Çarşamba, Aralık 30, 2020

İyi Seneler

Bu yıl zor geçti, biliyorum herkes için zor geçti ama ne bileyim bana hayatımın en zor yılı gibi geldi... Geçen yıl bugün, "umarım 2020 iyi ve sağlıklı geçer" demişim, temenni nihayetinde ama geçmedi işte... Demek ki temennilerde fena ıskalıyorum, ispatlanmış oldu...

Babam, pandeminin ortasında, otuz dört gün içinde kanserden öldü, iki ay sonra annem covid oldu, geçici de olsa hafızasını yitirdi, ona bakarken ben de kovid oldum, kovid geçti, boynumdan bir böcek ısırdı, şişiği indirmek için eczaneye giderken kapı ağzında bir köpek ısırdı, aynı yerden iki defa başımı bir yere çarptım, kanattım, gözümde üst üste arpacık çıktı, zor uyuyan birine dönüştüm, kimseyi çekemez oldum, herkese üzülür oldum, ev haline, çevremin ruh hallerine yetemez oldum... Say say bitmez, bir yandan da hayat devam etmeli, sözleşmem var, senaryo yazmalıyım. Nerdeyse dört ay üst üste gelen dertler sebebiyle yazamadım- çalışamadım... 

Hiç bu kadar şey yaşamamıştım, bir türlü soluduğum havayı değiştiremedim, e'cicik bile tatile gidemedim, yeni insanlar tanıyamadım, herkes beni "sağlam" bulduğundan dert dinledim, derdimi hiç anlatamadım. Her şey bana zor geldi, muhtemelen sevdiklerime de ben zor geldim, kahrımı çeken bilir...

[Uzun zamandır bir ormanın içinde hayal ediyorum kendimi...asırlık ağaçlar altında öylece oturuyorum.]

Ha ne yaptım, meşgale iyidir, heç olmazsa aklıma mukayyet olayım dedim, "it gibin" çalıştım ve yazmam-bitirmem gereken bir senaryoyu yılın kalan aylarında "hayatımdan çıkardım." Ne diyor Nazım, "çalışmak lazım, yaşamak için değil, unutmak için, dalıp dalıp gitmemek için, düşünmemek için kötü kötü"

İş bitince bana öyle iyi geldi ki, yılın en güzel saatleriydi, nasıldım anlatamam, dünyanın en güzel gülen gözleri oldum o gece... Yolda yürürken kediler seveyim diye önüme serilip karınlarını açtılar bana...

Yeni sözleşme yaptım, film yazacağım, aklımda tuhaf hikayeler... Geriye, ta kırk yıl öncesine kendime bakıyorum, işte geldim gidiyorum misali, bir lütuf gibi halen hayallerimle tırmalıyorum dünyayı.

Yeni yılla ilgili temennilerim yok, ne desem nafile, diyeceğimi başlıkta söyledim. Blogu bu sene için kapatıyorum.

Salı, Aralık 29, 2020

Bir şey olmamaya karar vermek

Sait Faik, çocukken gençken bir şey olmaya değil olmamaya karar verdiğini söylüyor, klişe soruya ters köşe cevap...Bu sebeple seviliyor ve hatırlanıyor işte...

Yukarıda da öğrencilikten nefret ettiğini söylemiş... Nedense öğretmenliği kutsama eğilimimiz var, halbuki hepimiz höt zöt ve sahiden tıngır mıngır hocalarla sıralarımızı eskittik... Öyle bir tane iki tane de değildi, aksine, ilginç ve değerli olanlar nadide ve istisnaiydi...
 

Pazartesi, Aralık 28, 2020

Mesafe

Şu hayatta öğrendiğim bir şeydir, diyelim, çok doğru ve “yararlı”, sahiden iyicil bir şey yaptınız, buna rağmen sizi beğenmeyecek, size kahredecek birileri çıkar, o sebeple geçip giden zamana, olup bitene,  konuşulanlara mesafeli kalabilmek gerekiyor, kolay demiyorum, insanız, yalpalayarak yaşıyoruz, benim dediğim, unutmayalım, aklımızda tutalım yeter…

Pazar, Aralık 27, 2020

Bozkır İkinci Sezon

Soranlar için duyurayım, Bozkır’ın ikinci sezonu için BluTv ile sözleşme imzaladım, senaryoyu 2022 Şubat başında teslim edeceğim. Güzel bir hikaye ile dönmeyi hayal ediyorum. Bakalım...
 

