Cuma, Ağustos 21, 2020

Mediyaa


Günümüzde medyanın "artık" varolmadığı iddia ediliyor. Var ya da yok, ne dersek diyelim bir medya algısı ve haber mantığı varlığını sürdürüyor. Geleneksel anlamda medya dediğimiz mecra neydi onu bir hatırlayalım, örneğin medyanın kendine rol olarak seçtiği ve itibarını arttırmak için olur olmaz zikrettiği kamu adına denetleyicilik (watchdog) ideali sahiden var mıydı? Yoksa tüm hayatımıza dâhil olan ve gündelik olanı önemli ölçüde yönlendirebilen,  ortak iyi ve kötüyü, yanlışı, çirkini, ahlak dışı olanı da işaret edip, belirginleştiren, kimi zaman da görmezden gelebilen, düşman kadar kahraman da üretebilen bir şey miydi? 

Medya için kesin konuşulabilecek tek şey ezelden bu yana tutarsız olduğu olabilir. 

Çok değil çeyrek asır öncesine gidin, bir sayfasında devlet göreve çağrılırken, diğer sayfasında neoliberalizmin öngördüğü yeni sosyal politikalar savunuluyordu. Konjonktüre, güç ilişkilerine ve ticari kaygılara göre biçimlenen bir yayıncılık anlayışını romantize etmek pek de akıllıca değil sanki. Medya, tutarlı ve tek biçimli değildir ve daima birbirleriyle çelişen içeriklerle varolur. 

Geçtiğimiz yüzyılda gazete ve televizyonu temel alan kamuoyu değerlendirmelerine bakarsanız, toplumların medyaya güvenmediğini görebiliyoruz. Diğer yandan medyayı güvenilir bulmadığını beyan eden toplumların sevip saydığı, güven duyduğu kişi ve kurumların da hemen her zaman medya ve medya seçkinleri tarafından üretildiğini biliyoruz. Sayısız ülkede rüşveti reddeden bürokratlar, yolsuzluk ve kanun dışılıkları açığa çıkaran mali ve adli denetçiler, ekonomi elitleri, mafyaya ya da geniş ölçekli bir örgüte direnen savcılar medya aracılığıyla kahramanlaştırıldılar, manşetlere taşındılar, eylemlerini sürdürmelerini kolaylaştıran kamuoyu desteğini önemli ölçüde medyadan sağladılar. 

Garip mi? Hayır değil. Medyaya güvenmeyen toplumlar medyanın kahramanlarına inandılar. Meseleye medya açısından bakarsak yaratılan kahramana verilen destek medyanın belli ölçülerde itibar tazelemesini de sağladı.

Tutarsızlık ve çelişki, dikkat edilirse bugünün “sosyal medya” algı ve üslubunu da tanımlıyor. Kamu adına denetleyicilik yapan, yapmaya çalışan, yaptığını iddia eden muhalif gazeteciler de var, yandaş denilen “sahibinin sesi” sayılan gazeteler de var. Her biri yazar, eleştirmen, gazeteci, yönlendirici olan-olduğuna inanan, olmayan çalışan kullanıcılar da var. Hepsi birlikte hemen her gün popüler olan hakkında tıpkı gazetesini satmak isteyen yazı işleri müdürü gibi manşet atıyor, manşet yorumluyor, “muhabirlik” ve "köşe yazarlığı" yapıyorlar. 

Evet bir kaos gibi duruyor, “sert” olan, büyük konuşan, “saldıran” dikkat çekiyor gibi gelebilir, bence o kadar değil… 

Geçmişte öğrenciyken kütüphaneye gider çıkan bütün günlük gazetelere bakar, okumaya çalışırdım, asla para verip almayacağım gazeteleri karıştırmak bana garip bir his verirdi, bildiğim ve aşina olduğum fikir ve iddiaların dışında bir şeylerle  karşılaşıyordum. Varolduklarını bilmediğim gündemler, sansasyon sayılan ama beni zerre ilgilendirmeyen meseleler… Vay diyordum, hani dünya küçüktü… 

E o zaman internet yoktu, karşılaşmak hiiç kolay değildi. Kaos hep vardı da göremiyor, bilemiyorduk, madden de külfetliydi belki de…Şimdi kolay karşılaşıyoruz, çeşitlilik bizi rahatsız ediyor çünkü, haklı ve doğru olduğumuza inanıyoruz, karşıt fikirleri “marjinal” olanlarla özdeşleştirip kendimizi rahatlatıyoruz.  

Evet yazılı basın ölüyor ama her yerde ölüyor, bu ölümcül azalış, medya ve haber mantığının, watchdog'un bittiğini göstermez elbette.

Bu konuda diyecek lafım çokmuş, şimdilik bu kadar diyeyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder