Pazar, Aralık 31, 2023

İyi seneler

Benim için zor bir yılın sonuna geldik, istediğim kadar yazamadığım, okuyamadığım ve seyredemediğim bir sene geçmiş oldu. Olduğu kadar diyelim, yetindim... Özel hayatımda değişiklikler oldu, yeni bir eve (!) "taşındım". 

Bozkır'ın ikinci sezonu yayımlandı, yönetmenliği denedim. Serinin üçüncü sezonunu yazdım... Şimdi başka bir şey yazıyorum, yedinci bölümdeyim, yazdığım şeyin ikinci sezon onayı da alındı... 

Küçük büyük bir sürü şey var sayılacak aslında...Sağlığımla ilgili radikal bir karar alıp şekeri hayatımdan çıkardım mesela. Yine her gün beş kilometre yürüdüm...

Uzamasın, her sene yazdığımı yineleyeyim, "yeni şeyler öğrendiğimiz, neşeli, sağlıklı, tasası az bir yıl olsun. İyi seneler."

Cumartesi, Aralık 30, 2023

N.Hakkı'nın cümleleri

Hiç görmemiştim, geçen yüzyılda, otuzlu yıllarda Ankara'da salonlarda satılan, vizyondaki filmleri tanıtan dört sayfalık bir gazetecik varmış, haftada iki kere çıkıyormuş... Gazetenin iç sayfalarında Naşit bey (Özcan) ve kumpanyası hakkında hoş bir tanıtım çıkmış, tanıtıcı, övücü bir metin, güzel yazılmış... Paylaşmak istedim...

"Şu bu dilden devşirme, şu bu eserden aşırma hiç bir noktası olmadan;  bir halk adamının kafasından çıkan, birkaç halk sanatkarının zekasından ve maharetinden kuvvet alan, telkinleri samimi, güldürecek yerleri bol güzel, derlitoplu, gittikçe olgunlaşmaya ve işlenmeye hazır temsiller seyretmek isteyenlere tavsiye edilecek biricik temsil heyeti, Naşit Bey arkadaşları Ankara'ya gelmiş bulunuyorlar. Sinemanın bizi başka iklimler ve alemlere götüren eşsiz tesirini biraz da memleket nükteleriyle şenlendirmek ve nevilendirmek için bundan iyi bir çare bulunamazdı."

Ne ki diyebilirsiniz, kişisel bir gözlemim, o yıllarda çıkan filmler, kitaplar, oyunlar okura doğru düzgün biçimde anlatılamıyor... Entelektüel bir derinliği, yazının bir fikri ve meselesi olmasını kastetmiyorum, edebi bir akıcılık bile taşımıyorlar... Yavan, güdük ve sasılar... O sebeple gazetedeki genel dili, edebi arayışları ve sözcük dağarcığını beğendim. Naşit bey arkadaşlarını anlatırken amaca uygun, seyirciyi çağıran, cezbedici satırlar kullanılmış. İlginçmiş. N.Hakkı kimse artık, o daha ilginçmiş...Gazeteyi tek başına o yazıyormuş, tam hikâyelikmiş.


Cuma, Aralık 29, 2023

Para ve Enflasyon


Fotoğraf, Erdoğan Tokatlı'nın yönettiği Hakikat (1972) filminden... Filmi seyretmedim, muhtemelen erotik komedi türünde bir şey... beni enterese eden, film değil filimden bir sahneyi gösteren fotoğraf oldu, nasıl desem, içinde kitap olan her fotoğraf beni meraklandırıyor, bulduklarımı ufak ufak topluyorum hatta.. Fotoğraftaki kitabı görünce haliyle sevindim.

Sahne malum, bir parodi olarak istiflenmiş, hikayeyle alakalı zerre fikrim yok ama erkek oyuncu İsmail Hakkı Şen, bir "entel" bir "züppe" bir "pozör" taklidi yapmış, Emile Burns'un  Para ve Enflasyon (1970) kitabı var elinde, muhtemelen okumamış, okusa bile anlamamış birini canlandırıyor. Yanındaki kadın, dönemin vamp kadınlarından Aynur Aydan... hatırlayanlar çıkacaktır, adı dönemin CHP'li bakanlarından Hasan Fehmi Güneş'le bir skandala karışmıştı (1979) da beyfendi istifa etmek zorunda kalmıştı... "Bakan Deviren Kadın" olarak anılırdı filan...


Kitaba dönelim, Burns, Türkçede Marksizm ile ilgili açıklayıcı nitelikteki kitaplarıyla tanınıyor, aslında sadece bizde değil dünyada da benzer biçimde, geç yaşında altmışlı yıllarda popülerleşiyor. O yıllarda garip bir heyecanla, dünyadaki literatürü izliyoruz, önemli kitaplar hemen tercüme ediliyor... Burns'un Marksizm'in Temel Kitabı da birkaç yıl içinde yayımlanacak örneğin...

Soru şu, İsmail Hakkı'nın elinde neden o kitap var? Her ne olursa olsun Burns komünist bir yazar... Yeşilçam'ın anti entelektüel tarafını konuşmamıza gerek yok... Klişeleri ne kadar sevdiğini de biliyoruz. Galiba diyorum, sadece ismi sebebiyle seçilmiş... Para konuşan iyi biri olamaz, senaryo gereği harcanacak biri paraya tapar...Enflasyon da sevilecek bir şey değil...İkisi de karikatürü besliyor...


Biraz yakından bakarsak moda gözlükler, "anşante" bir fular, kadınsı bir tepkisellik... ile birlikte kitap okuyan biri var karşımızda... sadece elinde değil, başucunda da ciltli kitaplar mevcut... Gelgör ki, "tam bir erkek" değil sanki... Abartıyor olabilirim, karısı-sevgilisi tarafından aldatılacak gibi duruyor...


Aynur Aydan'ın yüz ifadesi hafif şaşkın ve sıkılmış gibi görünüyor... Yeşilçam'ın erotik komedilerinden, (ve feyz aldıkları İtalyanlardan) biliyoruz ki, okur yazarlar, zenginler, yaşlılar, züppeler... ya partnerlerinden bıkmışlardır ya da artık "tam" erkek değillerdir, eşlerini cinsel olarak tatmin edemiyorlardır. Anaakım sinema, kötülere karşı iyilerin, yaşlılara karşı gençlerin, aseksüellere karşı seksapellerin kazandığı bir tasarım olduğu için... Aydan da başroldeki erkek oyuncuyla vuslata erecektir diyelim...

Böyleyken böyle...

Perşembe, Aralık 28, 2023

Kayıp bir çizer

Resimli Mayk Hammer dergisini (1962) okuyorum, yıllar yıllar önce taramış ama dikkatle inceleyememiştim. 

Bir huyum var, başkasından kitap isteyemem, ödünç alamam, saçma olduğunu  biliyorum ama kimseden bir şey istememek üzerine kurulu bir hayat sürdürüyorum, kitap da bunun bir parçası. Minnet etmemek mi, borçlu kalmamak mı tam tarif edemem, hep böyle yaşadım. Dergiyi de o fasıldan garip bir huzursuzlukla incelemiş, o sebeple tam vakıf olamamıştım.

Dergi, Mike Hammer modası geçerken, 1962'de çıkmış, ilginçliği, kim olduğunu tam bilemediğimiz bir yerli çizer tarafından üretilmiş olması... Can Okan, yedi sayı süren Öp Beni Öldüresiye romanının çizgi roman uyarlamasını yapmış. Arkasını getirmediğine göre yani başka çizgi romanlar üretmediğine göre bir nedenle meslekten ve yayın dünyasından uzaklaşmış. 

İlk gördüğümde kopya olduğunu düşünmüş, yani bir Amerikan çizgi romanından birebir alınmış diye üstünde durmamıştım. Meğer özgün bir kalkışmaymış. Çıkan işe parlak diyemem, çizgiler istikrarlı bir ardışıklık kurmaya yetmemiş, zamana ihtiyacı varmış... Cesareti ve gösterdiği sabır takdire şayanmış.
 

Çarşamba, Aralık 27, 2023

La rahate fiddünya

Eskiden lunaparklarda rastlardık, şimdi nostaljik bir tutumla fotoğraf alanı diye ayrılmış yerlerde de fikir olarak kullanılıyor, geçmişteki resimli fotoğraf panolarından söz ediyorum, bir iki kez daha yazdım. 

