  çıldırtırdı. Laf diğerine ulaşınca bir bakardık  adam bam güm bir şeyler kırıyor, döküyor, odasında deliriyor… Okul yönetimi aralarındaki gerilimi giderek önemsemez olmuştu, onları fıkra kahramanı gibi görüyordu.

Sonra, kader bu ya, aynı anda emekli edildiler. O kadar yıl emekli edilmeleri gerekirken niye çalıştırıldıklarını kimse anlayamadı, o da ayrı bir mesele. Hizmetleri için plaket verilecek, yapılan törene edebiyatçı, diğeri geliyor diye katılmadı.

Emekliliklerinin üzerinden beş altı yıl geçmişti ki felsefeci olanın vefat ettiğini duyduk. 

Ankara Basını ile ilgili bir belgesel yapılmış, ham görüntülerini izliyorum, orada bizim emekli öğretim üyesi edebiyatçı ile de konuşulmuş, merak edip ne söylediğini dinledim. İnanılır gibi değildi, edebiyatçı lafı evirip çevirmiş, yine aynı yere getirmişti, yine felsefeciden söz ediyordu. Nasıl öfkeli, nasıl kararıyor, nasıl kızarıyor konuşurken görseniz… Adamın nefreti bir nebze olsun soğumamış, ölmesi yetmemiş ona, doyamamış nefrete, hâlâ aynı şeyleri tekrarlıyor… Söylediklerinin belgesele girmesi mümkün değil, bağlamı farklı, boşa konuşuyor, soruya cevap vermiyor aslında… Bildiğin enerji kaybı…

Niye filan diyordum, sonra dank etti, şunu fark ettim. Adam böyle kurulmuş, onu hayata bağlayan bir nefret bu… Başka türlüsünü bilemiyor. Başka türlü bir algısı yok. Sen tutup bu nefreti elinden alırsan, gereksizleştirirsen boşluğa düşecek...

Cumartesi, Aralık 17, 2022

Sağcılar ne diyor?


Aziz Nesin'in polemiklerinde dikkate aldığı önemli bir  kriteri bir vardı: “Söylediklerim sağcılar tarafından sahipleniliyorsa yanlış yapıyorumdur. Gerekiyorsa susarım.” 

Zor bir dönemden geçiyoruz, hem çok sessiz hem de çok gürültülü bir dönem, öyle olur mu demeyin, oluyor, yaşıyoruz. Muktedirle hesaplaşmak ve tartışmak, muhalefet etmek pek kolay değil. Verilen cezalar, alıkonulmalar, cezalar anlaşılır  ve kabul edilebilir gibi değil.  Öte yandan büyük bir hırgür var, muhalifler birbirlerini (daha kolay olduğu için olabilir, güçleri ancak onlara yettiği için olabilir) hainlikle suçluyorlar. 

Kişisel olarak her zaman, bir eleştirinin muktedirlerin işine yarayıp yaramadığına bakıyorum.  Ta kendimi ilk solcu saydığım günlerde, Aziz Nesin düşürdü aklıma.

Birini sevmemek, onun fikirlerine katılmamak mümkün, okur yazarlığın doğasında eleştiri var. Ama bu eleştirellik, karşı çıktığımız fikirlerle, muhalefet ettiğimiz insanlarla bizi yan yana getiriyorsa işte orada bir yanlışlık var demektir. 

Şikâyet ettiğimiz şeylerin sorumlularıyla yan yana gelmek, eleştirilerimizin ihbar kabul edilmesi, ihbar işlevi görmesi anlamına gelir. Unutmayalım ki, ihbar, linç ikliminin bir pervanesidir. Hararet gösterdiğimiz şeyler, bir bakmışız, sağcıların lincine vesile olmuş...

Ne diyordu Aziz Nesin: "Gerekiyorsa susarım” 

Cuma, Aralık 16, 2022

Feyk

Eskişehir'deki set hayatı beni pek çok alışkanlığımdan mahrum bıraktı, okuyamadım-seyredemedim, takip edemedim. İşe odaklandığım için ezberlerim bozuldu demek daha doğru... Henüz halen işler azalmadığı için anlatmaya fırsat bulamadım ama....dünyayla, kitaplarla bir ilişkim varsa o çok fena sekteye uğradı.