Yeni bir serüven


2021 yılı için @OGMPictures ile sözleşme imzaladım, başlangıç olarak dijital platformlarda yayımlanmak üzere iki film senaryosu yazacağımı duyurayım. Umarım bana güvenenleri, ilgi ve nezaket gösterenleri mahcup etmem, üstesinden gelirim.

Cumartesi, Aralık 26, 2020

Halikarnas Balıkçısı








Halikarnas Balıkçısı'nın Deniz Gurbetçileri kitabına çizdiği ilüstrasyonlar...Coşkusu her zaman ilginç...

Perşembe, Aralık 24, 2020

Nasihat Dinlemeyen Köy

Altı yedi yaşlarında okumayı öğrenirken okumuştum bu masalsı kitabı... İşte yamaçlarındaki ağaçları keserek satan, para hırsına kapılan bir köyün, aç biilaç ve çaresiz kalarak göç etmek zorunda kalmasını anlatıyordu. Elinde baltayla ağacı kovalayan köylü, yüzündeki dehşetle kaçmaya çalışan biçare ağaç hafızamda nasıl yer ettiyse...kapağı görür görmez hatırladım ve satın aldım kitabı... 

Disney havasındaki ağacın kaçışı, bir kontrast olarak beni çok etkilemişti. Her ağacın bir canlı olarak geceleri bir yerden bir başka yere gidebildiğini hayal ederdim, hafif korku, hafif merak...aklımda hep bir gıcırdama sesi, topraktaki sarsılmalar, uğultular... 

Halbuki, bir orman köyü, bir orman köylüsü herkesten çok bilir ağaçlarla nasıl ilişki kuracağını... azı karar çoğu zarar demeyi filan... abartıyla öğretilen doğa sevgisi... e olmaz değil diyelim, Ensdüdülü bir öğretmenimiz vardı, o okutmuştu bu kitabı. 

Ha bi de işte Türklerin Orta Asya'dan göç etme ve dünyaya dağılma hikayesi vardır. Artık nasılsa, ben o yaşta, ağaçları kese kese, mümbit toprakların kuraklaştırıldığına karar vermiştim. Yani, Nasihat Dinlemeyen Köy ile Orta Asya Göçünü aklımca birleştirmiştim. Bir tek Ötüken ormanları kalmıştı, işte o sebeple Karaoğlan bir Ormancıya emanet edilmişti falan filan.

Ağacın yanında dur, baltayı sağından vur... Kışın odun yanınca, alevler parlayınca... di mi? Hafıza böyle bir şey, çat diye açığa çıkıyor, ben buradayım diyor hatıralar.

Çarşamba, Aralık 23, 2020

Salâh Bey


Fransızca öğretmeni, müfettiş ve kütüphane müdürü. Kırkların şairlerinden, ellilerde gazeteci. Dört köşeli üçgenden bir romanı var, asıl mahareti denemelerinde. Kendine gömülen, İstanbul’a yazılan. Neşeli, gevrek, okumuş adam kahkahası. Elek tekne. Hayhuy kayıtçısı. Hacivat’ın karısı Beyoğlu’nda geziyor. Salâh Bey Tarihi yazılıyor. Ağzında bir çakıltaşı, bir ıslık, bir kadınla konuşuyor, bir başkasının ardından seyirtiyor. Küllük’te kimler oturuyor? Höpür höpür kim içiyor kahveyi? Gel iki lafın belini kıralım Kuzu Çobanı. Salâh Birsel, Türkçenin flaneurü.

Salı, Aralık 22, 2020

Nur bir muammaydı

Bebeğin adı Nur'muş... Sene 1966, arkasındaki yazıdan fotoğrafın enişteyle cici teyzeye gönderildiğini anlıyoruz. Çocuk yaşta bu ikiliyi yan yana görseydim, serüven edebiyatıyla büyümüş bir "Türkoğlu" olarak aklıma Ayşecik, Ayşegül filan gelmezdi... 

O bebeğin içinde mutlaka gizli bi şey olurdu, bu yaşıma kadar bu konularda hiiç yanılmadım...Böyle bilgiler en umulmadık yerlere gizlenirdi ve o akça pakça, "ayyy ne şeker" denen taşbebişin içinde İstanbul'u patlatacak manyetizmalı ve habis bir muamma saklı olurdu...Aynen öyle cınım.

Siz daha uyuyun... Bu bebekler neden zenginlerin evlerinde, niden Almancıların akrabalarında olurdu...niye yurt dışından geliyordu bu fincan gözlüler... Soruyorum ya! 

Diyeceklerim bu kadar...