Genellikle tabelacıların boyadığı taklit ölçüsünde ilkel, harcıalem, insicamsız ve değersiz resimler olurdu bunlar. Ya önünde durarak poz verirdin ya da yukarıdaki fotoğrafta olduğu gibi özel olarak açılmış bir daireden başını sokarak resmi tamamlardın. Herkesin kafa ölçüsü farklı olduğu için o daireler günbegün yamulur ve genişletilirdi. 

Resmin ölçüsüyle kafalar mutlaka uyumsuzluk gösterdiği için çıkan fotoğraf kaçınılmaz biçimde komik olurdu. Niyet o olmasa da o komik tezat, bir fantezi olarak insanların ilgisini çekiyordu. Lunaparklar, bir oyun ve eğlence yeri olduğundan bu panolar ortam için uygun ve işlevseldi.  

Fotoğraftaki çocuk, Kalemiti Ceyn panosunu verdiği pozla ayrıca komikleştirmiş... Güneşten kızarmış al yanaklarıyla, bilyeyi andıran heyecansız gözleriyle muziplikten çok panonun diğer tarafında ne varmış gibi bakıyor... Boyu da yetmemiş olabilir, ayak parmak uçlarında yükselerek durduğu için endişeliydi veya hadi abartayım, başı sıkışmış, çarnaçar panonun sahibinin gelmesini bekliyordu belki...

Ne diyeyim, La rahate fiddünya (dünyada rahat yoktur) mı desem, "sen çok yaşa Sezar" mı bilemedim...

Salı, Aralık 26, 2023

Başkası okumasın!

Tan gazetesi, hatırlanırsa eğer, ya seksenli yıllarda çıkan erotik asparagas Tan ile ya da çok daha önce çıkan bir muhalif bir başka Tan ile hatırlanır. İkisi de tarih oldu ama yukarıdaki görsel, ilkine, o muhalif Tan gazetesine ait bir broşür. 

O Tan, 1945 yılında devlet eliyle organize edilen bir saldırıyla yayınına son vermek zorunda kalmış, Tan ismi komünizmle özdeşleştirildiği için, yeniden yayımlansa da bir türlü başarılı olamamış, ticari olarak ayakta kalamamıştı. Yine ellili yılların sonunda çıkan bir yangınla bütünüyle tarihe karışmıştı. 

Broşürde gazetenin sahibi olarak gözüken Halil Lütfü Dördüncü, devletle iyi geçinmeye çalışan, etliye sütlüye karışmayan aslına bakarsanız epeyce ürkek bir gazeteciydi. Serteller ile girdiği ortaklık, gazetesini hiç istemediği ölçüde politize etmiş, komünistlikle suçlanmasına sebep olmuştu. 

Ama asıl şöhreti başkaydı, cimriliği ve eli sıkılığıyla ünlüydü, çalışanlarına çok az maaş ve telif ödüyordu, sürekli tasarruf ettiği ve eli cebine zor gittiği için bir fıkra kahramanına dönüştürülmüştü. Öyle ki bu kötü şöhretini, aşağı yukarı yarım asır korumuştu. 

Yazıyı bu sebeple yazıyorum, Halil Lütfü bey yukarıdaki broşürü, gazeteye muhabir olmak isteyen ilgililere yazmış, beşinci madde çok güzel, beyfendinin şöhretini bildiğimden okurken kıkırdadım... Falan filandan sonra muhabir olanların ev adreslerine gazete gönderileceğini söylüyor ve ekliyor: "gazete yalnız muhabir tarafından okunmalıdır." Başkası bedavaya okumasın istiyor ve genç muhabiri daha en baştan uyarıyor.

Eskiler seciye derdi, değişmeyen huy anlamında bir şey var, huylu huyundan vazgeçemiyor, ne yapsa ne olsa, ona takılıyor. Genç meslektaşına tamim, tebligat, mesleki uyarı faslından bir şeyler yazıyorsun, gazetenin bedava okunabilme ihtimalini aklına getiriyorsun, "okusun-alışsın, bir gün kendisi de satın almaya başlar" gibi genel bir fikri-inanışı yok çünkü...bilmiyor, aklına yatmıyor. Garip, komik ve trajik...

Pazartesi, Aralık 25, 2023

Son Okuduklarım 86

Kubilay Odabaş'ın sevimli-masum ve iyicil görünen çizgileri var, bu nedenle kötücüllükle ilgili esprileri daha başarılı duruyor. Karikatürlerinde sakin, içine kapanık, bağıramayan, utanan, memnuniyetsiz, orta sınıftan eğitimli gençleri mizahileştiriyor. Bu defa, Kaya isimli kahramanının hikayelerini derlemiş aynı isimli yeni albümünde. Bilenler için açıklayıcı olacaktır, Timsah benzeri bir karakter çizmiş ama onu kendi naif dünyasından çıkarmış. Kaya'nın sinik, sarkastik, kaçmaya hazır, gamsız kişiliğini, cinsel entrikalarını, komik habasetini anlatıyor. Sosyal medya mecralarında serpilip kitaba dönüşen yeni nesil çizgi romanlardan. Alerte 5'in hikayesi, Mars'ta mı geçiyor yoksa bir astronot kampında, bir uzay simülasyonunda mı önce anlayamadım. Bilim kurgu edebiyatının klasik temalarından biridir, "ıssız ada" misali bir grup dünyalı, uzayda bir yerde beklemek zorunda kalarak, yalnızlıkla, eksilen "yakıtla", sabırla, birbirleriyle mücadele ederler. Pandemi sırasında çizilmiş olması, ana fikri neyin beslediği güzel anlatıyor. Tecrit, sıkıntı ve ümitsizlik herkesi çok zorlamıştı. Şahane değil, yeni değil ama akışı ve temposu güzel, ironik tutumu başarılı bir iş.

Anılardan Damlalar, Elif Naci'nin hayat hikayesi sanıyordum, değilmiş, yakınlarının ve arkadaşlarının ölümlerinin ardından yazdığı denemelerden oluşan bir kitapmış (1981). Akıcı, akıllı, oyunbaz metinler okuyorsunuz. Esprili, hedonist, hayat muhalifi, içki düşkünü, laf cambazı biriymiş, tatlı anlatıyor. Resim dünyasına ve ressamlığa dair bir şeyler arıyordum, okuduklarım beni kesmedi ama Elif Naci'nin başka metinlerini ve kitaplarını okuyabileceğimi anlamış oldum.  Bekleyecek Vaktim Kalmadı Artık, Fournier'in yeni kitaplarından biri. Sabır hakkında yazılmış, o tema etrafında geziniyor, yine çok kişisel, yine yazarın aile tarihiyle dolu. Ne ki, muziplik, yazarı tanımlayan bir karakter özelliğiyse, kitap Fournier'in yazarlık ortalamasının altında kalmış. Beyfendi, sıradan hayatlara dokunan, okuruna kendini yakın hissettiren, "bunu ben de yaşamıştım" dedirtmeyi başaran bir mizahçı, öyle nitelenmiyor o ayrı.

Pazar, Aralık 24, 2023

Oğuz Aral ve Little Annie Fanny

Geçenlerde Oğuz Aral'ın çizdiği bir Little Annie Fanny ilüstrasyonu elime geçti. Görür görmez Will Elder'den yapılmış bir kopya olduğunu anladım, Oğuz Aral imza atmasa, herhangi bir fan art uğraşı gibi görecektim. Aşağıda ilüstrasyonun aslını göreceksiniz. 

Harvey Kurtzman'ın yazıp Elder'in çizdiği (1962'de başlayıp 1988'de sonlanan) çizgi roman, Playboy'da yayımlanırdı ve zaman içerisinde derginin simgelerinden biri olmuştu.  Aral'ın eserle altmışlı yılların ikinci yarısında karşılaştığı tahmin edilebilir, kopyayı o yıllarda yapmış...

Gırgır, en çok Mad dergisinden, haliyle Kurtzman'ın mizahi estetiğinden etkilenmiştir, benzer bir yorum Aral için de yapılabilir, Elder kadınları ve aksiyonundan çok etkilendiğine ve özel olarak çalıştığına inanırdım. Bu benim yorumumdu ve doğrusu bir parça havada kalıyordu, çünkü vardığı yer itibarıyla Aral başka bir üsluba evrilmişti, özellikle Avni çizgi romanı bambaşka bir ustalık merhalesiydi. 