İstisnam yok değil, o halde bile bir şey aldım çünkü, bir müzayedede 1955 yılına ait Bedri Koraman çizimi satılıyordu, aman dedim bari bunu kaçırmayayım, aslına bakarsanız çok net görülmüyordu çizgiler, önce benzetemedim, sonra eskiz olabilirdi dedim, mızmızlandım, garip geldi demek istiyorum ama heyecan yaptığımdan çok üstelemedim, satın aldım...

Ankara dönüşünde ofise gelen orijinali görünce Bedri Koraman'a ait olmadığını, sonradan bir başkası tarafından çizildiğini anladım. Dert ederek yazmıyorum, olan şu, birinin (bilen birinin) dolandırıcılığına müzayede şirketi de bilerek ya da bilmeyerek alet olmuş, baştan reddetmeliydiler... Oturup yazmak, uğraşmak gerekiyor, o havada değilim... 

Şunu sordum kendime, altı üstü üç yüz lira için kim niye yapar bunu? Bir süredir Koraman'ın orjinalleri satılıyor, onları kim satıyorsa, bu numarayı da o yapmış bence, yüksek fiyata satılacağına inanarak kalkışmış bir işe... 

Perşembe, Aralık 15, 2022

Sanat ve skandal


Nüzhet İslimyeli, 1970'de yazmış bunları... Hafif tertip öfkeli, hafif tertip de kehanetçi bir üslupla sanat tarifi yapmış.

Her dönemin kendine özgü olumlanan ve olumsuzlanan eğilimleri oluyor ama galiba değişmeyen tek şey, yaşanan zamanın bir "bunalım" olduğuna ilişkin kolaycı yargı... Geçmişte yazılmış aktüel metinlere bakınca bu karakteristik kendini fazlasıyla belli ediyor. Bağırmayı ve aktüel olmayı önemsediğimizden yaşanan zamandan "tiksinmeyi" ve bunu da herkese duyurarak göstermeyi istiyoruz.

İslimyeli, bunalımı zamanın ruhu olarak işaret etmiş, skandal arayışını bunun bir parçası saymış ve üstüne üstlük, Dali'nin kaybolup gideceğini iddia etmiş... Maksadım, bu faslı tartışmak değil, zaten belli, unutulup giden Dali'nin skandalları oldu, eserleri değil...

Üstelik, "normalin dışında olan yaratıklar da var" derken kimi kastediyor bilemiyorum, acaba eşcinselleri mi?

Bir tane "sanat tanımı" yok, ama o bir taneymiş gibi sabitlemek, onun koruyucu ve hamisi olmak isteyen çok. Bunalım, tam da bu yüzden çıkıyor. Farklı sanat tanımları ya da itibar gören yeni birileri, o hamileri tedirgin ediyor, öfkelendiriyor.

Bugünden tiksinmek de yeni "oyunculardan" hazzetmemek de bunun bir parçası.

Cumartesi, Aralık 10, 2022

Bir pavyondan


Eskişehir'de çekim yaptığımız bir pavyonda rastladım, çalışanların odasında, onlara yönelik talimatlar sıralanmış, beyaz tahtaya tek tek yazmışlar... Gizlice çektiğim için fotoğraf pek net değil, ortam da karanlıktı... falan filan bahanem çok. 

Pavyon, gece 11'de çalışmaya başlıyor, her şey ona göre düzenlenmiş...Kons'lar için saat 1'den sonra telefon kullanımı yasakmış, ancak iki içki içebiliyormış, o ikisine "keyif hakkı" deniyor, ikiden fazla içilirse parasını ödüyorlar. Müşteriden para almak yasakmış, yok alınırsa-takılırsa, o para kasaya kalıyor, kendi hanesine içki olarak yazdırılıyormuş... Kons masalarında içki süreleri dahi belirtilmiş... Küçük beş büyük on dakika...Maksat hesabı kitlemek...

