https://www.deviantart.com/schopenhauer1788/art/Charles-Bukowski-at-a-Christmas-Party-1132963167 |
Cumartesi, Aralık 21, 2024
Kimlerin hoşuna...
Cuma, Aralık 20, 2024
Son Okuduklarım 100
Perşembe, Aralık 19, 2024
Meltem Rüzgarı Gibi
Çarşamba, Aralık 18, 2024
Yabancılar
Sorulmuştu, paylaşmış olayım, 2024’ten aklımda kalan “yabancı” çizgi albüm ve kitaplar… Atladığım olabilir, neydi-ne güzeldi diyince hemen aklıma gelenler...
The Strange Death of Alex Raymond bu yıl çıkmamış ama ben bu sene keşfettim. Diğer ikisi İtalyanlardan edebiyat uyarlaması: Gülün Adı ve Tatar Çölü… Bizde mutlaka yayımlanırlar…Sonuncusu ise çizgi roman tarihiyle ilgili bir görsel döküman-derleme
Salı, Aralık 17, 2024
Pazartesi, Aralık 16, 2024
Blek değil Çelik Bilek
Çizeri Rasim Abay, Yüzbaşı Volkan'ın yardımcı çizerlerinden biriydi. Bilenler hatırlayacaktır, Volkan da Ali Recan'ın hemen her biri karesi başka çizgi romanlardan kopyalayarak çizdiği (birebir çaldığı) bir çizgi romanıydı. Çelik Blek İstanbul'da da böyle bir çalışma demek istiyorum. Senaryoyu yayıncı Cem Demirbaş yazmış, izinsiz yapıldığı aşikar, ama yapmışlar işte...Abay'ın özgün çizdiği bir kare ya da sayfa var mı emin değilim. Tıpkı Ali Recan gibi antiskopla ordan burdan "apartmış"...
İşte hikayede Profesör zaman makinası bulmuş galiba, "üç arkadaş" hep birlikte önce 2006 yılı Türkiye'sine sonra da 1918 Çanakkale Savaşı'na gidiyorlar. E gidiyorlar dediğime bakmayın, kopyalanan çizgi romanlar neyi yaşıyorsa onu yaşıyor, o kareler ve ardışıklık onları nereye götürüyorsa oraya gidiyorlar. Ana fikir, "Türklere hayran olmamak mümkün değil..."
Yıllar önce bir grup ergen çocuk, Indiana Jones'u sahne sahne yeniden çekmiş ve büyük ilgi yaratmıştı. O ölçüde bir tatlılık değil bu... Çelik Blek İstanbul'da bir tür camp estetiğiyle üretilmiş, bilinçsiz bir biçimde abartılı, ucuz ve komik görünüyor. Aslının yanında Amerikalıların rip-off dediği bir çalıntı versiyon olduğunu söyleyelim...
E evet, ticari bir yönü olmuş, fanzin olsa daha değerli olacakmış ama yine de bu tür hikayeleri fan kültürünün içinde değerlendirmek lazım, nostaljik olması, bir fan kitlesine yönelmesi, ana metinle kurduğu duygusal bağ nedeniyle bir sempatiyi hakediyor.
Pazar, Aralık 15, 2024
Çevrimiçi İlişkiler
Yaptığım iş dolayısıyla dizilerle ilgili çok sayıda profesyonelle konuşuyorum, hepsinin ağzında-aklında, hikayeden çok “kim kime aşık olmuş” sorusu var, buna bağlı olarak bunu kimler oynar filan…Çok sıkıcı ve türsüzlüğe batmış bir soap opera cangılında yaşıyorum, bakalım daha ne kadar dayanacağım…
İnsan, hep aşk konuşunca, ister istemez şu rasyonelleştirmeyi sıklıkla duyuyor, “şimdiki gençler, nasıl aşık olacaklarını bilmiyorlar, görmek istiyorlar” filan, hemen herkes sosyal medyayı küçümsediği için oradan çıkan aşkları bayağı-kısa ve “gerçek romantizmin” dışında görme eğilimi çok yüksek… Bizim dizilerimiz, dizilerin ilerlettiği popüler kültürümüz, sosyal medya aurasının çok gerisinde aslında, oradan gelen beğenileri çok ciddiye alıyorlar ama orada yaşayan romantizmi ve savrulmaları bir türlü anlatamıyorlar. Bu arada short-drama diye bir şeye taktılar, telefondan seyredilecek işler üretmek istiyorlar falan filan…
Bunları niye yazdım, global popüler kültürde sosyal medya ve çevrimiçi denen ilişkilerle ilgili dünya kadar adlandırma var… hepsine tek tek baktığınızda bir soap opera estetiği ve zekasıyla karşılaşıyorsunuz. Şimdikiler karşılaşmıyor, bilmiyor filan ne kadar cahilce söyleniyor, adlandırmaları görünce hemen anlıyorsunuz…
Ghosting bizde de biliniyor, birisine yoğun ilgi gösterip, ilişki yaşayacakmış gibi olup kaybolma hali… Slow fading, ilişkiyi bitirmek için zamanla iletişimi ve ilgiyi azaltma haline deniyor… Love Bombing de bilinenlerden, ilişkinin başında karşı tarafa aşırı ilgi ve sevgi gösterisi yapmakla ilgili söyleniyor, abartılı bir biçimde biteviye yazıyor ve hep beğeniyor, bu yüzden bombardıman deniyor… Genel olarak hastalıklı bir tavır sayılıyor ikisi de… Breadcrumbing diye bir şey varmış, ben bilmiyordum, birine beğeniler bırakıyor, mesajlar atıyor ama bir türlü ilişkiye yönelik ciddi bir adım atmıyormuşsun, karşı tarafı bile isteye umutta bırakıyormuşsun… Bana biraz “benching” (yedekte tutma) gibi geldi, birini seçenek olarak bekletme hali, soğutmuyorsun ama sıcaklığa da izin vermiyorsun… Benim gençliğimde çapkın kızlar için söylenirdi, “onun flörtüne aldanma, etrafında olmasını istiyor, gösterir ama vermez” falan filan…
Ben bu
Ghosting adlandırmasını, içimdeki serüvenci çocuktan olabilir, komik buluyorum,
Amerika’da da bereketli görülmüş ki, durmadan çeşitlendirmişler, şöyle türleri
varmış: Orbiting varmış mesela, ghosting yapmış gibi
davranıyormuşsun, ama tam da öyle değilmişsin…Haunting ile aralarında ne
fark var, ben çok anlamadım…Tık tık arada beğeni atıyormuşsun…Submarining daha
tatlı bir adlandırma, kaybolan arkadaşın birdenbire ortaya çıkması,
denizaltının yüzeye çıkması mecazı kullanmışlar…Yaşasın Kaptan Nemo!
Ghosting’in daha fenası varmış, randevu filan verip, randevuya gelmiyor ve
birden hatları kesiyormuşsun…Cloaking galiba bu demek…
Hayat sosyal medyada sürdüğü için ilişkilerin çevirimiçinde duyurulması ve duyurulmaması da problem edilmiş… Stashing, ilişkiyi sosyal medyada ilişkisini gizleme haliymiş… İlişkiyi netleştirme hali vardır biliyorsunuz, anlaşıldığı kadarıyla kadınlar, “biz neyiz?” “yaşadığımız şey ne” türünden bir baskıyla bunu istiyorlarmış, DTR-ing deniyormuş buna… Define The Relationship
Gelelim benim ilgimi çekenlere… Catfishing diye bir şey var, bir tür duygusal manipülasyon sayılıyor… Bir kişinin sahte bir kimlik veya profil kullanarak başkalarını kandırması denebilir. Sahte profili yaratıp kadınlara ya da erkeklere yönelenler için kullanılıyor. Genellikle dikkat çekmeye çalıştıkları içim kışkırtıcı fotoğraflar paylaşıyorlar. Thirst-Trapping deniyor buna…Karışmasın, sadece thirst-trapping yapanlar da oluyor… Bedenlerini erotize pozlarla sunarken, provakatif cümleler ve sloganlarla bu durumu pekiştiriyorlar. Yani hem teşhir ediyorlar hem de etmiyormuş gibi cool ve ironik görünmek istiyorlar. Kendilerine gösterilen ilgiyi teşhir ediyor ve bununla “övünüyorlar”… Ve tabii ki bu övünmeyi, övünmek gibi değil de sıkıntıyla, bizim deyişimizle sıtkı sıyrılır gibi illallah diyerek sunuyorlar. Yukarıda yazdım, hikaye karakteri olarak en ilginç olanlar bence bunlar… Provoke olma halleri herkesi etkiliyor, beden fitliği-zindeliği başarının ve mutluluğun simgesi sayıldığından beri işin ölçüsü çok karıştı…
Başa döneyim, dizi dünyasından haberler veriyordum, değil
mi?