Bu kopya ise beni haklı çıkarmış oldu, görülüyor ki Oğuz Aral, Elder'ı çok çalışmış, çizdiğini imzasını atacak kadar sevmiş, orijinalini birebir yineleyecek kadar hayran kalmış... 

Cumartesi, Aralık 23, 2023

Tek bir yanıyla görüldüğünde...

Geçtiğimiz günlerde müzayedelerden birinde yukarıdaki fotoğraf sunuldu ve satıldı. 1936 Berlin Olimpiyatları sırasında seremoniye çıkan milli futbol takımımız Nazi selamı vermiş... Böyle fotoğraflara bayılıyorum... Eğer akademide ders veriyor olsaydım, mutlaka öğrencilere gösterir, fotoğrafı yorumlamalarını isterdim. Çok farklı yorumlarla karşılaşmaları-fark etmeleri için yapardım bunu. 

Fotoğraf, Atatürk dönemine ait siyasi sorumluluk taşıdığı veya o döneme ait bir şey söylediği için her yorumcuyu dikkatli konuşmaya zorlayan, hassaslaştıran  tefsirler olurdu diye tahmin ediyorum.  Doğal olarak bir Kemalizm eleştirisi yapılırdı, haliyle reaksiyoner tartışmalar olurdu. Alman rejimine o dönem, hürmet ve hayranlık gösterdiğimize inanan var, inanmayan var, oralarda sesler yükselirdi. Yeni ve genç cumhuriyetin, Avrupa'da ve dünyada yaşanan gerginlikten uzak durmaya, azade olmaya çalışan politik özen ve gayretinden, planlı pragmatizminden söz edenler çıkabilirdi. 

Kimisi, bu selamı, misafir oldukları ülkeye yönelik bir saygı ve nezaket gösterisi sayarak meseleyi sınırlamak isterdi. Fotoğrafa göre Hollandalılar da Nazi selamı vermişler mesela... Amerikalıların vermediğini biliyoruz, belki o selamı vermeyen başka ülkeler de olmuştur. Biz vermek istemişiz. 

Kafile yöneticisinin keyfiyetiyle gelişmiş olabilir, kaide neyse temayül neyse uyalım diyen biri çıkmıştır belki... Ankara'nın bu durumdan haberi bile yoktur, en azından selam hazırlığı olmamıştır, seremoni anında gelişmiştir...denebilirdi. Atmosferin belirleyiciliğini hesap etmek gerekiyor diye düşünülebilirdi. Binlerce insan o selamı verirken, vermemek hazırlıklı olmayı gerektiriyordu falan filan konuşulabilirdi.. 

Laf uzamasın, ben o selamı veren herhangi bir yönetici ya da sporcumuza bu durumun garip geldiğini sanmıyorum. O yılların gazetelerini incelerseniz Diktatör ya da Şef gibi adlandırmaların kimseye tuhaf gelmediğini anlıyorsunuz. Geçmişe, bugünden bakarak yargılayıcı davranmak genellikle bizi doğru bir yorumdan uzaklaştırıyor. 

Hasılı, arada yazıyorum, hayatta sayısız doğru var, çok şükür ki var, hayatı güzelleştiren şey biraz da bu çokluk... Hayat, aynı nedenlerle zor ve kaotik, insanlar doğrularını birbirlerine dayatıyorlar çünkü... Arendt, "sadece tek bir yanıyla görülmeye başlandığında ve kendisini tek bir perspektiften sunmasına izin verildiğinde, ortak dünyanın sonu gelmiş demektir" diyordu. En azından akademi, öğrencilere bunu düşündürmeli, mesele tapmak veya tepmek, övmek ya da yermek değil, daha çok anlamak... 

Cuma, Aralık 22, 2023

Yokluğun Kralı

Sahaflardan elime bir çeviri taslağı geçti, Louis Charles Royer'in kısa bir hikayesini Ke-Kö mahlasını kullanan Kemal Körezlioğlu tercüme etmiş. Royer, Amerikanvari bir estetikle erotik hikayeler yazan bir Fransız pulp yazarıydı, kitapları bizde de çok satmıştı. Ellili yılların ortasında Çağlayan Yayınlarının çıkışıyla tanınmış, cep kitapları furyasının "kralı" olmuştu. 

Yıllar önce ilgimi çekmişti, daha doğrusu çok satan-çok seyredilen her şeyi oldum olası merak ederim. Royer, neye denk düşmüştü de, ne yazmıştı da "kral" olmuştu diye çeşitli kitaplarını okumuş ve "dallamıştım." El hak, dönemi için cesur metinler yazıyor, hele bizim için... Diğer yandan ne yazsa (erotizmle ilgili ne yayımlansa) ilgi görebilir, çünkü bizim topraklar oldum olası kuraktır, yani Royer en azından bir on beş yıl yokluğun kralıydı.

Gelelim on bir sayfalık çeviriye... Türkçe'de yayımlandığını sanmıyorum, Royer'in erkek magazinleri için yazdığı hikayelerden biri gibi duruyor. Napolili bir seyyar satıcının tek bir gününü anlatıyor, Royer kadınları ve erkekleri tek bir güdüye indirgediği için elbette, bu seyyar satıcıya karşısına çıkan her kadın "asılıyor", oysa bu delidumanın bir sevdiği var ve gözü kimseleri görmüyor. 

Bu arada askıntı olan kadınları yazarken aşağılıyor mu, hoşuna mı gidiyor belirsiz... Gerçekçi gibi gözüken abartısı, şaşırtmak için kullandığı erotizmi, farkında olmadığı bir bayağılığı var... Arada kalmış bir yazar, nasıl bir hikaye istendiğinin farkında ama o edebiyat yapmak istiyor. İlkini başardıysa bile, ikincisi berhava ve karavana... 

Meraklısına not: Çevirmenimiz, bir hukukçu, kişisel fikrim, paradan çok keyif için bu işe kalkışmış...

Perşembe, Aralık 21, 2023

Nikâh

İhap Hulusi çizdiği için değerli olan otuzlu yıllarda çıkmış propaganda kartpostallarından biri. İmam nikahı ile medeni nikahı karşılaştıran ikili bir ilüstrasyon kullanılmış. 

Görenlere ilginç geldiği için paylaşayım istedim. İmam nikahında dikkat ederseniz, kadın (gelin) yok... Erkekler kendi aralarında karar veriyorlar denmek istenmiş... Kartpostala bakan hemen herkes, imam nikahı görselinde neden kadın kullanılmadığına takıldı, kimle kim evleniyor tadında çeşitli espriler yaptı.

Ben de usulen, damat ya da gelinin vekalet verebileceği cevabını verdim. Tabii ki, gelin ve damadın olması istenen bir şarttı ama imam eğer ikna olursa, tarafları tanıyorsa, hayatı kolaylaştırmak adına gelin ya da damat olmadan, onlara vekalet eden birileriyle ve şahitlerin huzurunda nikahı kıyılabiliyordu...  Sui misal emsal olmaz denir ya istenen bir şey değildi bu durum... 

Hele İttihatçıların gelişiyle, nikah, cumhuriyetten önce modernize ve sekülürize edilmeye başlamıştı, bu vekalet işine hiç yanaşılmıyordu. 

İhap Hulusi, sanıyorum, bilerek böyle bir istisnai durumu göstermek, mukayeseyi (esprisini) güçlendiren bir vurgu yapmak istemiş. Sekülerlik adına siyasi bir mücadele veriyor çünkü. 

Çarşamba, Aralık 20, 2023

Ayrılık makası

İnci Birol, ellili yılların fenomenlerinden olan bir dansöz, o yıllarda, magazin ve gece dünyası dendiği zaman onun ismiyle karşılaşmamak mümkün değil. Bir yıldır, terekesinden çıkan fotoğraflar satılıyor müzayedelerde... İlgimi çekenleri satın alıyorum... 

Yukarıdaki fotoğrafı kesiklerinden dolayı aldım. İnci Birol, hemen karşısında oturan kız arkadaşını "ayırıp", masada yanlarında oturan erkekleri makasla kesip atmış... Onları unutmak, hayatından çıkarmak, bir daha görmemek istemiş...Muhtemelen öfkeyle yapmış bunları. 

Geçmişte, fotoğraf zor bulunan ve pahalı bir şey olduğundan "mutlaka" saklanırdı, resme kıyılamadığından kolayca gözden çıkarılamazdı, makasla istenmeyenler kesilir, yine de elde tutulurdu. Konuşulan çocuklar, eski nişanlılar, terk edilen arkadaşlar makas yardımıyla fotoğraftan "atılırdı." 