Dehşetli geliyor insana, kasa her zaman kazanıyor çünkü... "Küçük bir devlet" gibi dedi aklımdaki ses... Sorsan koruyup kolluyoruz diye uzun uzun anlatırlar. 

Cuma, Aralık 09, 2022

Isırarakk

Bir okulda flashback sahneleri çekiyoruz, okuldan bir müdire, benimle tanışmak istedi, meğer okulun altında sığınaklar varmış, onları göstermek istiyormuş, plato gibiymiş... Tabii ki merakımı yenemedim ve aşağı, bodruma indim... Sahiden de çok büyük odalarla dolu uzun bir koridorla karşılaştık... Kullanılabilir bir yermiş... 

Duvar yazılarını sevdiğimden, o karanlıkta bir tanesi ilgimi çekti, yarım yamalak çeksem de şöyle yazıyordu: "Ne öpmesi, ısırarakk seveceksin"... Rarakk bir ses efekti olarak gün boyu aklımda kaldı.

Bir öğrenci yazmış olmalı, tanışmak isterdim, nasıl bir kafaysa, ne yaşıyorsa...iki laflardık.

Perşembe, Aralık 08, 2022

Eve Dönüş

Altmış günlük aradan sonra edebi vatanıma, Ankara'ya Bozkır'dan ve Eskişehir'den hatıralarla döndüm. Evden ve rutinimden bu denli uzaklaşmak bana iyi gelmez derdim, ruhen kaçınırdım, onca tereddütten sonra sonunda cesaret ettim, çok insanlı bir çalışma yaşadım, genel olarak mutluyum...

Yönetmenliğe devam edeceğim... Elbette yorucuydu, yorulmuşum, o süreci hastalanmadan geçirdiğim, bana güvenenleri mahcup etmeden başardığım için memnunum... Yaşadıklarımı ayrıca yazacağım. 

Yarın ofis mesaime kitaplar, çiçekler ve kedilerle başlıyorum.

Blogu ister istemez çok boşladım, özlemişim, hikayeler de birikti...Devam ediyorum.

Pazartesi, Ekim 17, 2022

Sylvia Kristel

















Sylvia Kristel ölmüş, aralıklarla duyuyorduk, kanserdi. Bildiğiniz gibi yetmişli yıllarda oynadığı Emmanuelle serisiyle ünlenmişti. Çok konuşulan ve global ölçekli olan bir erotik simgeydi. Bu biçimde ünlenen pek çok kadın oyuncunun sonraki hayatı her nedense kötü geçiyor, sayısız tatsızlık yaşıyor. Pişman olanlar, uyuşturucuya bulaşanlar, başarısız evlilikler yapanlar, çeşitli skandallara karışanlar, dindar olanlar, intihar edenler-intihara kalkışanlar gırladır. Kristel bunların hemen hepsini kısmen yaşadı, iyi oyuncu sayılmadı, başka türlü bir kariyer yapamadı, isminden yararlanmak isteyen yapımcılar oldu, bir kısmı o ismin filme zarar verdiğini söyledi. Olmadı. Kültürlü bir kadındı, aklı başında laflar ediyordu oysa, illa güzel görünmek zorunda değilim diyordu. Sağlığını bozacak ölçüde (çok ama çok) sigara içiyordu. Uyuşturucu tedavisi gördü. Hayal kırıklıklarıyla başa çıkmak için resme başladı gibi sanki...En azından ben öyle düşünüyorum. Anılarını yazdı, pek parlak olmadığı söyleniyor, okumadım. Hakkında hiç de fena olmayan bir belgesel hazırlandı yakınlarda meraklısı bulup seyredebilir. 

Yukarıdaki görsellerin Kristel'le doğrudan ilgisi yok ama hep söylerim, hayatı arzunun yönettiğine inanıyorum. Trash kültüründe, Kristel'in oynadığı filmlerde sıkça konu edilir arzu ve ihtiras. Kendisi uzun yıllar ihtirasın kraliçesiydi. Adı geçtiği her ortamda erkekler ve kadınlar muzipçe tebessüm ediyorlardı, galiba hatırası yaşayacak. O muzipçe gülen (ve artık yaşlanan) ergenler uzun yıllar ona bir selam gönderecekler .