Pazar, Aralık 20, 2020

Topuz Hakan

Münif Fehim'e  kırklı yıllarda Topuz Hakan isimli bir çizgi roman çizdirmişler... Çizgi romana bakınca ya hızlı çizmiş ya da telif çok düşükmüş demek zorunda kalıyor insan... Fehim'in çok daha güçlü bir çizgisi var, biliyoruz. 

Türkiye'de çocuk dergileri yetmişli yıllara kadar pek satmıyorlar. e satmadıkları için, özgün işlere iyi telif ödeyemiyorlar... telif iyi olmayınca nitelikli çalışmalar çıkartamıyorlar filan... Sonuç: Topuz Hakan, Münif Fehim çizse de kaybolup gitmiş...ucuz etin yahnisi misali

Gazeteler olmasa, çizgi romanımız bir ivme kazanamayacakmış, o kesin...

 

AP 76

Bilmiyordum, meğer, 1980 öncesinde AP 76 isimli Adalet Partisi yanlısı bir mizah dergisi yayımlanmış (1976), parti yayını gibi dursa da, anladığım dönemin Antalya milletvekili İhsan Ataöv'ün çaba ve ısrarıyla çıkabilmiş... Ne ki tam bir mizah dergisi de diyemeyiz, alt başlıkta "siyasi ve mizahi dergi" açıklaması eklenmiş, seküler ve milliyetçi duruyor, içeride partiden, Demirel'den haberlere yer vermişler, yayının geneline pek parlak denemez.

Bugün için ilginçliği ise yerel rekabete yönelik karikatürleri olmuş, örneğin Gazanfer Karacehennem imzasıyla CHP'li Antalya milletvekili Deniz Baykal kadın gibi çizilmiş... Antalyalı seçmenler, rakip siyasetçiyi kadın kılığında-dansöz olarak görünce hafifseyecekler diye umulmuş galiba... Rakipler ya, belden aşağı vurmuşlar akıllarınca, o yılların vasatıyla... bir siyasetçiyi kadın kılığında karikatürize etmeyi pek sevmişiz, kadın-karı "etmeyi" başlı başına tahkir etme yolu saymışız...Kabaca, doksanlı yıllara kadar, kadın olarak çizilmemiş siyasetçimiz yok gibi bir şey...

Cumartesi, Aralık 19, 2020

Berber

Sadi Yaver Ataman'ın "Esnaf Türküleri" kitabında rastladım, Berber türküsüymüş, artık kadın mı söylüyor, erkek mi bilmem, berbere meftun, çığırıyor, çağlıyor: "Ocak başında kaldım / İnce fikre daldım/ Her kapı kakılışda/ Berber geliyor sandım/ Ah ah! a berber oğlan / boynuma dolan

Matrak geldi bana...
 

Cuma, Aralık 18, 2020

Yansıma


Yansıma dergisi, "Mizah ve Karikatür Özel Sayısı" yapmış (Eylül 1974). Yazarlar ve yazdıkları bakımından iyi bir içeriği var, bana ilginç geldi, sayıyı bilmiyordum, Levent (Gönenç) benden önce keşfetmiş, hemen edindim, dallayıp duruyorum. 

Malumunuz, yetmişli yılların kendine özgü bir gerginliği var(dı), sadece sağ ile sol kutuplaşmıyor, sağ ve sol içinde de ayrışmalar yaşanıyor. Yansıma, haliyle meseleye sol'dan bakıyor. Gırgır ve Salata özelinde mizah dergilerini  "emperyalizm" paradigmasına dayanarak eleştiriyor. 

Yukarıda bir bölümünü alıntıladığım metin, dil ve üslup bakımından hayli sert veya nasıl desem "küfürbaz" bir üslupla yazılmış, gülmenin pezevenkleri diyor, ülkeyi boşvermişlerle dolduruyorlar diye el yükseltiyor... İddiası ne olursa olsun, kavramsal bir tartışma yapamıyor aslında, mecazlarla suçlamalarla romantik bir dil kullanıyor çünkü...Vatansız, sorumsuz, ihanet, pezevenk filan diyerek bir mesele nasıl tartışılır bilemiyorum, orası ayrı...

Diğer yandan Gırgır'a yönelik en ağır eleştirileri Yansıma'da okudum desem açıklayıcı olacaktır. Akılda kaldığı, sonraları çeşitli biçimlerde cevaplar verildiği de anlaşılıyor. 

Perşembe, Aralık 17, 2020

Kokareş ve diğer şeyler


Enver Naci Gökşen'in Elebaşı (Mim Yayınları, 1964) öykü kitabında rastladım Kokareş'e... Yazım hatası değil, defalarca tekrarlanıyor, yanlış yazılmış diyemem, biz kokoreç diye biliyoruz, o tarihte öyle mi deniyordu diye merak ettim.

Mandel'in ünlü Hoş Cinayet kitabının ilk baskısındaki (Yazın Yayıncılık, 1985), alt başlığa dikkatinizi çekmek istiyorum: "Polisiye romanın toplumsal bir tarihi" denmiş... Çok kullanılmadığı için olmalı, toplumsal tarihi diyememişler.
Kırklı yılların bir çocuk dergisinde rastladım, çizgi romanın (Topuz Hakan) devam ettiğini, tefrika olarak gelecek sayılarda da süreceğini vurgulamak için "Sürekli Tarihi Türk Masalı" deme gereği duymuşlar, bugünden bakınca pek anlaşılmıyor....


Çarşamba, Aralık 16, 2020

Kerimanım


Sen Yosefli. Mürebbiyelerle, köşklerle büyüyen genç hanımlardan. Bien élevée. İlk romanı yirmisinde çıkıyor, Hıçkırık’la meşhur oluyor. Seven Ne Yapmaz ile taklit ediliyor. Yazarak öğrenenlerden. Melodramın Şehrazat’ı. Erkekler babaya benziyor, erkekler çocuk gibi oluyor, erkekler annelerini arıyor. Genç kızlar okumaya Kerime Nadir’le başlıyor. Savaş, kıtlık, İnönü, Menderes, ihtilal… Kıyamet kopsa bildiğinden şaşmıyor, nasıl kurulmuşsa öyle söylüyor. Bunalım aşktan, haset ve intikam aşktan. Hep sevilen ve hep küçümsenen yazar. Kerime Nadir, erkeklerin ve büyük edebiyatın karşısında, tek başına. Ben tek siz hepiniz. Heimatlos!

 

Salı, Aralık 15, 2020

Gülgeç ve akisler



Ergun Sav'ın Halk Hikayeleri kitabı, ta 1974'te çıkmış, İş Bankası Yayınlarından... Bankanın ellinci yılında... Bildiğim bir kitap değildi, asıl süpriz, ilüstrasyonları oldu. İç resimleri İsmail Gülgeç çizmiş, yeni yeni çizgisinin palazlandığı bir dönem, inişleri çıkışları var, yalpalıyor, rengini arıyor diyeceğim... Bilenler için yazayım, arkasını getirmediği Memo çizgi romanındaki çizginin emareleri var... 

Gülgeç, 74' mü dedim, işte sonraki on yıl içerisinde bence başka bir evreye geçti ve sonradan bence gerisine bile düşeceği bir iştah ve üslup gösterisi yaptı...Yukarıdaki ilüstrasyon kitaptaki iyi örneklerden biri, Gılgamış hikayesinden... 

Sav'ın kitabı, tekrar basılmış, bence Gülgeç'in çizgileri kullanılmamıştır ama yanılmak hoşuma gider. 

Pazar, Aralık 13, 2020

Golyat



Tom Gauld'un yeni bir çalışması yayımlandı. Din mitolojisinde anlatılan Golyat'ı (Calud) yorumlamış Gauld. Üstelik öyle ironik bir dil kurmuş ki, Buzzati'nin Tatar Çölü'nü hatırlatan bir yeknesaklık içinde zoraki bir savaşçı olmuş Golyat... Savaşın anlamsızlığı absürd bir dizge içinde güzel kurmuş, hiç de komik değilim havasında bir komiklikle yapmış bunu.  Bu sene yayımlanan iyi grafik romanlardan biri.

Cumartesi, Aralık 12, 2020

Salı, Aralık 08, 2020

Bir serüven biterken...


Çalıştığım senaryoyu bitirme (kurtulma) azmiyle bir süreliğine sosyal medya adreslerimi kapatmıştım. Geçen Pazar itibarıyla normal hayatıma dönmüş durumdayım, eşe dosta duyurmuş olayım. Meraklısı için Volkan (Sümbül) ile birlikte BluTv’ye 1960’larda geçen,  bir Yeşilçam prodüktörünün hikayesini yazıyordum, onar bölümlük iki sezon yazımı böylece bitmiş oldu. Çekimlerine iki ay içerisinde başlanacak diziyi Çağan Irmak yönetecek, başrolde de Çağatay Ulusoy oynayacak. Gelişmeleri platform aralıklarla açıklamaya başladı zaten…

Bu sene için benim kayıplarla, hastalıklarla, tersliklerle geçti, senaryo bitmeseydi, kendimi kötü hissedecektim, o bakımdan rahatladım, neşeliyim.  Hiç tatil yapamadım, iki hafta kadar dinlenip, yeni yıla yeni bir serüvenle başlayacağım.