Bu makaslanmış resimlere oldum olası ilgi gösteririm, ablamızı-teyzemizi konuşturmak, anlatılmayanları hayal ederek tamamlamak, sıkıcı misafir gezmelerini katlanılabilir kılıyordu galiba. 

Bugün ayrılan çiftlerin kapatması gereken çok kanal var, telefon aramasını, vatsupı, messincırı engellemek, mesajları arşivleri fotoğrafları, videoları birer birer silmek gerekiyor... Eskiden sadece ayrılık makası vardı. 

Not: Masada Salem paketi var, mentollü bir Amerikan sigarası ve bulunması o yıllarda zor olduğu için kim içiyor merak ettim.

Salı, Aralık 19, 2023

Çizgilere Derkenar 33

Bir bankanın, Ticaret Bankası'nın çıkardığı Çocuk Yuvası dergisinin kapağı, çizerini bulamadım. İlk gördüğümde yabancı bir ilüstrasyonun üstüne "döşeme" yapılmış diye düşünmüştüm, fikrim pek değişmedi, ne ki hoşuma gitti, renkleri ve istifi, reklamları ve onları gösterme biçimi bana ilginç geldi. Altmışlı yılların ilk yarısından....

Süleyman Turan, oyunculuğunu bir kenara koyarsak, çizgi dünyamızda soap opera üretimleriyle bilinir. Yukarıdaki çalışmayı bilmiyordum ve Turan'ın komik çizgili tarzını hiç görmemiştim. Utanmaz Adam havasında bir işmiş, öyle ki, Gırgır'ın ilk dönemlerinde yayımlanabilirmiş... Gün gazetesinde 1974'te çıkmış, zorlanmış olmalı ki, Süleyman Turan bu tarzı benim bildiğim bir daha denemedi. Veya kendisinden kadınlara yönelik işler isteniyordu, bildiği yoldan devam etti.

Güngör Kabakçıoğlu, o yıllar için, tahminen ellili yıllarda, yeni bir şey denemiş, çizgiyle fotoğrafı birlikte kullanmış. Disneyvari bir farenin üstüne kendi portre fotoğrafını yerleştirmiş... Muhtemelen, kendini takdim ettiği, özyaşam öyküsünü pekiştirecek bir görsel istendiği için bunu yapmış. 

İlban Ertem'in Gazeteciler Cemiyeti için hazırladığı yılbaşı tebriği-kartı. 1980'nin 8'inden sevimli bir yavru ayı çıkarmış... Tebrik ve bayram kartı, genel olarak kartpostal "tarih" olduğu için bugün çok anlaşılmayabilir ama cep telefonları ve internet yaygınlaşana kadar güçlü bir gelenekti... Yılbaşlarında ve bayram öncesinde sokaklar kartpostal satıcılarıyla dolardı. Haliyle çizerler için de doğal bir geçim kaynağıydı. Kurumlar ve firmalar, onlara yılbaşı kartpostalı sipariş ederlerdi. 

Pazartesi, Aralık 18, 2023

Son Okuduklarım 85

Şâir ve Patron, ünlü tarihçimiz Halil İnalcık'ın uzunca bir makalesi gibi duruyor. Sanat, matbaaya kadar, hükümdarların ve hükümdarla rekabet edebilecek seçkin ailelerin yardımlarıyla yaşayabiliyordu. İnalcık, Osmanlı'nın büyüme dönemlerinde bizdeki patronajın ve sanatsal hamiliğin işleyişini irdeliyor. Bu hamilik ve patronaj, sadece sanatseverlikle açıklanamayacak bir gelenekti, kudretin teşhir edilmesi gerekiyordu. Şair padişahlara, gözde şairlere, şairler arası rekabetlere dair gayet güzel örnekler verilmiş, diğer yandan alıntılardaki dil, amatörleri zorlayacak (bilmeden anlaşılamayacak) nitelikte...İnsan metni bitirdiğinde Fuzuli sonrasında ne değişti diye düşünmeden edemiyor, padişahların ve saray çevresinin sanata dair ihyacılık ve himayecilikleri eksilse de kaybolmuyor, Abdülhamid ve Atatürk dahi bu patronajı sürdürüyorlar çünkü. Bir Yaşam, merak ettiğim bir kitaptı, Yüksel Arslan'ın ölümünden sonra İstanbul'da yapılan uğurlama töreni için hazırlandığını biliyordum, çok az basılmıştı vs. Kitapta Arslan'ın cümleleriyle biyografisi (kronolojik olarak) derlenmiş, arada ilüstrasyonlara yer verilmiş. Okurken şunu hissettim, yaşıyor, bir dönem sonra o yaşadığınız yılları iki satırda özetliyorsunuz. Şunu yaptım, sonra şöyle yaptım falan filan... Arslan bir yerde "korkunç günler, sokakta izmarit topladığım bile oluyor" yazmış, br başka yerde "büyük bunalım, ne yapacağını bilememe" demiş. Büyümek ne zor, ayakta kalmak...Hep vardığımız yere bakıyoruz, başarısızlık, kendini gerçekleştirememe... bizi nasıl da savuruyor halbuki...


Kare Düşünce, Salih Memecan'ın 1974'de çıkan minik albümünün tıpkı basımıymış (1998). Albüm, yetmişli yılların ruhunu taşıyan, döneme özgü karikatür üslubunu ve anlatım biçimlerini kullanan, ifade özgürlüğüyle ilgili bir çizgi roman olarak nitelenebilir. Çizgi romanlarda karakterler balonlarla düşünür ve konuşurlar, Memecan, hikayesinde kare biçiminde bir anlatım kutusuyla konuşan ve düşünen bir karakterin yarattığı huzursuzluğu hikayeleştirmiş. The Mysteries (2023) Bill Watterson ile John Kascht ikilisinin Amerika'da yeni çıkan karanlık bir masalı. Öyküyü Watterson yazmış, birlikte çizmişler...Aslında masal demek yanlış olabilir, masalın klişelerini kullanmakla birlikte muammalı "postmodern" bir hikaye anlatmışlar.  Calvin ve Hobbes'tan aşina olduğumuz iyimserlikten eser yok. Siyah beyaz ilüstrasyonlarda distopik ve ürkünç istiflemeler yapılmış. İnsanlar, anlayamadıkları şeylerden korkarlar, sadece cinler ve periler değil, her türlü gizem bizim korkularımızdan doğmuştur. Din ya da pozitivizm, neye inandığınızla ilgili olarak değişir, yeterlidir ya da değildir, bu gizemi açıklamaya çalışırlar. Watterson'un öyküsünde Kral, şövalyelerine (herkesi çok korkutan ) gizemi yakalayıp-bulup getirmelerini emrediyor, en nihayetinde biri bunu başarıyor, bir kasa içinde o büyük gizem ele geçiriliyor, hapsedilen şeyin ne olduğunu göstermese de Kral, halkına o gizem pek matah bir şey değilmiş, korkulacak bir şey hiç değilmiş demeye başlıyor. Halk da buna inanıyor. Watterson, tam olarak ne anlatmak istemiş, doğrusu anladım diyemem, yoruma açık olmakla birlikte, vardığı yer, dünyanın sonu çünkü. İnsanlığın cesareti dünyanın sonunu mu getirecek diyor, yoksa gizemleri rahat bırakmalı mıydık demeye mi getiriyor bilemedim. Ezoterik bir belirsizlik hoşuna gitmiş, sadece o anlaşılıyor. 

Pazar, Aralık 17, 2023

Yüz

Senaryo işlerim nedeniyle "makale" yazamıyorum, üzülmüyor değilim ama hikaye düşünürken odağımı değiştiremediğimi, uzun uzadıya yoğunlaşamadığımı biliyorum artık. Tanıl olmasaydı, bu derlemeye de "Aziz Nesin" yazamazdım. 

Tartüf, Çizgi Roman Olursa...