[Ölümünde, on yıl önce yazmışım, 17 Ekim 2012]

Pazartesi, Ekim 10, 2022

5.5 dolar

Bozkır için mekan gezerken güzel bir "salaş" otel bulmuş arkadaşlar... Odaların içinden bir fotoğraf... Gecesi, 100 ile 120 lira arasında değişiyor anladığım kadarıyla... Enflasyon nedeniyle ileride anlaşılsın diye dolara çevireyim, 5.5 ile 6 dolar arasında yani... Odaya bakıyor ve adam başı 50 liraya tutunmaya çalışan insanları düşünüyorsunuz.

Mekan gezmenin tuhaf bir tarafı var, çok yoksul ve çok zengin yerleri ardısıra görebiliyorsunuz. İnsanın bir yanda içi acıyor, diğer yanda huylanarak ve şaşırarak bu kadar parayı nasıl kazanmış diye merak  ediyorsunuz... 

Cumartesi, Ekim 08, 2022

Rahatlık

Dün İstanbul'dan dönerken uçak boştu ve yolculardan biri, hemmen popoyu devirerek fosur fosur uyumaya başladı. Dehşetli bir yorgunluk içindeydim ve gözümden uyku akıyordu, içimden "yuh, yok artık" filan desem de adama sahiden imrendim. "Koltuğunuzu dik, masanızı kapalı tutun" diye bıtbıt eden hostesler, kemerini bağlamayan vatandaşımızı illa ki uyarırlar diye bekledim, o rahatlığı kıskandım çünkü... uzun müddet tek bir şey demediler, öyle ki koridordan geçerken ayakkabısına çarptıkları için özürler bile dilediler.  

Yanımda oğlum vardı, adamın fotoğrafını çekmemi doğru bulmadı, biz kıkırdayarak münakaşa ederken, hiç abartmıyorum, beyfendi bize cevap verircesine kokulu sesler çıkarttı. Nihayet inişe beş dakika kala uyandı ve telefondan bir dizi seyretmeye başladı, hangi diziydi göremedim, merak ettim, inişteyse herkesten önce ayağa fırladı ve öne doğru seyirtirken  telefonu çaldı, melodisini anlayamadım ve bir kere daha merak ettim falan filan... 

Cuma, Ekim 07, 2022

Fark


1984 yılında Feyzi Tuna'yla bir söyleşi yapılmış, yukarıdaki görsel o konuşmadan çıkartılmış bir spot... Sansür nedeniyle evli kadının cinsel ilişkiye girememesine, bunun hikaye olarak anlatılamamasına vurgu yapılmış. Hemen dikkat çektiği, peşisıra müdahale edildiği veya "hiiç" akla getirilmediği anlatılmak istenmiş...

Niye (bu kadar az) diye sormanın bir manası yok elbette. Vakt-i zamanında Elveda Rumeli diye bir dizi yayımlanmıştı, seyircilerden birinin yazdığı yorumu hiç unutmuyorum, "tarihte Balkanları kaybetmiş olabiliriz ama bu dizide kaybetmesek ne olur sanki" gibi bir şey söylüyordu. Aynı hamaset, aynı körlük, aynı akılsızlık. Hayata, sanata, cinselliğe "kadın bedeni" üzerinden bakıldığı için "evli kadın" yapmaz-yapamaz veya yapmasın, yapsa bile göstermeyelim diye evirip çeviriyoruz.

Biri dizi, diğer ikisi film olan üç istisnanın edebiyattan uyarlanmış olması ise tesadüf filan değil, üstelik iki ayrı hikaye mecrasının ayrı gezegenlerde yaşadığını gösteriyor... Sinema, gerçek(çi) olabilmek ve eleştirebilmek için edebiyata ihtiyaç duyuyor. İnsan malzemesi, entelektüel donanım ve algı olarak çok ama çok farklılar...

