Cuma, Mart 10, 2006

Çakır, ülkücü gençliğin pop-idolüydü

Kurtlar Vadisi’yle özdeşleşen, dizinin başarısında büyük pay sahibi olan Çakır, “sezon ortasında”, beklenmedik bir biçimde öldü. Yönetmen Osman Sınav’ın dizilerinin vefa, sevdiğini kaybetme korkusu ve dostluğun sınandığı sahnelerinden biri olarak, hastahane koridorlarında yaşanan klişe “gergin bekleyişler” bu kez çabuk sonlandı. Çakır, senaryonun yapısı gereği zaten ölmesi muhtemel tiplemelerden biriydi. Ya Polat’ın bir “devlet görevlisi” olduğunu anlayarak onunla yüzleşecek ya da bir biçimde “ölerek” Polat’a hem intikam, hem de Kurtlar Konseyi’ne ulaşma imkanı sağlayacaktı. Bu ölüm ise oldukça erken oldu. Uzun-ağdalı sahneleri seven, yakın çekimlerle sonuçlanan flash-back’ler kullanan Sınav, kendine bile fırsat tanıyamadı neredeyse.

Birkaç senaryo üretildi hemen. İlk akla gelen bir anlaşmazlık olduğuydu. İkincisi, rolüne kendini kaptırmış görünen Kaynarca’dan geldi: Ona göre, hani neredeyse derin devlet Çakır’ın ölmesini istemişti. RTÜK uyarıları, “ilgili yerlerden gelen” pedagojik baskılar, sempatik mafya adamı için “kalemi kırmıştı”. Her ne olursa olsun, Çakır’ın “senaryo gereği” ölümü izleyiciyi açıkça üzmüştü. Çünkü aynı senaryo gereği, uzun süre dizinin asıl jönü Çakır olmuştu. Oyunculuk alanında hiçbir deneyimi olmayan, nasıl duracağını, bakacağını bilmeyen, üstelik Yusuf Miroğlu’yla kıyaslanma bahtsızlığını yaşayan birinden (Necati Şaşmaz, nam-ı diğer Canpolat) jön olması da beklenemezdi. Dolayısıyla, yan karakterler daha fazla öne çıkarıldılar. Çakır’sa, sempatikliği ile başrolü alenen çalmıştı. Aslında, dizinin ilk bölümlerinde Çakır, para canlısı, muhteris, gözünü kırpmadan vahşice adam öldürebilen, tipik bir “natural born killer”dı. Mafya çarkının küçük bir dişlisi olabilmek için feda etmeyeceği şey yok gibiydi, gururu da dahil. Senaryo geliştikçe, aynı Çakır merhametli, ailesine bağlı, sözünün eri, vatanperver, dost canlısı, onurlu ve bonkör bir adam oldu çıktı. Espritüelliği ve şirinlik muskası çehresi de cabası. Ondaki bu değişim Polat Alemdar’la dostluğunun ilerlemesiyle atbaşı gitti. Üstüne üstlük, Kaynarca iyi bir oyuncuydu ve rolünü benimsemiş, ona bir kişilik biçip giydirmişti. Başlarda, “Bu bebek suratlı, akça pakça adama mafya babalığı yakışır mı kardeşim?” endişesi taşıyanlar, onsuz bir Kurtlar Vadisi düşünemez olmuşlardı. Derken sürpriz gelişme ortaya çıktı. Onun ölümü, dizinin kendi gerçekliğinde racon kesilen sahneleri bir süre arttıracak. Bunu aşmak “taziyeler dönemi”nde kolaydır da, sular durulduğunda Polat ne kadar doldurabilecek sahneyi, orası belirsiz.

İşin bir de izleyici tarafı var. Sınav’ın bir önceki çalışması Deli Yürek’te, birçok televizyon dizisinde görülen, “68’li Devrimci” klişesinin tersi mevcuttu. Sonraları BBP’den milletvekili adayı olacak bir oyuncu (şimdilerde Ekmek Teknesi’nin Gamsız Celal’i), dizide bir ülkücüyü oynuyordu. Dizide bir biçimde ülkücülükle ilgili olmuş başka tiplemeler de vardı. Yılmaz Güney’in Arkadaş filminde, burjuvaziyle çatıştığı, yazlık sitenin fakir delikanlılarıyla dertleştiği sahneler kadar canlı kimi karşıtlıklar kuruluyordu. Öte yandan, politik gündeme göndermeler yapmakla birlikte, kahramanların hiçbirisi doğrudan siyasi nitelikte konuşmalar yapmıyorlardı. Aksiyon türü, vulgarize edilmiş birkaç istisna dışında bunu pek yapmaz zaten. Vatanseverlik, politika ve politikacıların, maddiyatın, kariyerin, kişisel çıkarların daima üzerinde tutulur. Osman Sınav, ülkenin sağ tandanslı çoğunluğuna hitap etmeyi başaran bir reçete bulmuştu aslında. Dikkat edilirse, yaptığı tüm diziler entelektüellerden ilgi görmüş çalışmalar değiller. Dizilerinin neden popüler olduğunu sorgulayanlar, onları sıklıkla maşist, mafyözi, devlet yanlısı ve temelde sağ tandanslı buluyorlar o kadar. Bu dizileri komplo teorilerine inanarak izleyen, raconcu diyalog ve jestlere hayranlık duyan, Yusuf Miroğlu’nu da Polat Alemdar’ı da Abdullah Çatlı’yla özdeşleştiren özel bir seyircisi olduğu ise pek fark edilmiyor.

“Adam gibi adam olmak”, kafasına koyduğunu yapmak, içi dışı bir, gözüpek delikanlı sayılmak elbette eskiden de muteberdi. Ama eskiden siyah takım elbiseler, beyaz gömlekler giyen “raconcu” üniversiteli gençler bu kadar çok değildi. Hayat mı televizyona taşınıyor yoksa televizyon mu hayata sorusu, çok da belirgin bir cevabı olmayan bir soru aslında.

[Milliyet Popüler Kültür, 30 Nisan 2004]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder