Pazartesi, Aralık 16, 2019

Psikolog gözüyle zararlı neşriyat


Çizgi romanlar popülerliklerini yitirdiğinden beri karşıtlık içeren yorumları pek göremiyorum ama... en azından çocukluğum ve gençliğim sırasında öğretmenler, ebeveynler ve hatta sayılı entelektüeller çizgi romana karşıydılar. Çocukları hayal kurmasını engellediğini, çizgi roman okuyan çocukların okumaktan soğuduğu filan iddia ediliyordu. Daha uzun ömürlü olan eleştiriyse çizgi romanların çocukları şiddete yöneltmesiydi. Aşağıda çizgi roman karşıtlığına örnek gösterilebilecek, 70 yıl öncesinden bir yazı var. Yazının önemi, Sabri Esat Siyavuşgil gibi entelektüel ve özgürlükçü bir bilim adamının kaleminden çıkmış olması.

Bize çocukluğumuzda keyifli ve heyecanlı anlar yaşatan kitaplar vardı. Jules Verne'in ve M. Zevaco'nun Türkçe’ye çevrilmiş romanlarını birer birer hatmederdik. Tabii, bizi bu kitaplara, bağlıyan şey, macera zevki idi. Buluğ çağına kadar alâkalarınız, daha ziyade tabiati veya insanları yenen kahramanlarda toplanıyor. Bugünün çocukları, binbir tehlikeden kurnazlığile veya bazusunun kuvvetile kurtulup haksızlığı alteden film kahramanını nasıl alkış alkışlıyorlarsa, biz de bu romanlarda tek başına yüz kişiye saldıran silâhşöre veya icat ettiği acaip bir uçakla gökyüzünde günlerce dolanan mucide öyle hayran olurduk.

Birbirine bağlanıp giden heyecanlı maceralar arasında, gözlerimizin önüne tarih ve coğrafyanın, müsbet bilginlerin en meraklı ve en cazip sayfaları açılıp serilirdi. Meselâ Jules Verne'in Kaptan Hatras'ı bizi kutupların buzlu denizlerinde dolaştırırdı. Her sayfasında, ancak birkaç seyyahın gidip görebildiği o esrarlı diyardan canlı bir tablo seyrederdik. Çin’de bir seyahati okurken insanları ve âdetleri bizim için meçhul, muazzam bir ülkede yasar gibi olurduk. Deniz altında 20.000 fersah seyahat, bizi su altı âleminin binbir nebat ve hay-vanile karşı karşıya getirirdi. Araba ile devrialem, seksen günde devriâlem, balonla beş hafta seyahat ve diğer romanların her birinde, hem yaşımıza has macera hevesi ve zevkini tatmin eder, hem de bilgimizi arttırırdık. Silâhşörlü romanlar, yine aynı derece de heyecanlı vak'alar içinde, bize fasıl fasıl tarih öğretirlerdi.

Elbette ki bu romanların kahramanları ve vak’aları hayal mahsülü idi. Fakat gerek seyahat romanlarında, gerek tarihi sergüzeştlerde dekor hakikate uygun bulunurdu. "Onbeş yaşında bir Kaptan" da gördüğümüz Okyanus adaları, rasifler, yerli ahali romancının uydurması değildi, oraları gezip dolaşmış gemicilerin, misyonerlerin ve tacirlerin bizzat görüp anlattıkları realiteye dayanıyordu. Dumas’nın tarihi romanlarda, mesela Üç Silahşörlerinde, bütün XVII. asır Fransası, tarihi hakikate uygun manzarasile canlanıyordu. Çocuk kafası, bu romanlarda maceradan maceraya atlarken, sayfalar boyunca karşılaştığı hakikatlerle beslenebiliyordu.

Bu romanların resimli olanları da vardı. Her formada, ekseriya tahta üzerine kazılmış, bugünkü zevkimize göre pek iptidai, fakat o zamanlar bayıla bayıla seyrettiğimiz, birkaç resim muhayyilemizin keşfedemediği hususiyetleri babacan bir uslubla canlandırırdı. Amazon nehrinin ağaçlıklı sahillerini, balıkçı gemisine saldıran balinaları adalarda oturan yerli halkın incecik piroglarını, ekmek ağacını, kaplan tuzağını biz hep bu resimlerde seyrederdik. Bu resimleri yapanlar, insanların kıyafetini ve tabiat manzaralarını, hakikatte olduğu gibi aksettirmeye gayret ederlerdi. Nitekim çok sonraları mufassal coğrafya kitaplarını karıştırmak fırsatını bulduğumuz zaman, bu roman resimlerile asılları arasındaki benzerliğe hayran kalmıştık. Tarihi resimlerde de hakikate uymak endişesi hâkimdi. Mesela XVII asrın kadın kıyafetleri, evler ve sokaklar, kilise veya panayırlarda toplanan halk, romanlara hakiki manzara ve ölçüleri içinde girerdi.

İlk büyük harbin sonuna kadar, dünya çocuk edebiyatı, birbirinden tamamile ayrı iki büyük dairede toplanmış gibi idi: Masallar ve romanlar. Masallar, temiz, kıvrak ve sade bir üslup içinde, muhayyilenin bütün fantezilerine yer veren, çok eski ve köklü bir nev’in devamından ibaretti. Henüz uzun romanlar okuma çağına basmamış yavrulara hitap eden bu eserler, körpe çocuk kafalarına tabiat sevgisi ve iyi ahlâk telkin ederlerdi. Romanlar ise, macera mihveri etrafında sıralanmış doğru ve faydalı bilgilerin, hayırlı telkinlerin ve ibret verici neticelerin cazip bir terkibi idi. Fakat ilk büyük harbi müteakip çocuk edebiyatı, hudut ve ölçü tanımayan bir kazanç hırsının kurbanı olmaya başladı. Çocuğun tabii temayülleri, bazı murabahacıların elinde, enine boyuna istismar edildi. Çocuk muhayyilesi, arttıranın üstünde kalan ve zorlandıkça kazanç getiren sağmal bir ineğe döndürüldü. İnsanoğlunun her zaafını kurnazca istismar edip de ileriyi hiç düşünmeyen, sakatlanan kafaların ve bozulan vicdanların azabını duymayacak tıynette bir takım insanlar, genç nesilleri, korkunç bir neşriyat tufanı içinde tabii ve makul inkişafından uzaklaştırdılar, onları hoyratlıktan zevk alan fantaziye düşkün, hakiki bilgiyi hor görüp tabiat üstü hadiselere inanan, uydurma kahramanlara tapan, ölçüsüz, heyecanlanma sistemi bozuk, ahlaki değerlere kayıtsız, ilme bigane, tesadüfe veya şansa bel bağlayan, egoist ve kaba birer mahluk haline getirmeye gayret ettiler.

Resim bu efendilerin elinde müthiş bir tuzak oldu. Yazıyı hazfederek, seri halinde resimlerle çocuk muhayyilesini en korkunç cinayetler, en iğrenç desiseler, tabiatı ve mantığı hiçe sayan manzaralar ve ilmi ihtira süsü verdikleri uydurmalarla perişan ettiler. Bu kötü gıdaların zahiri cazibesine kapılan yavrular, büyüyüp de insan içine karışınca, muhayyilelerindeki bezginlik, tecessüslerindeki uyuşukluk, hatta vicdanlarındaki duygusuzlukla bütün cemiyeti haklı bir telaşa verdiler. Yer yer bu çeşit neşriyatın aleyhinde şikayetler yükseldi, cemiyetin uğradığı zararların bilançosu ortaya kondu, terbiyeciler, ana babalar, hatta Millet Meclisleri harekete geldi. Son zamanlarda yapılan bir araştırma neticesinde, Fransa’daki çocuk suçlulardan yüzde seksen sekizinin bu çeşit neşriyatın tiryakisi olduğu anlaşıldı. Amerika’da resimle roman nevini geniş mikyasta sanayileştirmiş olan magazin sahipleri, nihayet insafa gelerek neşriyatlarına terbiyevi bir mahiyet vermek üzere istişari bir komite teşkil ettiler. Nihayet Birleşmiş Milletlerin terbiye, ilim ve kültür teşekkülü olan Unesco da bu davayı ele aldı.