Durum bugün de çok farklı değil.

Çarşamba, Ekim 05, 2022

İntikam

Ekrem Koçu'nun hikayesi, Orhon Tolon'un çizgileriyle yayımlanan Deniz Kurtları çizgi romanından bir kare... Alt yazı ile resimdeki el yazısı farklı, o yılların (1940'lar) dil kullanımında "bulamıyacaksın-bulamıcaksın" deniyor, biz bugün bulamayacaksın diye yazıyor ve söylüyoruz. Benim ilgimi çeken tehdit mektubunun sonuna atılmış "İntikam" imzası. Koçu'nun coşkulu ruh halini yansıtan bir seçim gibi duruyor. 

Çocukken "intikam" benim için heyecanlı bir macera, kötülerin cezalandırılması demekti... İlk gençliğimde intikam'ın Allah'ın isimlerinden biri olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Dünyayı anlamaya çalıştığım entelektüel bir ilgiyle yalpaladığım yıllarda ise intikam benim felsefi bir tartışmanın parçasıydı, çünkü intikamı hukuk karşıtlığıyla (kanun koyuculukla) özdeşleştirmiştim. Hukuk okusaydım, en azından yüksek lisans tezim intikam hakkında olurdu. 

Salı, Ekim 04, 2022

Seyrüsefer Defteri 144

++ Bullet Train (2022) güzel ve janjanlı aksiyon (30 Eylül).++ Eskişehir yolculuğu (29 Eylül). ++ Bozkır kampı (27-28 Eylül).++ Only Murders in the Building Sea1 Ep.7, 8 ve 9'u seyrettim (26 Eylül).++ Kaguya-hime no Monogatari (2013) güzel anime, tatlı masal ve Takahata'nın ruhani arayışları (25 Eylül). ++ Lou (2022) düşük maliyetli Netflix gerilimlerinden, iyi başlıyor ve sonra bittiğinde unutuluyor (24 Eylül).++ The Phantom of the Open (2021) güzel hikaye, salaklık, masumiyet, sabır ve hayatla başetme pratiği bakımından amatör golf (23 Eylül).++ İstanbul yolculuğu (20-22 Eylül).++ No Way Out (2022) bu ayın kafası karışık filmi, vasat altı (19 Eylül).++ Top Gun Maverick (2022) gişe epeyce nostaljiye dayandırılmış, yine de it dalaşı seyretmek filan (18 Eylül).++ Fandom Sea1 Ep.10, 11, 12 ve 13'ü seyrettim (17 Eylül).++ Eskişehir Yolculuğu (15-16 Eylül).++ Elvis (2022) holivut böyle bir şeydi hatırlatması, iyi film (14 Eylül).++ Kærlighed for voksne (2022) Nordic ve uyarlama, iyi karışım (13 Eylül).++ Thor Love and Thunder (2022) artık Marvel filmlerini nasıl çoçuksulaştırılıyor diye izliyorum, Disney animasyonları daha "adult" olurken... (12 Eylül).++ Pinocchio (2022) yeni bir yorum olmuş, siyahi bir çenebazlık katılmış, diğer yandan "vicdan" iddiası ölçüsünde zorlamamış o işe yaramaz tahta parçasını (11 Eylül).++ Fandom Sea1 Ep.7, 8 ve 9'ı seyrettim (10 Eylül).++ The Education of Fredrick Fitzell (2020) iddialı senaryosu var, risk alınmış veya kumar oynanmış (9 Eylül).++ Together (2021) Pandemi dönemi filmlerinden, evde tiyatro olmuş (8 Eylül).++ İstanbul yolculuğu (7 Eylül).++ Father Stu (2022) iddialı filmmiş, ama mesaj kaygısı, toparlama arzusu filmi hidayete erme hikayesi olmaktan pek kurtaramamış (6 Eylül) ++. Fandom Sea1 Ep.4, 5 ve 6'yı seyrettim (5 Eylül).++ High Plains Drifter (1973) Eastwood'un ilk yönetmenliklerinden, epeyce acemi, spagetti western taklidi falan filan... (4 Eylül).++ Najmro: Kocha, kradnie, szanuje (2021) Polish Sinan Çetin filmlerinden biri, haliyle rengi, neşesi ve temposu var (3 Eylül).++ Fandom Sea1 Ep.1, 2 ve 3'ü seyrettim (2 Eylül).++ Cut Throat City (2020) çok şey söylemek istiyor, kenar mahalle hikayesi diye baktım ama dağılmış gitmiş bir şey seyrettim (1 Eylül).++