Pazartesi, Aralık 07, 2020

Likör


Eskiden davetlerde, hatta bayramlarda bile kahvenin yanında likör ikram edilirdi. Meyveli, içimi kolay, "yumuşak" bir alkoldü. Ah vah ettiğim sanılmasın, bir alışkanlıktı, nasıl oluştu, nasıl kayboldu insan üstüne düşünüyor. 

Aktüel zamana ilişkin kahretme eğilimi güçlü olduğu için pek çok insan, kaybolmayla ilgili mevcut iktidarı suçlayabilir, etkisi yok diyemeyiz ama onlardan önce de bir eskime, bir seyrelme olmuştu, galiba demode sayılıyordu, ben, yaşlıların evlerinde rastgeldiğimizi hatırlıyorum. Veya likör, alkol familyasında ciddiye alınmıyordu.

Fotoğraf, anlaşılan o ki, altmışlı yıllardan, bir eğlence yerinde çekilmiş, aileler arasında nişan olmuş, kutlamayı resmileştirirken likör (belki de punch) içiliyor. Cumhuriyet döneminde kurulmuş (bugün gaiplere karışmış) bir likör fabrikası var, gerçi ondan önce de içiliyor, satılıyor, üretiliyor.... 

Bir arkadaşım, Orta Asya Türklerinin kımız içme alışkanlıklarının benzer nitelikte olduğunu hararetle anlatır, "çok içerdik" kardeşim derdi. İtiraf edeyim, değil Asya, Selçuklular bile anlatırken ortada pek "kaynak" yok, bu türden iddiaları, yani "çok içerdik" veya "hiç içmezdik" diyebilmek kolay değil. Herkes, kendine göre bir hikaye anlatıyor diyerek geçelim.

Bana sorsalar, İttihatçı modernleşmesinin bir parçası gibi gelirdi likör, yukarıda ima ettim, oysa değilmiş, çok daha eski tarihlere kadar rastlanabiliyormuş, sadece bizde değil, Rum ve Ermenilerde de tüketiliyormuş... Malumunuz, alkol kullanımı modernliğin veya liberterliğin bir ölçütü gibi görüldüğünden, onu kullanmak, içmek veya içenlere müsamaha gösterip-göstermemek tartışma yaratan eksenler...

Laf uzamasın, hasılı, likör niye kayboldu merak ediyorum...

Pazar, Aralık 06, 2020

Yayınevi Broşürü


Eskiden yok ölçüsünde azdı, yayınevleri, yayınları takdim edecek kataloglar, broşürler hazırlamazlardı. Kitap fuarları yaygınlaştıkça galiba ihtiyaç oldu, kendilerini ve yayınlarını toplu bir halde sunmaya-göstermeye başladılar.  Yazıda kullandığım sayfalar, Türkiye Yayınevininin 1955 yılında başladığı Günün Kitapları dizisini tanıtan bir broşürden. Günün Kitapları, ucuza satılan, çok basılan, kolay okunan popüler romanlardan oluşuyordu. Amerikanvariydi, pulp bir havası vardı, "serüven" dünyasına dair modern seçimler yapılıyordu filan... 


Beni tavlayansa broşürün tek bir çizerin elinden çıkması oldu, her romana bir vinyet çizmek, doğru betimlemek kolay iş değil...

Çizerini bilen olursa, ona dilediği bir kitabımı imzalayarak adresine göndererek, hediye edeceğim... Bilen çıkana kadar da bu sözüm baki kalacak. Pıyy...

Cumartesi, Aralık 05, 2020

Metamorfoz


Seneler önce, en fazla yirmi yaşımdayım, Resmi Tarih diye bir Latin Amerika filmi gelmişti, o dönemin solcuları filmi hayli övmüşler, ben de meraklanmıştım. İşte bir tarih öğretmeni ezberden resmi tarihi anlatırken hakikatle, hiç bilmediği veya inanmak istemediği bir başka tarihle karşılaşıyordu.  İşkencede ölenler, hapiste öldürülenlerin zengin ailelere "satılan" sahipsiz bebekleri gibi epeyce trajik unsur içeriyordu film. Gerçi ben o yaşta, filmi övüldüğü kadar ilginç bulmamıştım... Batılılara enteresan gelebilir ama biz bunları hiç bilmiyor ve yaşamıyor değiliz, bu bizim gerçeğimiz filan diyor... Ergen ergen büyükleniyordum. Halbuki, seksenli yıllardı, bizde bile bir polis yeni itiraf etmişti de, işkence daha yeni gün yüzüne çıkmış, herkes tarafından konuşulur olmuştu... Galiba diyorum, yakınlık-uzaklık kuruyor, anlatılanlara aşina olduğumuzu anlatmak istiyordum, bir Amerikalı ile filmi aynı şekilde anlamayacağımızı vurgulamak istiyordum.

