Sevdiğim bir hikayedir, bir yazar tanıdığım, galiba Paris'te caddede yürürken, biri onu çevirip Türkçe konuşarak adres sormuş, o da adresi biliyormuş ve tarif etmiş ama sormadan da edememiş, Türk olduğumu nasıl anladın demiş... Adam da demiş ki anlamadım, her gördüğüme sordum, sen Türk çıktın...
Benimkisi de biraz o hesap... Geçen birisi benden Lolita hikayesi yazmamı istedi örneğin, böyle radikal bir şeyi ancak siz yazabilirsiniz filan dedi. Dedim ki, bunu size düşündüren nedir, elde veri yok çünkü...
Takip edenler iyi bilecektir, piyasamız genel olarak kadın seyirciye ve televizyon işlerine yöneliktir. Hikayeden çok karaktere dayalı yavaş ve sentimenatal soap operalardır bunlar ve ben böyle bir şey yazmak için kendimi doğru bir isim olarak görmüyorum. Benim anlattığım aşk hikayesi bile bu tarza uymayacaktır.
Bir başkası bana yeni ilişki biçimlerinden söz etmişti, lovbudi, fakbadi, sensbadi, firendvitbenefit filan... Onları ben anlatsaymışım. Niye ben diye sordum. İlişkiler hakkında konuşmayı seven biri değilim ki, aşk meşk hakkında yazan gazeteciler vardır, onlardan da hazzetmem. Ha bunlar nedir? Amerikalılar, anlatabilmeyi kolaylaştırmak için kategoriler üretirler. Ne ki içinde insan olan değişkenlerde sınırların sürekli başkalaştığını görürüz. Demem o ki hepsi bana Cosmopolitan tıkırtısı gibi geliyor. Bu konuda bir kitap olsa okurum, varsa bir analistten dinlemek isterim ama senaryo yazmak başka bir şey... Bırak yaşamadan yazmamayı, bu kavramlara inanmıyorum da...
Demem o ki, cıkk, ben o değilim.
Amatör bir ruhla profesyonelliğe ulaşmak... Ismarlama değil, gören bir göz, duyan bir kulak, duyarlı bir yürekle, deneyimlerle, anılarla, sağlam algılarla, birikimlerle yaşamın içinden bir şeyler aktarmak, anlatmak. Daha iyiye ulaşmayı isteyen herkese iyi geliyor...
YanıtlaSil