Edebiyat ya da sinemadan yapılan sayısız çizgi roman uyarlaması okuduğunuzu tahmin ediyorum. Sinemacılardan veya yazarlardan çizgi romana (ve çeşitli çizerlere) yönelik sempati dolu açıklamalar da okumuş olabilirsiniz. Buna karşın çizgi romanın tiyatroyla pek yakınlığı yoktur; dünya çizgi romanında tiyatro uyarlamaları hem sayıca azdır hem de akılda kalacak nitelikte bir eser kotarılabilmiş değildir. Çizgi romanlar tiyatroda sahnelenmekle birlikte özgün tiyatro oyunlarının uyarlanmamış olması, muhtemelen piyasa koşullarının bir sonucu. Tiyatro kendisinden daha popüler bir anlatıyı sahneye taşırken çizgi roman endüstrisi, ilgi yaratmak (ve kullanmak) için kendinden daha popüler olan sinemaya bakıyor sıklıkla. Roman ve hikâye uyarlamalarında sahne tasarımı, kurgu ve bölümleme bakımından sinemaya yakın bir dil tutturulması hısım akrabalığın delili kuşkusuz. Shakespeare  uyarlamalarına bakıldığında özgün oyunla ilgisi olmayan bir dizge kurulduğunu hemen fark edebiliyorsunuz.
Tiyatro, genel anlamıyla eylemden çok konuşmaya dayandığı ve olaylar, ekseriyetle tek bir mekânda geçtiği için çizgi romana uyarlanırken baştan kısıtlar taşıyor ve yeni bir sahne bölümlemesi ve tasarımı gerektiriyor. Geçenlerde Molière’nin Tartüf oyununun çizgi roman uyarlaması yayınlandı.

Klasik tiyatroda oyunlar bir gün içinde bitecek biçimde düzenlenir. Oynanan oyunun geçtiği zamanın süresi arttıkça gerçeklik duygusunun tahrif edildiğine inanılır. Öyle ki, geçmiş, konuşmalarla anlatılır ve her ne olacaksa oyunun oynandığı süre içinde başlayıp bitmesi istenir. Tartüf, bu mantıkla kurgulanmış bir oyun, her şey çabuk gelişiyor. Kendini sofu gibi gösteren Tartüf’ün gerçek kişiliğini ve niyetini anlayamayan Orgon’un aile çevresinde gelişiyor. Aile, eş-dost Tartüf’ün bir düzenbaz olduğunu göstermeye çalışıyor ve bir türlü safça-imanla onu savunan Orgon’u ikna edemiyor. Tiyatro tarihi açısından oyunun ilginçliği, Tartüf daha sahneye çıkmadan seyirciye onunla ilgili mufassal malumat verilmesi, çatışma eksenini sahnede olmayan birinin üzerinden kurmasıdır. Çizgi romanda aynı bölüm uzunca bir süre Tartüf’ün yüzünü göstermeyerek, arkadan yandan gölgeleyerek hazırlanmış. Tiyatroda “kimmiş bu Tartüf çıksın artık” dedirten gerilim kısmen korunmuş.

Tartüf uyarlamasının en önemli güçlüğü, hikâyenin çizgi roman dünyası için bir olağanüstülük içermemesi. Oyunun vakt-i zamanında Kral için yazılmış ve ilk kez Kraliyet önünde sahnelenmiş olması, Tartüf’ün gerçek niyetini anlayarak düğümü çözen bir Kral aklının varlığını zorunlu kılmış olabilir ama bu çizgi romanlar için pek alışıldık bir durum değildir. En azından finaldeki kötü adam teşhirini karşıtlık ekseninde –ve Kral dışında- birinin –kahramanın- yapması geleneğine aykırıdır. Uyarlama yapılırken senaryoya bir başkalaştırma yapılmamış. Molière’in Fransız eğitiminin bir parçası olması, albümün okullara tavsiye edilecek olması uyarlamadaki sadakat ölçüsünü belirlemiş olmalı. Uzun yıllardır bu denli sadık bir uyarlama görmediğimi söyleyebilirim. Uyarlama ile ilgili bir başka mesele Tartüf oyunundaki uyaklı-beyitli dille ilgili. Çizgi roman için özgün metindeki manzum dil fazla süslü ve yapay kalıyor çünkü. Tartüf, Fransızcadan yabancı dillere tercüme edilirken (Türkçeye olduğu gibi) genellikle konuşma diline yaklaştırılarak düz yazı olarak çevrilmiştir. Çizgi roman uyarlamasında Nur S.Danışman, özgün manzum dile yakın bir çeviri tercihinde bulunmuş. İlginç olduğu muhakkak, çevirmenler için meydan okuyucu ve cezbedici bir yönü olmasını da anlıyorum ama okur, cümleler başka türlü olabilir miydi diye düşünmemeli, doğru olan bu bence. Manzum ya da düz yazı olmasından çok buna dikkat edilmeli sanki. Mitos Boyut Yayınlarının Tiyatro dizisinden çıkan Tartüf çevirisi (A.Selen, Ş.Aktaş ve Ç.Sarıkartal) bu sorunu, konuşma diline yakın bir manzumla aşmış. Benim beklentilerime daha yakın bir çeviri olduğunu söyleyebilirim. Burada kişisel tercihlerden söz ettiğimin farkındayım, şuna dikkat çekmek istiyorum. Filoloji bölümlerinde farklı mecralarda yapılan çeviriler karşılaştırılıyor, böylesi bir mukayese için Tartüf’ün çizgi roman uyarlaması, tercüme tercihleri ve uyarlamanın niteliği bakımından iyi bir örnek bana kalırsa.

Son söz üreticilere: uyarlamayı hazırlayan ekip Fransa dışında tanınan isimler değiller. Senarist Duval, neredeyse birebir sayılabilecek bir yazıma kalkışmış. Uyarlamada sadakat hep tartışılır. Saramago anılarında Körlük romanının sinema uyarlamasını neden kabul ettiğini açıklarken “bugüne değin hep benim yazdığımı yineliyorlardı, başka ve yeni bir şey düşünmüyorlardı” diyerek, uyarlamalardaki sadakatten hoşlanmadığını anlatmış. Duval, bu bakımdan Saramago’nun sevebileceği bir senarist değil, sağlam bir sadakat göstermiş metne çünkü. Yapıp ettiği, diyalogları görsel olarak tasarlayarak metni zenginleştirmek... Çizer Zanzim’i ise beğendim. Naif bir çizgisi var, çizgi romandan çok karikatürle uğraştığını hissettiriyor. Fırça kullanmıyor, tarama ucuyla resmediyor resmedeceğini. Çabuk çizdiğini sanmıyorum ama kolay ve herkes çizebilir ölçüsünde üretiyor. Naifliği buradan kaynaklanıyor ama bu bir tür sıcaklık da katıyor uyarlamaya.

[Bu yazı, ilk kez Birgün Kitap'ın 13.11.2010 tarihli sayısında yayımlandı.]

Cumartesi, Aralık 16, 2023

Yol İşçileri

İzmir'denmiş, benim tahminim, otuzlu yıllardan bir fotoğraf... Kızılay aşevinde çekilmiş. Doğrusu, İzmir tarihine vakıf değilim, bu kadar erkek hangi vesileyle biraraya gelmiş, bilemiyorum. İftar yemeği olamaz, çünkü ışık, öğlen saatleri gibi duruyor. Yıllar içinde çok sayıda yol işçisi fotoğrafı gördüğüm için ben onlara benzettim. 

Baba tarafından dedem, aventüriye sürdürdüğü İstanbul hayatından vazgeçerek, yol çalışması için Ankara'ya gelmiş biri, bir ya da iki kez, dinamitle patlata patlata, düzlenerek açtıkları yolları anlatmıştı. "Aylar sürerdi, aylar aylar" derdi. Sıkıntılı, cançıkartan, ağır mı ağır, bitmek bilmeyen bir iş olmalı ki, hemen kıyıcı ustabaşılar geliyordu aklına... 

Yaz kış çadırlarda kalırlarmış, mezbebelik dese de askeri bir disiplin olduğunu eklerdi, artık nasılsa, tektip kıyafetler giyerlermiş, nasıl hoşuna gidiyorsa, söylerken gülümserdi, arada bir hamama götürürlermiş. Kızılay yemek verirdi derdi ama çocuk aklımla hiç anlamazdım gerekçesini...  Afet değil, felaket değil diye düşünürdüm. 

Ondan sebep, fotoğraftaki işçiler, demiryolu inşaatında çalışıyorlarmış gibi geliyor bana...

Cuma, Aralık 15, 2023

Amcabey yastığı

Amcabey, çizgi dünyamızın ilk popüler kahramanlarından biri. Otuzlu yıllarda yoğun ilgi ve sempati gördüğü, okura yeni geldiği anlaşılıyor. Yani hem modern duruyor hem de ahlaken geleneği koruduğuna inanılıyor. 