İran Usulü Metamorfoz, anlattığı hikayesi nedeniyle ilginç bir kitap... İranlı bir çizgi romancının, çizdiği hamamböceğine, ta çocukluğundan beri kullandığı bir sözcüğü (namana) söyletmesiyle başlıyor her şey... meğer Azeriler de kullanıyormuş o sözcüğü, kendi dillerinden bir sözcüğü bir hamamböceğinin ağzından duyunca galeyana geliyor, protestolara başlıyorlar. Hikayeyi anlatan çizeri hapse düşüren traji-komik süreci böylelikle okumaya başlıyoruz.

Sahici bir trajedi, ülkesinden kaçmak zorunda kalıyor, Afrika'ya, Çin'e, hatta Ankara'ya dahi gidiyor, mülteci olarak yaşıyor, bütün servetini harcıyor, saçma bir sebepten bütün hayatı altüst oluyor... okurken ister istemez içiniz sıkılıyor. Diğer yandan, Resmi Tarih'ten bu yüzden söz ettim, İranlı çizgi romancının yaşadığı dram bizim gibi ülkelerde yaşayanlar açısından hiç duyulmadık bir şey değil... Yaşıyoruz, okuyoruz, duyuyoruz, çekiyoruz, çektiriyoruz... Adaletin zamanın esiri olduğunu hepimiz biliyoruz. 

Çizgiler çok ilginç diyemem ama tahakkümü anlatırken kurduğu mizansenler ve ardışıklık bazen çok başarılı...  

Cuma, Aralık 04, 2020

Ne Devlet, Ne Mutlu Azınlık


12 Eylül'den bir hafta önce Konya'da yapılan Büyük Kudüs Mitingi meşhurdur, darbe illa olacaktı da, vesileler arasında sayılırdı, konuşulurdu.  Fotoğrafı ilk kez görüyorum, miting için hazırlanan pankartlardan biriymiş. 

Müslümanları birlik olmaya, birlikte ticaret yapmaya-kazanmaya çağırıyor: "Ne devlet, ne mutlu azınlık... Fabrikaların sahibi sen olacaksın". İlginç olan, kendilerini devletten de kapitalist sermayeden de ayırmaları...

Uzun süredir iktidardalar, berhava oldu o iddiaları. 

Yeşilçam'ın klişe cümlelerindendir: "Para, bozmasın bizi be abii"

Perşembe, Aralık 03, 2020

Bu sene


Spotify, bu sene en çok dinlediğim şarkıları göndermiş bana... İlk iki sırada "senaryom" var... İlk şarkıyı tam 157 kez dinlemişim, gülüyorum bu duruma... 

Senaryo yazarken, daha doğrusu işe başlarken, kendimi motive etmek, gaza getirmek, belki yazmamı kolaylaştırmak adına hikayeye uygun şarkılar seçerim ve defalarca dinlerim... Dışarıdan birisi için bu tekrar tam bir azaptır, bunu da gülerek yazdım... Tuna ve Funda, bu tekrarları, ancak of pufla anlatabilirler...

Neşe Karaböcek'in "Geri Dönülmez Yoldayım" şarkısı yazdığım "Yeşilçam" senaryosunun ilk sezonunu, Cem Karaca "Oy Bana Bana" şarkısı ise ikinci sezonunu anlatıyor benim için... her ikisi de hayalimdeki hikayenin jenerik şarkıları diyeyim...

Çarşamba, Aralık 02, 2020

Seyrüsefer Defteri 124


Waiting for the Barbarians (2019) oyuncularına ve iddiasına rağmen büyük bir film beklemiyordum, Dino Buzzati Tatar Çölü'nü senaryolaştırmamış, ölçebiliyormuş (30 Kasım).++ Lovecraft Country  Sea1 Ep.3 ve 4'ü seyrettim (29 Kasım). ++ The Undoing Sea1 Ep.1 ve 2'yi seyrettim (28 Kasım).++ Terminal (2018) teatral ve mekanı çok öne çıkartıyor, kara film parodisi sandım, değilmiş (27 Kasım).++ Aman Reis Duymasın (2019) bir dizi bölümü gibi olmuş (26 Kasım).++ La Belva (2020) klişe ve bir yerde de tempoyu fena düşürüyor ama tip, Terzi tadında güzel duruyor (25 Kasım).++ Capri Revolution (2018) ilginç bir kontrastı var ama yetmemiş 20 Kasım).++ Quenn's Gambit Ep.3 ve 4'ü seyrettim (24 Kasım). ++ Senaryo Kampı (!) (19-23 Kasım).++ Bir BaşkadırEp.1 ve 2''yi seyrettim (18 Kasım).+ The SpongeBob Movie, Sponge on the Run (2020) film boncuklu filan olmamış, yine eğlenceli o ayrı ama bunu filme borçlu değil (17 Kasım).++ Target Number One (2020) belgeselvari olmuş, kurguyu beğendim, tempo katmış (16 Kasım).++ Was wir wolten(2020) evlilik, tedirginlik, devam etme arzusu, yabancılaşma mı demeli, evet güzel değinmeler var, seyrediliyor ama büyümüyor (15 Kasım).++ Rogue City (2020) Kirli polis(ler) hikayesi, bir temposu var, kalabalık olmasa daha etkili olurmuş (14 Kasım).++ Kırk Yalan (2019) birebir gitmediğinden, flachbacklerden olmalı, temposunu kaybediyor (13 Kasım).++ Senaryo Kampı (!) (3-12 Kasım).++ Queen's Gambit Ep.1 ve 2'yi seyrettim (2 Kasım).++ Chick Fight (2020) Feminist Fayt Kılab parodisi dense abartılı olur ama başka türlü de anlatılmıyor, pek parlak değil (1 Kasım).




 

Salı, Aralık 01, 2020

The Undoing



Senaryo işlerim yüzünden istediğim gibi seyredemiyor ve okuyamıyorum... Bu da galiba okuma ve syretme arzumu çok fena çoğaltıyor, duramıyorum. Gerçi tek bölüm kaldı, gün sayıyorum diyelim, sonuna geldim. Geçen perşembe 19.bölümü erken bitirince, bana fazladan iki gün kaldı ve hurra diyerek sağa sola bakındım...Dişime göre üst üste seyredeceğim bir şey aradım.  O oburluk içinde en çok The Undoing'i beğendim, geçen pazar Amerika'da altıncı ve son bölümü yayımlanan, bir mini diziydi. 

Öncesinde dizi hakkında bir fikrim yoktu, muammalı olacağını düşünerek başladım ve işi senaryo olarak çok beğendim. Yaşadığımız dijital çağda "katil kim" sorusu üzerine bir dizi yapmak pek mantıklı değil aslına bakarsanız... O yüzden altı bölüm yapmışlar, dört bölüm bile olabilirdi. Çünkü siz son bölümü yayımladığınızda birisi mutlaka katili yazar ve işin büyüsü kaçar... HBO risk almış...

Benim hoşuma giden muammayı ve katil kim olabilir sorusunu diri tutabilen senaryo oyunlarıydı... Çengelleri, açmaları, kapatmaları... Daha derinleşebilirdi, psikolojileri yavaşlayarak açabilirlerdi veya Amerikanvari hızlanmaları vardı, başka türlü anlatılabilirdi filan... Dizi beni üç gündür konuşturuyor...

Amerika'da şaşırtıcı izlenme oranlarına ulaşan bir dizinin bizde burun kıvrılarak geçiştirilmesi ayrıca ilginç...Tabii ki beğenilerin tartışılması çok anlamlı değilse de mukayese hoşuma gidiyor, niye sevildi niye sevilmedi karşılaştırması zihin açıcı olabilir gibi geliyor bana...

Dizi, bir roman uyarlamasıymış, ben bilmiyordum, adı da bana manidar (!) "Bilmeliydin" imiş... You should have known ve The Undoing...isimler ilginç 

Pazartesi, Kasım 30, 2020

Ahmed Abi


Öfkeli Kürt. Kaderi, 141’e teyellenmiş şair. Tek kitabı 68’de çıkmış devrimci. Ürkek ve sessizce gelip geçen. Kendini sürgün eden. Edebiyatın beylerine, baylarına bulaşmadan kendine prangalar biçen. Her solcunun okuduğu şiir. Sloganı gençliğin, hasretin. Diyarbakır şarkısı. Sokak voltası. Ahmed Arif, Allah’ı bekleyen umudun vezinsiz çığlığı. 

