Salı, Ağustos 22, 2023

Son Okuduklarım 77

Abbas Kiyarüstemi ile Söyleşiler, ünlü yönetmenle yapılmış bir söyleşi kitabı. İlginçliği, coşkulu sorulara verdiği sönümlendirici cevaplarda... İnsan olarak beklediğim gibi biri çıktı aslında, şiirle ilişkisi, çalışma ve kendini meşgul etme çabası, kendini önemsememe direnci söyleşilerin temelini oluşturuyor. Fars kültürünü çok bilemediğim için onların normallerini, otoriteyle olan ilişkilerini başka türden bir merakla okudum. Sonradan ünlü bir sanatçı olan arkadaşıyla okuldayken yaptıkları kavga bana oldukça sarsıcı geldi, o sakin adamın dehşetli öfkesi, ipe sapa gelmez bir şey için birbirlerini yemeleri...mesela çok anlaşılır gelmiyor bana, ya da şiir okuyup ağlamaları filan...  Oleg, bir çizgi romancının gündelik hayatını ve (bu ifadeyi sevmiyorum ama) yaratım sancısını anlatıyor. Böyle söyleyince pek özgün ve yeni durmadığının farkındayım, grafik romanlar otobiyografik hikâyeler anlatıyor, mahrem paylaşıyor, yara gösteriyorlar. Hikayenin kendisinden çok başrole çıkan auteur'ün savrulmalarını okuyoruz aslında. Peeters bunun farkında olduğunu göstererek, bu eğilimi eleştirerek, ironik bir biçimde yeniden üreterek anlatıyor Oleg'i. Öncelikle çok güzel sayfalara sahip bir albüm okuyoruz, siyah beyaz dengesini maharetle kullanılmış. Hikayeye akıcılık katan güzel bir ardışıklık kurmuş. Yoksa sıradan bir rutini, herhangi bir olağandışılığı olmayan bir konusu var, diğer yandan iyimserliğe, zamaneliğe muhalefet eden ve kaçmaya hazır bir eleştirelliğe sahip.

Les Folles Nuits de Cryptée bir parça "tekinsiz" bir albüm, sansürle başının belaya gireceğini tahmin etmiş olmalı ki, yaratıcısı ismini gizlemiş, ne ki, şöyle bir bakındım, yeni baskılarda Ardem imzası var, niye var, çizgi roman eskisi kadar popüler olmadığı için galiba kendiliğinden bir müsamaha oluşmuş veya üreticisi artık imzasını kullanmaya başlamış, gerekçesini bilemiyorum. Erotik edebiyatın zenginleri ve dolaylı-dolaysız aristokrasiyi eleştiren bir yönü vardır,  o şaşalı hayatlarının arkasında cinsel bir doyumsuzluk ve sapkınlık yaşıyordur demek isterler. Bunu yaparken aşırıya kaçmak hususunda bir beis görmez, iştahlı bir teşhircilikle sınırları zorlarlar. E bu albüm, bu aşırılığı ve şaşırtmayı istemiş, hikayesi 1987 tarihli ama yetmişli yılların zihniyetini taşıyor. Tuna Gülü, M.Faruk Gürtunca'nın uzun epik bir şiiri veya manzum biçiminde yazılmış hamasi hikayesi (1949). Yakışıklı Türk erkeğiyle onbeşindeki güzel Macar kızının aşkı anlatılıyor. İlgi çekici yanı, albüm biçiminde basılması ve Münif Fehim tarafından resimlendirilmesi. Başka türlü okumazdım zaten. Gürtunca, anlatma biçiminin o tarihte dahi "demode" olduğunun farkında değilmiş, öyle anlaşılıyor, kendi imkanlarıyla, göz alıcı bir baskıyla sunmuş kitabını. Elimdeki örnek, o yılların ünlü yönetmeni Faruk Kenç'e imzalanarak gönderildiğine göre şiirinin "filim" olabileceğini dahi düşünmüş olmalı. Oysa popüler edebiyatın lirik yapısını ve epik aurasını değiştiren bir Holivut var, (o dönem dahi)  gençlere "yeni" veya "ilginç" gelmiyor bu türden bir hamaset. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder