Salı, Nisan 07, 2020

Gülmenin Şen Hafifliği


İnsan nelere güler? Böyle bir antropolojik sorunun cevabını verebilmek, uygun bir tasnifleme yapabilmek çok mümkün/doğru görünmüyor. Güçlük açıkça, gülmeyi yaratan durumların hemen hemen sonsuz olmasında yatıyor. Çünkü, gıdıklandığımız, herhangi bir işi başardığımız veya tuttuğumuz futbol takımı galip geldiği zaman gülebiliyoruz. Hatta herhangi bir konudan utanıp, sıkılıp kızarıp bozardığımızda ya da başarısız olduğumuzda da gülebiliyoruz. Atasözleri ve deyimlerde geçtiği gibi kıs kıs, pis pis ya da bıyık altından gülüyoruz. Kimi zaman gülüp geçiyoruz, gülüyoruz ama içimiz kan ağlıyor ya da gülüyoruz ağlanacak halimize. Duymuş olabilirsiniz, ben sık kullanırım, Türk vara yoğa gülmez denir. İbn’ül Cevzi, aşırı gülmeyi ahmaklığın alameti olarak yorumlar. Gülmenin yakışıksız ve hatta günah olduğunu söyleyen hadisler, mutasavvıflar vardır. Bir çocuğun ciddiliğe olan doğal eğiliminin, oyun ve gülmeye karşı erken isteksizliğinin onun gelecekteki dindarlığının işareti olduğu düşünülür.

Bir fıkraya güleriz, bize komik gelen bir uyumsuzluk içermektedir, beklemediğimiz bir cevap ya da sonuçla karşılaşırız. Veya fıkraya değil de o fıkrayı anlatan kişinin fıkrayı nasıl tarumar ettiğini, anlatamadığını görüp güleriz. Anlatılan fıkradan çok fıkrayı anlamayan birisine güleriz. Gülmenin mizah aracılığıyla endüstrileşmesi, ehil ellerde paraya tahvil ediliyor olması bir yana anlık şakalar, kasıtlı dil sürçmeleri ve oyunları, taklitler ve fıkralar hemen hepimizin aktörleri (uygulayıcıları ya da kurbanları) olabileceği, gündelik hayatın gülme vesileleridir. Tekrarlarız, çeşitlendiririz, hatırlarız, fırsat kollarız ama mutlaka bir biçimde gülme sebebi olabilecek mizahı uygularız. Neden(ler)i çok çetrefil/karmaşık değildir. Sorulduğunda ya “sevdiğimizden takılıyoruzdur” ya da hayat başka türlü nasıl geçer ki diye, hayatın ciddi, baskıcı, ağırbaşlı yapısını dillendiririz.

Felekten bir gece çalmak, dostlar arasında iştahlı yemek yiyip içmek kadar gülmeyi işaret eder. Felekten yani hayattan, kurallardan, elbette ki devletin ve dinin kurallarından, tahakkümünden bir günü – daha çok geceyi – çalarak yılın gerisine meydan okuruz. Perhizi bozarız, sesimiz yükselir, kahkahalar atarız, israf ederiz. Ve tüm bunları şarkının söylediği gibi “dostların arasında” ancak ve ancak eşitler arasında yapabiliriz. Tanımadığımız, mesafeli olduğumuz insanlar arasında ne esprilere gülebiliriz ne de ciddiyetimizi bozabiliriz. Vakur, seviyeli ve “efendi gibi” konuşup-içip, izin verilir ölçülerde daha çok masanın otoritesi güldüğü zaman (ve çoğunlukla onu aşmadan) güleriz.

Gülme, neşe getirir, gülen birini duyduğum zaman mutlaka gülümserim, az ya da çok bir neşe bulaşır bana... Biliyorsunuz, mutluluk bir süreçtir ve ona ulaşmak (ve korumak) zamana dayanır ve mutlaka emek ister. Eskiler, bunun bir hayat ideali olduğunu söylerlerdi. Bana, ekmek nasıl taştan çıkıyorsa, mutluluk da ancak o zorlukla çıkar gibi geliyor. Oysa, neşe bütünüyle beklenmedik bir durumdan, histen çıkar ve geçicidir. Kendimden biliyorum, anlık bir şey, bir resim, bir hatıra, bir kahkaha, bir şarkı beni neşelendirebiliyor. Ama mutlu olmaya yetmiyor, yetmemesi de normal… Gülme ve mizah da buna benziyor, birisi geçici ve beklenmedikken, diğeri planlı ve süreç içeriyor. Gülmek, mizah için gerekli ama tek başına yetmiyor, tıpkı mutluluk gibi daha uzun soluklu bir enerji istiyor.

Fırsat buldukça devam edeceğim.


2 yorum: