Defterle bakışırken, sahne düşünürken bizim buralar sahiden cayırtısızdır, sokaktan gelip geçenlerden, komşulardan ve evlerden gelen seslere ister istemez (bana yoldaşlık ettikleri için olmalı) takılmaya başladım. Biteviye tekrar eden seslerden söz ediyorum... Mesela karşı apartmanda bir kadın, sabahları ve akşamları dışarı çıkıp "Badeee..." diye bağırarak kedisine sesleniyor, Peşi sıra uzaktan uzağa bir miyavlama duyuluyor... Bir başka kadın sürekli telefonla konuşarak sokaktan geçiyor ve her cümlesinin sonuna "cınım" ya da "cınım benim" ekliyor... gibi gibi... Tek tek hepsini yazmayacağım.
Özellikle bir tanesi, bitmek bilmediği-ilanihaye gibi sürdüğü için beni şaşırtıyor,... Kesintisiz üç haftadır her sabah saat on bir gibi başlayıp aralıksız olarak iki ve bazen üç saat süren kimi zaman akşamları da yinelenen, üç haftadır oynanan bir tavla "partisi"nden söz ediyorum...
Tavlacıların bir gürültüsü olur, benimkilerin olmuyor, sanırsın satranç oynuyorlar... Oyunu oynayanlar neredeyse hiç konuşmuyorlar, aralarında ne bir takılma, ne bir yükselme oluyor, sadece tıkır tıkır atılan zarlar duyuyorum...
Kendimi defaatle sınadım, yazmam ve yetiştirmem gerekiyorsa, gürültüyü veya insanları unutabiliyor, çevreden kopabiliyorum, tabii ki hilti gürültüsü, matkap sesi filan değil kastettiğim... her yerde yazabiliyorum desem de o kadar değil...
Bu zar sesine şu yüzden takıldım, yahu bunlar sıkıntıyla mı oynuyorlar, şehvetle mi, seviyorlar mı yoksa unutuyorlar mı birbirlerini diye merak etmeye, bu kadar çok tekrar eden bir şeyi, oyun da olsa nasıl "tahammül ediyorlar" filan diye sormaya başladım... günbegün sorularım artmaya başladı.
Ancak iki kişinin sığabileceği kapalı-daradar bir balkonda oynadıklarını on gün sonra anlayabildim. Kim olduklarını öğrenmeye çalışmadım, yüzlerini görmemek için özel bir çaba gösteriyorum halen... Hayal ettiğim gibi kalmalılar...
Monoton ve tıkır tıkır... sonra yine monoton ve tıkır tıkır....
Sessizliği bazen özlüyor insan. Çok seslilik düşüncelerde, fikirlerin ifade edilmesinde güzel. Tavlacılar genellikle sesli ve gürültülü oynarlar. Rekabet duygusu yoğunsa ses de giderek yükselir. Zarlar hırsla atılır.
YanıtlaSilGürültülü bir toplumuz. O yüzden pek çok insan kendi iç sesini duyamıyor.
sondan ikinci paragrafta eternity and a day filminin pencere sahnesi geldi hemen aklıma. bazen “bilmemek ve hayal etmek daha iyi..”
YanıtlaSilhttps://youtu.be/CzpVbIyq3H4
Benim için sessizlik en büyük lüks ! Bu yüzyılda gürültü günün normali, denizin ortasında bile yandaki tekne son ses Ankara'nın Bağları çalabiliyor :(
YanıtlaSil