 

Cumartesi, Kasım 28, 2020

Karalama Defteri


İnternete yüklemişler, yeni gördüm, Doğan Hızlan'la Karalama Defteri programında konuşmuştuk...

Doğan Hızlan’ın programı, pandemiden hemen önce, mart ayının başında son kez İstanbul’a gittiğimde çekilmişti. İstanbul’a gitmemek için sahiden direnirim, günübirlik gider, akşamına dönerim. Böyle olunca haldır huldur koşuşturarak, bir yerden bir başka yere giderek iş tamamlamaya çalışırım. Bu programın çekildiği gün İstanbul’da dokuz saat kalıp, çekim dışında üç yapım şirketiyle görüşmüştüm. Programa bakarken o koşturmacam geliyor aklıma…

Hızlan, her kitabımla ilgili mutlaka bir şeyler yazdı, ilkini o kadar da beğenmemişti ama ilgisini hiç kaybetmedi ve hakkımda hep bir şeyler demek istedi. Hatta on beş yılı geçti, Hürriyet’te birlikte çalışmayı da teklif etti bana, tabii ki gitmedim. Hayallerimde ne İstanbul oldu ne gazetecilik…

Programına üçüncü ya da dördüncü defadır katılıyorum. İnsan aralıklarla karşılaşınca mukayese ediyor, artık çok yaşlanmış, ufalmış, ağırlaşmış buldum, zor yaşlarda… yine de bu son randevudan aklımda kalan bir şeyi paylaşmak istiyorum, beni avluda gördü, merhaba bile demeden, pat diye, benimle Mithat  Cemal Kuntay’ı konuşmaya başladı, hiç abartmıyorum, sonra başka yazarlar, gazeteciler… Nasılsınız bile demedi, iştahla, hatırladığı maziyi konuştu, bir yaşıtıyla konuşur gibi… Hızlan’ı en çok bu konuşmadaki coşkusu, anlatma ve konuşma iştahıyla hatırlayacağım, bunu anladım.

Link
 

Cuma, Kasım 27, 2020

Bayat


Dergicilik tarihimizin en ünlü dergilerinden biri olan Hayat'a yönelik eleştiriye Çarşaf'ta rastladım (1976). Mizah dergilerimizin siyasetle ilgilendiği, hayata karşı eleştirel olmaya başladığını gösteren bir espri yapılmış. Hayat, Amerikan Life dergisini modelleyen bir yayındır, epey yabancı veya yerele ilişkin epeyce mesafeli bir dili vardır. Hoş, Amerikanvari olmak o senelerde meşru ve makbul sayıldığından Hayat dergisi, siyaseten enikonu hicvedilmiş değildir. Karikatür ve espriyi o bakımdan ilginç buldum. 

Derginin adını Bayat koymuşlar, kafiye denk düşmüş gibi geldi önce, baktım kapakta İran Şahı ve karısı var, spotlar kullanılmış: "5.Sayfa Süleyman Bey" yazmışlar mesela...Devrin başbakanı Süleyman Demirel... "Derginin yarısı reklam" da denmiş... asıl sivri olan "Mutlu azınlığa selam, kelam" diyebilmişler. Ne var ki diyebilirsiniz, mizah dergilerinde bir "sosyete" karşıtlığı hep olmuştur ama o sosyetenin kim olduğunu tam bilmeyiz, burada kimin ve neyi kastedildiği belli, sadece Hayat değil Hayat okuruna da söz söyleniyor böylelikle. 

Şeritte Abdülhamid vurgusu yapılmış, sosyete ile asalet arayışını yan yana getirmek de istemişler, Abdülhamid ile sağcılıklarına da...Kapakta da Şah olunca...

Perşembe, Kasım 26, 2020

Ardından



Oktay Akbal, Orhan Kemal'in ölümünden sonra yazmış, hakkını teslim ediyor ama tefrikacılığına ve ucuz romancılığını vurgulama gereği duymuş. Bana biraz yukarıdan bakıyor gibi geldi, yani, ben başka bir yerden bakıyorum hissiyle yazmış... Belki bir hiyerarşi bile var. 

Sonra 68' gerçekçiliğinin etkisini düşündüm... Sanat ve edebiyat tartışmalarını... bu kadar kesin konuşmak bir moda aslında... hatta kestirip atmak... O edebiyat değil, öyle edebiyat olmaz filan...