Cumartesi, Aralık 14, 2024
Bu ben miyim?
Cuma, Aralık 13, 2024
Tenten İstanbul'da
Perşembe, Aralık 12, 2024
Odamızın masası
Çarşamba, Aralık 11, 2024
Sabun Operası
Puro, anlaşıldığı kadarıyla Amerikanvari bir memleket firması, sürekli reklam veriyor, promosyon dağıtıyor, ünlü oyuncularla kampanyalar yapıyor filan... Bu kerre o yılların (1952) moda olan anlatım biçimini, çizgi romanı kullanmışlar-tercih etmişler diyelim... Kim çizmiş belirsiz, bana Şevki çizmiş gibi geldi o ayrı...
Reklam, kadınları hedeflemiş, başlığı kime yöneldiklerini anlatıyor: "Kocamı Tekrar Kazandım" Puro sabunu evliliğinizi kurtarabilir iddiasındalar. İlk karenin büyük puntolu açıklamasıyla başlıyor hikaye: "40 yaşıma o gün basmıştım"... Ayna karşısındaki Şükran'ın orta yaş krizine girdiğini, dert yandığı kocası Macit'in de ona karşı (bugünden bakarak) pek de nezaketli davranamadığını görüyoruz, artık niyeyse arkadaşı Hale'ye danışmasını istiyor. Ne anlam çıkarabiliriz bilemiyorum.
Puro sabunların sahibi Necip Akar, reklamın yayımlandığı yıl, 48 yaşındaymış, acaba dedim 35 olsa "kırk yaş" vurgusu yapar mıydı?
Şükran puro sabun kullanmaya başlayınca, Macit şöyle diyor ki, reklamda pazarlanan şey de o zaten: "17 sene evvel büyük bir hazla okşadığım kadife gibi yumuşak taze minik el".
İki soru: Macit, Hale'nin ellerini nerden biliyor? Ve niye 17 sene?, orta sınıftan İstanbullu bir erkek en geç yirmi beşinde evlenir mi demek istemişler...
Böylece bir tür sabun operası okumuş olduk...Sabunla gelen romantizm, kırk yaşından sonra gelen ikinci bahar şu bu....
Sabun ve romantizm ilişkisi tuhaf görünmesin, biliyorsunuz, radyo ve televizyonda yayımlanan trajik aşk hikayeleri, ihanetler, kavuşmalar anlatan melodramlar (pembe diziler, telenovalar) sabun firmalarının sponsorluğunda yayımlandığı için türe hafif bir küçümsemeyle "soap opera" deniyor...Operadan kastedilen ise abartılı hikaye anlatımını işaret eden bir mecaz...
Puro firması için Amerikanvari demiştim, mecranın farkında olan seçimler yapıyormuş yani, taklit ediyor bile olsa, piyasanın farkındaymış, kapalı bir toplum olduğumuz için bunu biliyor olması dahi ilginçmiş.
Salı, Aralık 10, 2024
Sevim hanım
Pazartesi, Aralık 09, 2024
165
Müzikle ilişkim biraz tuhaf, bir iki kere daha yazdım, senaryo çalışırken, daha doğrusu yazmaya başlamadan önce aklımdaki hikayeye eşlik eden ve ilham veren parçalar seçiyorum. Ve düşünürken-yazarken günlerce bunları dinliyorum. Yani müzik, yazma sıkıntımın yol arkadaşı oluyor.
