![]() |
İlk bakışta romantik bir sanatçı bilincinin ifadesi gibi duruyor bu cümle. Sanki yetenek, kendini gerçekleştirmek için koşullar ne olursa olsun bir yol bulur; tıpkı ilahi bir içgüdü, bir “sanatçı itkisi” gibi.
Bu noktada, 1940’ların Ankara’sını ya da dönemin sınıfsal, kültürel, psikolojik katmanlarını yeniden okumaya kalkmayacağım. Cahit Sıtkı’yı, memuriyetin dar alanında sıkışmış bir aydın figürü olarak dönemin entelektüel trajedisine yerleştirmeye de gerek yok. Malum, sanatçı -özellikle o yıllarda- hem “kültür elçisi”dir hem de “yabancı unsur”, yani “yaban”.
Dolayısıyla Cahit Sıtkı’nın “kopuşu”, bireysel bir özgürlük eylemi kadar, o özgürlüğün sistem içinde barınamayışının da göstergesidir. Yetenek burada “yüceltilmiş bireysellik”in simgesidir ama aynı zamanda sistemin dışına itilen üretkenliği de işaret eder.
Bu tür “yetenek” söylemleri, aydınlanmacı bir mitolojiye yaslanır: Sanatçı kurtarıcıdır; “kendi potansiyelini gerçekleştiren” öznedir. Sanki yetenek, kendi başına bir iç itkiyle “kurtuluş” yaratır.
“Yetenek barınamadığı yerden alır koparır sahibini” ifadesi, tam da bu bireysel kahramanlık anlatısının bir versiyonudur.
Oysa Cahit Sıtkı, burada kendini “kopabilen” olarak konumlandırırken, “kopamayanları” yeteneksizlikle etiketler. Halbuki o “kopamayanlar”, çoğu zaman sistemin maddi ağırlığı altında ezilenlerdir.
Benim meselem ise mutsuzluk.
Modern sanatçının mutsuzluğu, 19. yüzyılın bohem geleneğinden beri bir “asalet göstergesi”ne dönüşmüştür. Şairin, yazarın mutsuzluğu neredeyse apoleti gibidir. Oysa, malumunuz, mutsuzluk yalnızca ruhsal bir iç çatışma değil, aynı zamanda toplumsal bir konumdur.
Üniversiteden, bürokrasiden ya da piyasa sisteminden “kopmak” çoğu zaman yetenekten değil, aidiyet yorgunluğundan doğar. Cahit Sıtkı’yı harekete geçiren şey “yeteneği” değil, mutlu olma arayışıdır.
O halde, “kopuş”un motoru yetenek değil, mutsuzluk enerjisidir ya da başka bir deyişle, kendine ihanet etmeme refleksi.
Romantik söylem, yeteneği bireysel yücelikle özdeşleştirir; oysa etik söylem, kopuşu doğrulukla ilişkilendirir. Sanatçı, sisteme karşı olduğu için değil, kendini sisteme yedirmemeyi seçtiği için “kopar”.
Bu nedenle “kopuş”, bireysel bir narsisizm değil, etik bir farkındalıktır.
Mutsuzluk burada yıkıcı değil, kurucu bir güçtür- tıpkı Adorno’nun sanatın “negatif bilgi” üreten bir alan olduğunu söylerken kastettiği gibi.
Sonuçta Cahit Sıtkı’nın o cümlesini bugün yeniden okumak, sanatçının “yeteneğiyle” değil, mutsuzluğuyla hesaplaşmak anlamına gelir. Çünkü asıl mesele, yeteneğin bir yerden koparıp götürmesi değil; insanın kendini boğan yerden kopacak cesareti bulup bulamamasıdır. Yetenek değil, dürüst mutsuzluk taşır insanı başka bir yere.
Devam edeceğim.
![]() |


Hocam, insanı koparan yetenek mi huzursuzluk mu? Yaşamda kesin bir çıkarım yok ama siz net olun :))
YanıtlaSil