Perşembe, Nisan 30, 2020

Arkaşlar ve Delihanlular (2)



Kenar mahallede büyümüş bir çocuk olarak delikanlılığın hep içindeydim. Kavga etmek, fedakârlık yapmak, meydan okumak, racon kesmek, birbirine destek olmak bu ruhun payandalarıydı. Kan kardeşim, bacım dediklerim, güzel küfreden, aklı başında demlenen arkadaşlarım vardı. Birbirimizin gururunu okşuyor, aşktan anlıyor, doğrulardan konuşuyor, kadınlarla aramıza mesafe koyar gibi yapıyorduk. Cinsel açlık, parasızlık, başarısızlık, baskıcı ebeveynler hep vardı, içimize üstümüze sinmişlerdi, ne yapıyorduk, onların yerine arkadaşlığımızı koyuyorduk. Ben bu safhayı hayata karışmadan önceki son istasyon gibi gördüm hep. Güçsüzlüğe, hamlığa, yokluğa arkadaşlıkla katlanırsın, ailenden ve hayattan kaçar, birbirine sığınırsın. Yaş ilerleyip, devreye para kazanmak, evlenmek, günü kurtarmak girince o sığınaktan çıkıp farklı yollara dağılırsın. Trafiğin yoğun olduğu yollarda geri dönüş yasaktır!

Orta Anadolu’da, “Akrabaya akrab (akrep) gerek,” derler, hey güzel Allah’ım kurtar bizi şunlardan tadında matrak bir iğnelemesi vardır, hoşuma gider. Ulus (Baker) öldüğünde bir akrabası, “Siz arkadaşısınız, onun adına daha doğru karar verirsiniz. İnsan akrabasını seçemez ama arkadaşını seçer,” demişti ve bunu duyduğumda çok etkilenmiştim. İnsan arkadaşını seçer, olmuyorsa da bırakır gider, oysa amcalar, teyzeler, dayılar, yengeler, hatta kardeşler, anneler, babalar öyle değildir. Islandıkça ağırlaşan paçavra misali dibi buldurabilirler. Büyük ailedirler. Ben ergenken, bizim evde ne zaman toplanılsa, babamın hâkimi ve savcısı olduğu, çocuklarını kifayetsizlikle suçladığı bir akraba mahkemesi kurulurdu, annem şahit olurdu, mütemadiyen hırpalanırdık. Tembeldik, sorumsuzduk, başkalarının çocukları neler neler yapıyordu da biz içler acısıydık, utandırıyorduk, olamıyorduk vs. Arkadaşlar o zamanlar iyi gelirdi bana. Kaçardım. Ucundan kıyısından kendim olabileceğim, fikrimi söyleyebileceğim, salak yerine konmayacağım, eşitler arasında iç dökerek, paylaşarak, yakınlık kurarak, tanıyarak, akıl vererek, akıl alarak nefes aldığım bir yere kaçardım. O sancılı ergenlik kaosunda arkadaşlarım, bana ailemden iyi gelirdi, bir şeylerin bana iyi gelmesine ihtiyacım vardı, büyüyordum, büyümek kolay değildi.

Bugün, çevremdeki orta sınıf ve eğitimli anne-babaların, çocuklarının arkadaşı olmamasından korktuklarını duyuyorum. Otomobillerin park yeri sorunu kadar mühim tek çocuk sıkıntıları… Sadece iyi vakit geçirmek için gerekli olan bir arkadaştan söz etmiyorlar, yetişemediklerinin farkındalar, geçmiş deneyimlerini hatırlıyorlar, arkadaşların bir şeyleri, en çok ruhları tamamladığının farkındalar… Annem, pek çok anne gibi, arkadaş dediğimde, “Kim o arkadaş?” derdi, endişeyle, endişesini gizleyen bir sinirle… Arkadaş dediğin insanı ne yollara düşürürdü. Çocukları kaçıran çingeneler gibi, kötü yola düşüren arkadaşlar var bizim kolektif hafızamızda…

Bir insanın kişiliğinde, huylarında, eğitiminde aile ve okul kadar arkadaşlarının payı vardır. Şöyle düşünün, kişiliğinizde yüzde olarak ailenizin payı nedir ve bunda arkadaşlıklar neden hiç hesap edilmez? Arkadaşlıklar öğrenmenin bir parçası değil midir? Akla dahi gelmiyorlar. Gelse bir bakanlık, bir müdürlük açılırdı…

1 yorum:

  1. Baba ne diyorsa oydu,ama mahalleye çıktığın zaman kendin oluyodun.belkide kişiliğimizi bulmanıza yardımcı oldu bu sert tavirlar

    YanıtlaSil