Dışardan ilk söylendiğinde güzel görünebilir, oysa aynı albümü defalarca dinleyen saplantılı bir fandan farkım kalmıyor...
Elbette yapabilirim, buna katlanabilirim, diğer yandan aynı evde yaşadığınız arkadaşınız veya komşunuz, aynı şarkıyı yüzlerce kez dinliyor olsa ne olurdu diye düşünmenizi rica ediyorum, mutlaka bıkar, sıtkı sıyrılır, hafakanlar basardı. Eziyet resmen...
Sonra bir daha çalmadığım için biliyorum (başka bir senaryoya başladım çünkü) ağustos-eylül döneminde bir şarkıyı tam 165 kez dinlemişim örneğin. Görünce yuh dedim.
Şarkıyı söylemeyeceğim ve başka bir şey demeyeceğim.
Pazar, Aralık 08, 2024
Kosta
Cumartesi, Aralık 07, 2024
Vicdan azabı
Cuma, Aralık 06, 2024
Güce tapmak
Perşembe, Aralık 05, 2024
Killing them softly
Killing, tam bu dönemde popülerleşen bir fotoroman kahramanı. İtalyan menşeli çalışma, Simavilerin çok satar gazetelerinden birinde yayımlanınca bir fenomene dönüşerek büyük bir ilgi görmüştü.
Yukarıdaki kapağı daha önce görmemiştim, Ant dergisi siyasi eleştirisini Killing mitini kullanarak yapmak istemiş... Hazine yağmalanıyor derken Killing'in imge olarak akla gelmesi, ne kadar popüler olduğunu gösteriyor...
Popüler kültürün işleyişi, basit bir temel ilkeye dayanır: Etkilenir ve etkiler. Popüler olandan mutlaka faydalanır, aktüel bir zeka ve beğeniye dayalıdır... Popülerleştirir ve aktüeli etkiler. Killing, çok satar bir gazetenin bilinen bir imgesiyken muhalif bir eleştiriye katılarak ona olan rağbet ve bilinirlikten faydalanılıyor. Killing de dahil olduğu pulp evreninin dışına çıkarak, farklı bir mecrada, kendisini ve etkisini çeşitlendirerek çoğaltıyor. Bunun faydası İtalyanlardan çok Türkiye'deki yayıncısına olduğu için yerel bir etkileşim yaşanıyor ki o fasıl ayrıca ilginç.
Çarşamba, Aralık 04, 2024
Bir yemin uğruna ya rab ne güneşler batıyor
Kare 1 |
Kare 2 |
Kare 3 |
Kare 4 |
Kare 5 |
Salı, Aralık 03, 2024
Oldu oldu
Abartıyor muyum? Yanlış mı tarif ediyorum? Kanırtıyor muyum? Olmadı mı?
Esendal olsa, bu kadar soru için üç kişi toplar ve birine “oldu oldu” dedirtirdi, bir diğeri “çok iyi oldu” der, öteki “gerçekten iyi oldu” derdi… bu “oldu oldular” beni avuturdu.
Bakmayın öyle…
Pazartesi, Aralık 02, 2024
Küçüğün işlediği cinayet
Geçmişte, cinayet haberlerini edebiyattan anlayanlara yazdırırlarmış, hani şiir yazıyorum, öykü yazıyorum, Varlık'ta bir tetkikim neşredildi diyeni, tutar kolundan adliye muhabiri yaparlarmış. Yaz evladım, bize güzel bir kıssadan hisse... Hanfendi güzel mi ağladı, korkunç katil ne vakit höykürdü, Hakim bey, cezayı nasıl kesti gibi gibi... Aşk, kan ve gözyaşı, tekmili birden...
Yani elimdeki dosyadaki haberlerde vasatlık, bayık bir şairanelik, palavra ve şayia gırla gidiyor...da dönemin dili bu, o senelerde kimseye tuhaf gelmiyordu muhtemelen... Bugünden bakarak "bu cinayet haberlerinden hiç bi salça olmaz" demek haksızlık olur.
Yukarıdaki haberi seviyorum, fotoğraftaki çocuk katil diye sunulmuş, oysa değil... haberi okuyunca arkadaşını yaraladığını anlıyorsunuz. Para meselesiymiş, Halil ile İbrahim itişmişler, Kamil isimli bir başka çocuk, İbrahim'in kollarından tutmuş, Halil de borcunu ödemeyen oğlanı "arkasından ve kaburga kemiğinden bıçaklamış", e çocuk hastaneye kaldırılmış, yarası önemli değilmiş, pansuman edip yollamışlar... Polis, Halil'in babası Kunduracı Osman'a sinirlenmiş, bu bıçak çocuğun eline nasıl geçmiş şu bu...
Çocuk dört yaşında, ağaç yaşkan eğilir mi diyeceğiz, bunu yazarken ister istemez gülümsedim.
Pazar, Aralık 01, 2024
Dertli hatıra
Bizimle, sahiden durduk yere, Allah'ın
varlığını yokluğunu tartıştığı, Allah'ın varolduğunu ispatladığı
ezberlenmiş bir konuşma yaptı. Biz öğretmenlerden kaçıyoruz, karşımıza bir
başkası çıkıyor, o kısmı geçiyorum. İlginç bir şey söyledi, bir arkadaşımızla,
"dert iyidir, Allah insanın derdini artırsın" filan diyerek tasavvufu
konuştu.
Sufilere göre dert, gerçek aşktır, gerçeğe ulaşma derdidir. Dert, insanın
sahici bir hayır duasıdır. "Dertli Dolaba binesin" deyişi, o sebeple
ilenme değildir. Tabii biz bu deyişi, sonradan tekrarlayıp durmuş ve bunu
espriye dönüştürmüştük.
Adam Sufi filan değildi, üç beş gün sonra gördük, yol kenarında park ettiği arabasına, bir Mercedes'e biniyordu. Sanıyorum, sufi gibi giyinerek, o tepede, o ayazda Kur'an okumak ona iyi geliyordu. Bunu yaparsa daha iyi Müslüman olacağına inanıyordu. Halbuki sadece bunu yaparak da dinden uzaklaşabilirsin. Dert dediğin vicdanla muhasebe demek...
Ne zaman hayat kararsa, dertler büyüse, uykusuz, gamlı, gasavetli, ağrılı olsa "Allah derdini artırsın" lafı gelir aklıma. Hafiften de, o Sufiyi hatırlayarak gülümserim.
Cumartesi, Kasım 30, 2024
Son Okuduklarım 99
Lucas'ın Savaşları, Star Wars filminin yapım hikayesini anlatıyor. Ciddi bir emek sarfedilmiş, güzel anlatılmış bir belgesel çizgi roman. Serinin fanlarının bayılarak okuyacağı bir iş çıkartılmış. Çizgiler güzel, devamlılık başarılı, ne yaptığını bilen bir senaryoya sahip, dönemi, o günün ünlüleri iyi resmedilmiş, tempolu anlatılmış... Malum, başarı hikayelerinin "kötü adamları" vardır, burada da yaşlılar ve yapım şirketi olmuş... George Lucas'ın saplantılı ve içe kapanık kişiliğini bilmediğim için epeyce eğlenerek okudum. Çok çalışması, başarısız oldukça saçını ufak ufak kesmesi filan, karısıyla ilişkisi, iş odaklı hayatı, karamsarlığı, sadeleştirmeyi öğrenmesi vs ilginçmiş...Mesleki olarak hikaye ve yapımla ilgili sürtüşmeleri, maliyet kavgalarını bir parça bilip yaşadığımdan dikkatli bir merakla da okudum. Yakınlarda okuduğum en iyi albümlerden biri.
Cuma, Kasım 29, 2024
Hayat coşkusu
Cardinale, o tarihte yirmi yaşında, sinemaya bir yıl önce başlamış, sanat sinemasının ve festivallerin sevdiği bir kadın oyuncu, bir enerjisi olduğuna inanılıyor, "melez cazibesi" dikkat çekiyor, Berlin, Venedik ve Cannes'da konuşuluyor vs. O dalgayla sahiden çok önemli filmlerde oynayacak zaten...