Pazartesi, Ekim 03, 2022

Nerdesin Allah?

Sosyal medyada gördüm, paylaşımlar yüzünden işin ucu kaçıyor, kim bulmuş-kim "aktarmış" yanlış yazabiliyoruz, bir hatam varsa affola diyeyim önce... Levent Gündüz, Necip Fazıl'ın şiir kitaplarına almadığı bir şiirini paylaşmış... 1923 yılında Yeni Mecmua'da yayımlanmış... Üniversitede çalıştığım yıllarda bu şiirle ilgili bir tartışmaya şahit olmuştum, önce şiirden bir alıntı yapayım, sonra o tartışmayı hatırladığım kadarıyla aktarayım.

(…) Sorsalar varlığın bir sır mı olur? / Kul yükü bu kadar ağır mı olur? / Yükseğe çıkınca öksüzün ahı / Şu derin göklerin sağır mı olur?/ Allah’ım derdime dert katan sensin! / Gizlenip kendini aratan sensin! / İsyanım o kadar büyükse eğer / Onu da, beni de yaratan sensin! / Nazarlar önünde perdesin Allah! / Neden bir görünmez yerdesin Allah / Bu dem ta gönülden gelirken sesi / Söylesen nerdesin, nerdesin Allah?

Şahit olduğum tartışmada Necip Fazıl'ın Allaha olan inancı konuşulmuş, dizelerindeki uhrevi ve derin sevgi ispatlanmaya çalışılmıştı. Dinleyici olarak tek kelime etmeden dinlemiş ve "seyretmiştim." Siyaseten romantikler karakter olarak oldum olası ilgimi çeker, abartıları, itirazları, bağırışları, kestirimleri, "gözyaşları" ve "kahkahaları" bana baş döndürücü gelir. Bir yıldızı kutsamak üzere toplaşmış herkes ister istemez ilginçtir. Düşünün, insan türü, hele ki okur yazarlar, kendileri dışında herkesi "eksik" bulurlar. Yani o toplantıdaki herkes birbirine Necip Fazıl'ı anlamamış-anlayamaz edası ve suçlamasıyla bakıyordu.

Dizeleri okur okumaz hatırladım, çünkü Sabahattin Ali'nin de benzer tonda şiirleri vardır. O gün konuşulmamıştı ya da ben kaçırmışım-duymamışım... Meğer, 1928 sonrasında kitaplarına almamış bu şiirini, vardığı yere-ulaştığı makama halel getirmesinden mi çekinmiş acaba... Genel ortalamasının çok altında değil çünkü  yazdıkları. Edebiyat magazini yaptığımın farkındayım. Almamış, alsaydı ne olurdu, aynı dizeler, o günkü tartışmada olduğu gibi yine Allah sevgisi ve inancıyla açıklanabilirdi, hakkında uzun uzun konuşanlar yine olurdu. Bir itibarsızlaşma yaşamazdı. 

Almadığına göre, galiba diyorum, Necip Fazıl, o şiiri yazan Necip Fazıl'ı artık sevmiyordu. Kendisini romanının kahramanı gibi kuran birinden söz ediyoruz.  

Cumartesi, Ekim 01, 2022

Yeni bir rutinin eşiğinde


Bozkır2 için çalışmaya başladım, bir ay olacak, Eskişehir ve İstanbul'a gidip geliyorum. Ekim ayının ikinci haftasından başlayarak iki ay boyunca çekimde, Ankara dışında, bir tür gurbette olacağım. 