Yukarıdaki görsel, Resimli Hafta dergisi okurlarına verilmiş bir yastık yüzü-modeli örneği...Derginin ortasında kadın okurlar için bir poster verilmiş, madde madde sıralanarak bir yastık yüzünün nasıl tamamlanacağı anlatılmış.

Son paragraf sevimli: "İşte Resimli Hafta okuyucularına Cemal Nadir'in bir yılbaşı hediyesi, kendisi imkan bulsaydı, bütçesi müsait bulunsaydı hiç birinizi zahmete sokmaz, size birer tane yapılmış yastık hediye edebilirdi." 

Ailevi, sevecen, duyarlı ve hürmetkar duruyor, saçma gelebilir, bugün benzer bir bağlamda, tivit olarak yazılsaydı ne tepkiler alırdı diye düşündüm... Bu türden what if soruları-karşılaştırmaları zamanı anlamak adına zihin açıcı olabiliyor.



Perşembe, Aralık 14, 2023

Bir gün mutlaka

Sokak, seksenli yılların sonunda çıkan muhalif sol dergilerden biriydi... Yukarıdaki görsel, Gırgır'ın sahip değiştirdiği satıştan sonra dergide çıkan habere ait. Gırgır çalışanları, ne yapacaklarını bilmez bir halde biraraya gelmiş, kendilerine bir yön ve yol haritası çizmeye çalışıyorlar. Nadire Mater, Oğuz Aral'ın evindeki toplantılara katılmış, yazısını o izlenimlerden çıkarmış. 

Seksenli yılların ikinci yarısından itibaren hükümet olan her sağcı parti, kendi medyasını yaratmak adına çok satışlı gazetelere baskı yaptı, onları piyasadan çekilmeye zorladı. Gırgır'ın satıldığı yıllarda Asil Nadir, Özal'ın teşvik, himaye ve kolaylaştırmalarıyla epey bir gazete ve derginin sahibi olmuştu. 

Gırgır da o hengamede el değiştiren yayınlardan biriydi, kapitalizmin işleyişi gereği, her yayın satılabilir, nedense biz okurlar meseleyi romantize ediyor, bir gazetenin okurları için değil reklamverenler için çıktığını aklımıza getiremiyorduk.

Gırgır çok satan bir yayındı ve bu sebeple, yeni mizah dergilerinin çıkması, Gırgır kadrosundan kopmalar olması kaçınılmazdı. Çarşaf, Mikrop, Limon, Hıbır hep o dalgalanmaların birer birer sonucuydu. Derginin asıl sahibi olan Haldun Simavi, anlaşılan o ki, hep bu kopmalardan hem de Özal'ın baskısından bunalarak elindeki bütün yayınlar gibi Gırgır'ı da satıverdi.

Gırgır, bir kapitalist (ve alenen sağcı) patrondan bir başka kapitalist (ve yine alenen sağcı) patrona geçmişti. Oysa biz, Nadire Mater ve Sokak ta böyle düşünmüş, dergimiz kötü adamların eline geçti üzüntüsüne kapılmıştık. Gırgır'ın çok sattığı, Oğuz Aral'ın çok kazandığı, pek çok üreticisinin bu kazancı görerek daha çok kazanmak için dergiden ayrıldığını bir türlü aklımıza getirmiyorduk. 

Sokak, haberin yan sütununa "Ağla Sevgili Yurdum" ibaresi koymuş, üzülmemiz-kahrolmamız gerekenler silsilesine Gırgır'la birlikte bir yenisi daha eklendi gibi okunabilir... Gırgır'ın el değiştirmesi (ve ayrılıklar elbette), benim kuşağımda, bugün dahi öyledir, muhalif bir kalenin susturulması, ustaya hıyanet, paragözlük, vicdansızlık falan diye açıklandı. İlgisi yok halbuki.

Haberde geçiyor, o günlerde çıkan başka söyleşilerde de tekrarlanıyor, Oğuz Aral, kendisine sorulsaymış-önerilseymiş Gırgır'ı satın alabileceğini söylüyor, ilk okuduğumda  bu vurgu bana ilginç ve zihin açıcı gelmişti.

Meraklısına Not: Gırgır o günkü kurla üç yüz bin dolara satılmış, bugünün parasıyla dokuz milyon gibi bir paraya... Sanıyorum, her Türk alışverişinde olduğu gibi vergiden sıyırmak adına bedeli düşük göstermişler. Yoksa, haftada net satışı iki yüzbin adedin üzerinde olan bir yayın getirisi ve karşılığı bu olamaz. Haldun Simavi bu paraya asla satmaz da diyebilirdim.

Çarşamba, Aralık 13, 2023

88 Plaka


Bozkır'da hikâyenin geçtiği şehir belli olmasın diyerek 88 plakayı kullanmıştık. Bu yıl, google'da en çok aratılan-sorulan plaka kodu olmuş. Vay dedim ilginçmiş. 

Salı, Aralık 12, 2023

Makyaj

Önemli oyuncularımızdan Hazım Körmükçü'nün söyleşisinin yer aldığı ünlü kapak fotoğrafı (1935). Hazım, o yıllarda sahiden şöhretli, ismi tiyatroyla özdeşlemiş isimlerden biri, ne ki söyleşisinde çektiği geçim sıkıntısından bahsediyor, hak ettiğini alamadığını anlatıyor vs... O fasla hiç girmeyeceğim, sanatla geçinebilmek, hayat sürdürebilmek hiçbir zaman kolay olmadı... 

Fotoğraftan söz edeceğim, bir dönemin tiyatro zihniyetini anlattığını düşünüyor, yapay renklendirmesini, eklenmiş kaşları, uçları sivriltilmiş takma bıyığı, çalışılmış sert bakışları ayrıca seviyorum. Bu makyaj, bu belirginleştirme kimseye, üreticisine, seyircisine, gazetecisine ve Hazım'a fazlave tuhaf  gelmiyor. Aksine olması gerektiği gibi görülüyor, normal bulunuyor. 

Teatrallik denir ya, oyuncular ilgiyi üzerlerinde tutmak için abartıya kaçabiliyorlar, dikkat çekici olmak, seyirciyi etkilemeye çalışmak bazen hikayeden kopmalarını da sağlıyor.  İlk sinemacılarımız,  tiyatrocularla  çalışmak zorunda kaldıkları için bundan çok şikayet eder, mevcut "normallikten" kurtulmak ve başka bir gerçeklik kurmak isterlerdi. 

Biz bunu, aradan geçen doksan yıl sonra  "tuhaflığı" yaşayanların aksine kolayca görebiliyoruz, Hazım'ın çağdaşı olsak, hiç dert etmeyebilir, o normalliği paylaşabilirdik. Tiyatrocuların makyajını bir metafor ve örnek olarak hep aklımda tutarım, hayat da böyledir, gerçek ve normal hep değişir, biçim değiştirir, başkalaşır, eskir, yenilenir, yeni gibi gelir filan...  

Pazartesi, Aralık 11, 2023

Son Okuduklarım 84

Kedilere Dair, kısacık bir kitap, İstanbul ağzıyla vapurla karşıdan karşıya geçerken bitirilebilecek türden bir kısalığı var, bir iki gazete makalesi ve alıntı içeriyor. Örik'in meğerse Buldum isimli bir kedisi varmış, onu anlattığı gazete yazılarından sonra Abdülhamid Düşerken romanında beyfendiye rastlamak, derleyen için güzel bir keşif olmuş... Kitap bu keşif için yapılmış sanki...Dirty Little Comics bir derleme. Yüz yıl önce Amerika'da el altından satılan "pornografik" çizgi romanları biraraya getirmiş. Tijuana Bibles adıyla bilinen tür, popüler olan her anlatı ve kişiliği hardcore bir hikaye içinde anlatıyor, şöhretini cesaretinden alıyordu. Çizgileri kötü, hikayeleri onlardan daha kötü olmakla birlikte amacına hizmet eden (veya ulaşan), bugüne kadar yaşayabilmeyi başarmış bir türden söz ediyorum. Bütünlüklü olarak okuyunca, üslup benzerliğini, teşhirci tekrarları, popüler olanlara yönelik grotesk öfkeyi giderek daha çok hissediyorsunuz. Ben daha çok türün üreticilerinin hayatlarını merak ediyorum, yasaklı, cezai karşılığı olan şeyler çiziyor-anlatıyorsunuz, gel gör ki, isminizi kullanamıyor, telif dışında herhangi bir şey kazanamıyorsunuz. Gizli saklı satılan, az basılan (bu sebeple telifi düşük), kolay ulaşılamayan tuhaf bir şöhreti olan çizgi romanların yazarı ve çizerisiniz ama tanınmıyorsunuz. 