Soru saçma gelebilir, neden dans ederken bir poz vermesini istemişler diye düşündüm. Dans ederken yakalanan bir enerji vardır, elbette onu yakalamak istemişler, fotoğrafa hareket katmışlar, haliyle erotizm ve hiç öyle değilmiş gibi duran bir doğallık var işin içinde...
Cannes, sadece en iyi filmi seçmeye çalışmaz, bir yaşam tarzını sembolize eder. Zarafeti, yeniliği, liberter bir iştahı savunur. O yılların yıldızlarının fotoğrafları daha kontrollü ortamlarla sınırlıydı, stüdyoda çekiliyordu, burada özellikle sokağa çıkılmış, festivalin neşeli, özgür ve an'ı yaşayan ironik doğasını vurgulanmak istenmiş.
Şunu düşündüm, Bardot böyle bir poz verebilir miydi? Evet, bu pozu ona da verdirebilirlerdi. Arap asıllı genç bir İtalyan'ı seçerek, sinemanın sadece sanat değil bir hayat coşkusu olduğunu popüler ve merak edilen bir yıldızla sembolize etmeye çalışmışlar.
Perşembe, Kasım 28, 2024
Yoldanayıran
Çarşamba, Kasım 27, 2024
İlham veren kaynaklar
Salı, Kasım 26, 2024
Gafletten uyanın
Pazartesi, Kasım 25, 2024
Sahildeyiz
Hazır Ankara'ya kar yağmış ve içime bir Neşet Coşar oturmuşken... Eskilerden şen şatır bir sahil fotosu paylaşayım... Empati yapıyorum, kar fotoğrafları paylaşmıyorum, gören var göremeyen var...
Fotoğrafın bir hikayesi var tabii, hiç unutmam, fotoğraf çekilirken Raffaella Carra çalıyordu, “scoppia scoppiia” filan işte… Hiçbir Türk'e yakıştırılamayacak gayri ciddi bir melodi… Sonrasında arkaşlarla Borges ile Calvino’yu karşılaştıran bir tartışma yaşamıştık, egolar dahil olmuştu işin içine, ter ve gözyaşı fasılları olmuştu, e alfalar var, e mansplaining var, kolay değil tartışmak…
Meraklısı için soldan ikinci benim, sağ başta abim var, kolyem suya girmesem iyi olur demişti, dinlememiştim. Arkada değerli münazara hocalarımız…
Bu fotoğraf çekildikten yirmi yıl sonra sol baştaki abimiz “tarikatçı” oldu, kafirle bağlarını kopardı, bizle konuşmuyor, biz de o bizimle konuşmadığı için onunla konuşamıyoruz…
Hemen yanımdaki ufaklık “rakçı” oldu ve annesi, kızıyla bir konuşmamı istemişti, muhtemelen “seks yapacak bu kız korkusu” yaşıyordu… Bittabi böyle bir konuşma yapmadım. Yıl olmuş 1997 filan demiştim içimden… Yıl olmuş 2024’le aynı anlama sahip bilmeyenler için yazayım…
Onun yanındaki Fatih, otuz beş yıl önce Amerika’ya işçi olarak gitti, orada “bize çok benziyorlar, eve girerken ayakkabılarını çıkarıyorlar” dediği çekik gözlü bir kızla evlendi, mutlu mesut iki çocuklu yaşıyor, geçen hafta mesajlaştık o kadar yıl sonra…
En sonda çömelmiş duran abim, ailemizin aşk avantüriyesi olarak Urla’da üçüncü evliliğini sürdürüyor… Aralıklarla annemi, rahmetli pederi, borsayı ve türlü geri zekalılıkları konuşuyoruz.
Kendimi anlatmayacağım, hiiiç sevmem öyle şeyleri…
Münazara hocalarımızdan kayıplarımız var, onu da tahmin edersiniz…
Ve ne var, dışarıda kar var…