Şimdiden çok yoğun geçiyor, görünen o ki çekimler başladığında aşağı yukarı on dört saat sürecek günlük bir mesaim olacak.... Ona göre yeni bir tempo ve rutin ayarlamam gerekiyor... Henüz nasıl gelişeceğini bilmiyorum. Umarım sağlıkla afiyetle, neşemi koruyarak, kimseleri üzmeden ve mahcup etmeden bu süreci tamamlarım. 

 Okumak ve seyretmekle ilgili, belli alışkanlıklarım var, blog yazmak da buna dahil.. Galiba hepsini belli ölçülerde aksatacağım. Otel hayatını pek sevemediğim için  Eskişehir'de geçici de olsa bir ev düzeni kuracağım... Olağanüstülüğü normalleştirmek, tek odaklı olmaktan kaçınmak gibi bir niyetle en azından okumayı ve yazmayı sürdürmek gibi bir niyetim var. Bakalım göreceğiz. 

Olup bitenleri aralıklarla yazacağım... 

Perşembe, Eylül 29, 2022

Son okuduklarım 62

Mor Etekli Kadın, çeşitli biçimlerde tanımlanabilir ama galiba en çok kara mizaha yakın bir novella, küçük komik sürprizlere sahip, tahkiyeyi sürükleyen en önemli unsur saplantı ve o saplantının nereye varacağına dair merak. Bir kadını, isminden anlaşılacağı gibi mor etekli kadını marazi bir tutkuyla takip eden birinin (?) yaşadıklarını okuyoruz. Giderek mesleki bir deformasyon yaşıyorum, novella nasıl çekilir diye düşündüm, anlatıcının twistleri nedeniyle "görselleştiğinde" güç kaybeder gibi geldi bana. Demek istediğim, kendi üzerine kapanan, güzel sürüklenen "yazılı" bir tuhaflık kurulmuş. Blankets-Örtüler, çok çok ünlü bir grafik roman, hatta türle ilgili ne zaman konuşulsa güzel bir örnek olarak illa ki ismen zikredilir. Ben dahi blogta bir iki kez yazmış, özel olarak bahsetmiş olabilirim. Türkçesi çıkınca yeniden okudum, aklımda güzel bir büyüme hikayesi olarak kalmış, tekrar okuduğumda gücünü gerçekçi finalinden de aldığını hatırladım. Çizgiler enfes, Craig Thompson başka işler de yaptı ama bence "battaniyeleri" aşamadı...
 
Kaybeden Hepsini Alır, tatlı-esprili, mutlu son'lu bir novella, Graham Greene, sanki Holivut'u düşünmüş de yazmış. Aşk, kumar, para, kıskançlık şu bu... Diğer yandan holivut demek bir tür tüketilmişliği de işaret ediyor, yani hikayenin romantizmi inandırıcı değil artık. Geçen birisi yazmıştı, çoklu-flörtler devrindeymişiz, aşktan çok beğenilmek ve bir sonraki partnere geçmek normalleşmiş filan... Sanıyorum insanlar telefonlarından yaptıkları yazışmaları aşk macerasından sayıyorlar. Bu kadar çok karşılaşmanın olduğu bir yerde gerçek de değişiyor. Laf uzamasın,  okuduktan sonra baktım, roman en az iki kere de sinemaya uyarlanmış.... Kitabın arka kapağında yayınevi önemli bir hata yapmış, Greene yerine Orson Welles resmi kullanmışlar, komik olmuş... Aşk bahsinden devam edelim Moderato Cantabile, kısacık bir Duras romanı, okuyanlar bilir, hanımefendi bir his, bir durum, bir rutinle uğraşmayı sever, bir kadınla bir erkek karşılaşır ve konuşurlar, sonra da tekrar tekrar buluşurlar, farkına varma hali, beyhudelik, erotik bir çekim ve süregelen hayatın gürültüsünü katar için içine...Sevecen ve yumuşak bir dille, illa da bir yere varmaya gerek görmeden "fotoğrafını" çekip gider. 

Related Posts with Thumbnails