Brizzi Kardeşler, Dante'nin İlahi Komedya eserinin "Cehennem" bölümünü çizgi romana uyarlamışlardı, Dante'nin Cehennemi dilimizde de yayımlandı. İddialı ve zor bir işe girişmişler, yurt dışında konuşulduğu için meraklanmış, örnek sayfalar görmüştüm, ilginç ama "yeni" gelmemişti bana. İlk izlenim, genellikle yanıltıcı olur, üstelik meraklı bir oburum, çıkınca hemen alıp okudum. İlk izlenimim pek değişmedi, uyarlama beni kesmedi. Ciddi bir emek var, sabırla çalışılmış, beğenilmeme ihtimali yüksek bir işe de girişilmiş, cesaret istiyor... E dedim, neden hakkını teslim etmiyorsun? Neden beğenemediğimi sonradan anladım, ben İlahi Komedya'yı Gustave Doré gravürleriyle okumuş ve öyle canlandırmıştım hayalimde. Doré ile hangi uyarlama ve hangi çizgici rekabet edebilir bilemiyorum. Brizzi kardeşler en azından önsözde ondan bahsetmeliydiler diye düşünüyorum, ismini geçirmeseler de açıkça görülüyor, ondan çok faydalanmışlar. Meraklısı albümü Doré ilüstrasyonlarıyla birlikte incelerse ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır. Diğer yandan senaryoyu başarılı buldum, seyreltmeler gayet başarılı olmuş. 

Pazar, Aralık 10, 2023

Öptü

1974 yılından, Haldun Simavi'nin çok satar gazetelerinden biri olan Gün'ün spor sayfasından bir manşet... Manşetteki hata nedeniyle bu görseli seçmiş değilim... Başka ayrıntılar var, onlar daha ilginç... 

Haldun Simavi, bir bulvar ve magazin gazetecisiydi, neye bakarsa baksın, abartılması gerekeni görüyor, onu kanırtacak, çoğaltacak, komik bir üslupla belirginleştirecek şeyler buluyordu. Böyle isimlerle çalışıyor, ona göre seçiyor, ona göre gazeteci yetiştiriyordu. Bana kalırsa, en az yarım asır, magazin tarihini o yazdı, ve evet, Gırgır'ı da o çıkardı, Gırgır da böyle bir şeydi...

Önce bilmeyenler için haberi açıklayalım, Fenerbahçe, bir lig maçında Giresun'la berabere kalmış, Didi, Fener'in ünlü Brezilyalı hocası... Haberde şarkıcı Gönül Yazar'ın işi ne derseniz, tahminen söylüyorum, hafta içi Didi, gazinoya gitmiş, muhtemelen magazincilerin ısrarıyla, Gönül Yazar ile fotoğraf çektirmiş. Yazar da oyunbaz ve çapkın, magazine istediğinden fazlasını veren, öp denilince öpüveren biri oldu hep, öpüvermiş Didi'yi... 

Haldun Simavi gazeteciliği bu haberi, haliyle masum bir öpücükle geçiştiremez, bunu illa ki seks imasına dönüştürür, Didi ile Gönül Yazar, bir şeyler yapmış olabilirler tadında gevşek bir espri yapar. Bununla da kalmaz, Didi'nin "bir sonraki maçında" veya Yazar'ın bir başka "sevgili pozunda" makarasını sürdürür. 

"Gönül Yazar'dan sonra Giresun da Didi'yi öptü" manşetinin hikayesi bu...Kim yazmış? Gırgır'da pek çok genç mizahçıya ustalık edecek İsmet Çelik yazmış, komik, takılmalı, laf çarpmalı bir metin çıkmış ortaya... "Saha çamurlu ama her iki takım da sahadan daha az çamurlu" demiş mesela, koşmamışlar, iyi oynamamışlar demek istiyor ama asıl gaye puan kaybeden Fener seyircisinin öfkesini kaşımak... "Didi maçtan sonra Fenerbahçe Çakıl gazinosunda daha iyi oyun çıkarmıştı dedi" denmiş ama palavra olduğu aşikar...

Son not, Gönül Yazar, Haldun Simavi'nin kardeşi ve meslekten rakibi, Hürriyet'in patronu olan Erol Simavi'nin sevgilisi-hayat arkadaşıydı, bir kız çocukları bile olmuştu, 1974'te ayrılmışlardı ama ne de olsa Haldun beyin yengesiydi, yeğeninin annesiydi, görünen o ki hiç umursamamış... Gazetenin üslubuyla "öpmek" de beis görmemiş...

Eski yengesine ceza kesmek gibi düşünülmesin, Haldun Simavi, sadece ve sadece, kim popülerse onunla ilgileniyor, Fenerbahçe ve trajedi, Fenerbahçe ve ünlü hocası, Didi ve onu kim öperse o kadın ilgisini çekiyor, birer birer "ship"liyordu... İsmet Çelik, bu yüzden onun yanında çalışıyordu, Gün satmaz olunca bu yüzden çat diye kapatmıştı. 

Cumartesi, Aralık 09, 2023

Kartpostal köylüsü

Yetmişli yıllarda Süleyman Demirel "Çoban Sülü" olarak takdim edilince en büyük siyasi rakibi Bülent Ecevit te "Karaoğlan" oluvermişti, biri fötr şapkasıyla diğeri köylü kasketiyle çıkardı meydanlara... Türkiye'de siyaset, yerli olup-olmamakla ilişkilendirilen bir kavgadır... Hemen her siyasetçi buralı olduğunu ispat etmek zorunda kalır, suçlamalar bu yönde gelişir çünkü.

O yıllardan hatırlıyorum, Ecevit'e "kartpostal köylüsü" derlerdi ve itiraf edeyim, o yaşlarda bunun ne demek olduğunu anlamazdım. Meğerse, sahici-samimi olmayan yapılmış-tasarlanmış bir köylülük denmek istiyormuş. Hoş, arkası da gelirdi, Ecevit'in kasketinin Lenin'den ilham aldığı iddia edilirdi filan...

Yukarıdaki fotoğraf, 1954 yılından, Türk-Amerikan Kadınlar Derneğinin Golf Kulübünde verdiği yemekten bir hatıraymış, arkasında öyle yazıyor. Fotoğraftaki kadın bir kartpostal köylüsüymüş mesela, öyle adlandırılırmış, kostüm gibi giyilen, eğreti duran yerlilik anlamında yani...
 

Cuma, Aralık 08, 2023

Enişte

Altan Erbulak, çizgilerini ve çalışkanlığını çok sevdiğim bir sanatçı. Yukarıdaki bant, yetmişli yıllarda, Milliyet'in spor sayfasında çıkmış olmalı... Boksör Cemal Kamacı'nın Avrupa şampiyonluğu ile ilgili bir espri yapıldığına göre 1973 ya da en geç 1975 tarihinde yayımlanmış...

Erbulak'ın bantta sohbet ettiği ve "Enişte" dediği tipleme, İtalya'da da futbol oynamış, ismi Beşiktaş'la özdeşleşmiş oyunculardan Şükrü Gülesin...Çok değil, birkaç yıl sonra, 1977'de, geçirdiği kalp kriziyle erken bir yaşta, henüz 55'indeyken vefat ediyor. Neşeli, hazırcevap ve nüktedan biri olduğu söyleniyor, futbol magazini seviyorsanız, hakkında fıkra tadında hikayeler duyabiliyorsunuz. 

Nasıl denk geliyorsa, İtalyanların efsanevi futbolcusu Guiseppe Meazza, büyük savaş sonrası  bir yıl kadar Beşiktaş'ı çalıştırıyor ve oyuncusu Şükrü Gülesin'i İtalyanlara tavsiye ediyor. E o da renkli mizacı gereği bu serüvenden kaçmıyor... Yurt dışında başarı kazanmış, İtalya'da oynayan ilk futbolcumuz oluyor. Ellili yılların ortasında memlekete dönüyor. Yöneticilik, antrenörlük ve spor yazarlığı yapıyor. Popüler kültürün bilinen isimlerden biri... Yani Altan Erbulak, bantına, partner olarak bir şöhret seçmiş durumda... Onun ağzından çıkanları esprileştiriyor... 

Şükrü Gülesin, Erbulak'a ufak tefekliğini komikleştirmek için olmalı "molekül" diyormuş, bantta da öyle geçiyormuş. Enişte ile Molekül'ün spor sohbeti...

Perşembe, Aralık 07, 2023

Yıldırımları Çekiyor

Sosyal medyada oyuncu ve dizi fanlarının yorum, takip ve hayranlıkla dolu eylemleriyle mutlaka karşılaşmış olmalısınız. Sevdikleri oyuncuyu trendytopic yapmak, onu daha çok konuşulur kılmaya çalışmak, onu savunmak ve onun adına eleştirilere cevap vermek, hatta kavga etmek fanlığın normalleri arasında. 

Geçtiğimiz günlerde bunun günümüze dair bir "delilik" olduğunu söyleyenlerle karşılaştım, elbette çerçevesi, çapı ve etkisi bugün daha çok ve güçlü olabilir ama bu, yeni veya miladı günümüzle başlatılabilecek bir şey değil. Yeşilçam'da benzer bir seyirci iştahı ve tutkusu vardı, fanlar, sevdikleri oyuncular için küçük büyük tartışmalara girerlerdi. 

Örnek vereyim, altmışlı yılların başında çıkan, Turhan Bozkurt'un sahibi olduğu Sinema dergisi, meraklısı için epey malzeme içerir. Sinema ve dedikodu magazini olan dergi o dönem için yenilikçi ve benzerlerinden farklı bir tutuma sahipti, okur mektuplarına yer veriyordu. Okurlar, bir önceki sayıda çıkan söyleşi ve haberlere ilişkin mektuplar yazıyor, rekabetçi bir dille, sevdikleri oyuncuları yüceltip diğerlerini aşağılıyorlardı. 

Yukarıdaki görselde, Leyla Sayar'ın söyleşisine cevap yazan okur mektuplarından ikisini paylaştım. Sayar, söyleşisinde, anlaşıldığı kadarıyla Muhterem Nur ve Belgin Doruk'u azımsamış gibi duruyor, o sebeple öfkeli mektuplar gelmiş... Nur ve Doruk'u savunmak da değil sadece, iş çığrından çıkıp, Sayar'ı ahlaksızlıkla suçlamaya kadar varmış...  

Dergi, bile isteye yayımlamış, okur mektubu yayımlamak, yazarla-okuru, üretenle tüketeni yakınlaştırmak basın yayın için çığır açıcı bir yeniliktir aslında... Burada yapılan, biraz daha farklı, çünkü dergi, sinema sanatı veya sektöre ilişkin yayın yapmıyor, doğrudan Yeşilçam seyircisini hedefliyor,  fanları karşı karşıya getirmek ister istemez tirajı etkilemiş olmalı...

Üzerinden çok zaman (belki çeyrek asır) geçti ama Dilek (Kaya) Yeşilçam'da okur-seyirci mektupları üstüne çalışmıştı, fan kültürü ve dizilerse çalışılmayı bekliyor... 

Çarşamba, Aralık 06, 2023

Göktaşı

Görmemiştim, bilmiyordum, teksirle çoğaltılmış bir bilim kurgu fanzini Göktaşı, ocak 1980'de yayımlanmış, ve galiba tek sayıda kalmış... 

Başlarken yazısına göre memleketin Antares ve X-Bilinmeyen'den sonra çıkan  üçüncü bilim kurgu dergisiymiş, Bülent Akkoç, basılı dergilerin yüksek maliyetlerinden dolayı bu yola başvurduğunu söylemiş...  

Bülent abiye yakışan, ancak bir fanzincinin anlayıp paylaşabileceği tatlı bir amatörlük, güçlü bir heveskârlık, deliduman bir iştah ve iddiacılık elbette...İçerde iki öykü var, biri Arthur C.Clarke'a ait... Çevirileri Suha Alıncak yapmış... Hepi topu on altı sayfa zaten, mini boy...

Derginin içinden çıkan posta çekini ayrıca paylaşmak istedim, o yıllarda, en azından bir çeyrek asır etkisi sürdü, posta çeki ve havalesi yoluyla dergilere abone olunurdu. Akkoç da okura abonelik çağrılarında bulunmuş... Merak ettiğim, okurun dergiye nerelerde ulaştığı-satın aldığı, gazete bayiilerinde yer bulamayacağı aşikar çünkü Göktaşı'nın...

Salı, Aralık 05, 2023

Seyrüsefer Defteri 155

++ Misket oyununa gittim, gerçekçi bir dil, iyi iki oyuncu, güzel bir Ankara kenarı (30 Kasım).++ Gibi Sez1 Ep7 ve 8'i seyrettim (29 Kasım).++ Ah-ga-ssi (2016) tekrar seyrettim, entrikası, iştahı, abartısı, yoruculuğu ile park ettiriyor insana (28 Kasım).++ Bihter (2023) yanlış bir yorum olmuş diyelim (27 Kasım).++ Napoleon (2023) Tuna ile seyrettik, bana dağınık geldi, temel eksen Josefin ise o fasıl
  koyulaşamamış, kısa kalmış (26 Kasım).++ The Fall of the House of Usher Sea1 Ep7 ve 8'i seyrettim (25 Kasım).++  Gibi Sez1 Ep.5 ve 6'yı seyrettim (24 Kasım).++ To Catch A Killer (2023) beklediğim bir filmdi, gerçekçilik iddiası var ama bunu karşılayamıyor, hikaye geremiyor, inandıramıyor  (23 Kasım).++ The Fall of the House of Usher Sea1 Ep5 ve 6'yı seyrettim (22 Kasım).++ Blue Eye Samurai Sea1 Ep.7 ve 8'i seyrettim (21 Kasım).++ Nouveaux riches (2023) mizahı aksiyonu ve romantizmi değişik bir karışım olmuş, enerjik film (20 Kasım).++ Blue Eye Samurai Sea1 Ep.5 ve 6'yı seyrettim (19 Kasım).++ Dokjeon 2 (2023) aksiyondan çok entrika ve twist iddiası var, finali ve ilk filme bağlama biçimi başarılı (18 Kasım).++ Blue Eye Samurai Sea1 Ep.3 ve 4'ü seyrettim (17 Kasım).++ En passant pécho (2021) punk havasında bir çizgi roman gibi duruyor, delice bir kakırdama, abartılı tepkiler, yoğun bir dürtüsellik, vasataltı (16 Kasım).++ Dokjeon (2018) temposu var, entrikacı ve ergen zekasını kaşımayı biliyor (15 Kasım).++ Blue Eye Samurai Sea1 Ep.1 ve 2'yi seyrettim (14 Kasım).++ The Burial (2023) dava filmlerinden, Jamie dehşetli bir coşku göstermiş, filmi sürüklemiş (13 Kasım).++ Atatürk (2023) Tuna ile seyrettik, İslami dokunuşlar filan o fasıl ilginç olmuş (12 Kasım).++ The Killer (2023) nasıl uyarlayacak diyordum, bu kadar iç ses ve ahkam seyirciyi sıkabilir, puan düşürür demiştim, temposu güzel ama vayvay da değildi (11 Kasım).++  Bomboş (2022) bu kadar iyi oyuncuyu ikna etmek bir yönetmenlik başarısı diyelim (10 Kasım).++ Donnie Brasco (1997) yeniden seyrettim, sinemanın son yirmi beş yılda nasıl bir gösteriye dönüştüğünü hissettirdi (9 Kasım).++ Aşk, Büyü vs (2019) erkek karakter bir edebi unsur olarak dahil edilebilseymiş hikaye derinleşirmiş (8 Kasım).++ Scialla! Stai sereno (2011) sevimli bir iyimserliği, ne olmadığını bilen bir mesafesi var (7 Kasım).++  The Fall of the House of Usher Sea1 Ep3 ve 4'ü seyrettim (6 Kasım).++Nasipse Olur (2020) Kızın bir enerjisi var, gerisi dizi olsa tutmaz vasatlığında (4 Kasım).++ Ganglands Sea1 Ep1 ve 2'yi seyrettim (3 Kasım).++ Baradaran-e Leila (2022) tek kelimeyle enfes ve ilham verici, büyük film (2 Kasım).++ The Fall of the House of Usher Sea1 Ep1 ve 2'yi seyrettim (1 Kasım).++