Şüphesiz, bu gibi neşriyatın sahiplerine kazanç temininden başka bir değeri yoktu. Gerek resim, gerek yazı bakımından harcıalem şeylerden ibaretti. Fakat asıl tehlikeli tarafı, bütün mevzuların çeşitli cinayetler, kanlı boğuşmalar, sadizm seyyareler arasında harb, çete ve korsan vakaları, casusluklara inhisar etmesiydi. Genç ve körpe kafalar, bu resimli hikayelerden adeta hunharlık dersi alıyordu. Aynı zamanda içine ancak birkaç kelimenin sığınabildiği bu resimleri kavramanın kolaylığı, çocuğu tembelliğe alıştırıyor, onda her nevi yazıda resim görmek itiyadını kökleştiriyordu. Çocuk bu alışkanlıkla öyle bir hale geliyordu ki, resimsiz yazılara karşı isteksizlik gösteriyor, kafasını mücerret mevzular üzerinde çalıştırmak kabiliyetini kaybediyordu. Tabii, güzel örneklerden mahrum kaldığı için, meramını düzgün bir dil ile, hatta hatasız bir imla ile ifade etmek itiyadını da kazanamıyordu.

Dava, resimli neşriyatın yasak edilmesi değildir. Yalnız resmin ve yazının daha makul nisbetlerde kullanılması ve her şeyden evvel, bu nevi neşriyatın terbiye, ahlak ve insanlık gayelerine uygun bir mahiyet almasıdır. Çocuğun zihni gelişmesinin birer kilometre taşı olan alakalarına, kendisinin ve cemiyetin hayrını düşünerek cevap vermek icabeder. Macera ve heyecan arayan bir çağa, tabiat ve mantığın kadrosu dışında, fantezi alemini peşkeş çekmek, yalnız bu körpe kafalar için değil, bizzat bu neşriyattan menfaat bekleyenler için de tehlikelidir. Çünkü mutlaka bir an gelecek, en velüd uydurucular bile, her gün daha şiddetli heyecanlar tatmaya alıştırılmış olan okuyucularının arzusunu artık yerine getiremeyecektir. İşte o zaman, pek tabii olarak, bütün bu fantezi dünyası, havası kaçan bir balon gibi sönecek ve ortada yalnız para hırsına feda edilmiş zavallı çocukların hastahanelerde veya hapishanelerde dolaşan hayaletleri kalacaktır.

Memleketimizde de kötü neticelerinden korkmakta haklı olduğumuz bu korkunç neşriyatı önlemek, hocalarla ana babalara düşüyor. Hükümetin alacağı tedbirlerden önce, Okul-Aile Birliklerinin bu istikamette harekete geçmesi çok daha müessir olacaktır.

Yeni Sabah, 24.3.1949.

2 yorum:

  1. Sabri Esat Siyavuşgil'in Psikoloji profesörü olduğunu az insan bilir :)
    İzninizle haddime düşmeyerek, meslekdaşımın kaldığı noktadan, ben de bir psikolog gözüyle, dilim döndüğünce bugünün çocukları ve çizgiromanlarını ele alayım.
    Çizgi roman okuyan çocuğa artık olumsuz değil, bilakis olumlu tepkiler veriyoruz. Okusun da, isterse restaurant'taki menü'yü okusun diye düşünen bilim insanları olduk çünkü. Fakat hangi yaşa, hangi çizgi roman konusu bence önemli. Yoksa dediğiniz gibi çocuk tam algılayamadığı hatta korktuğu çizgileri davranış bozukluğu olarak dökmeye başlayabiliyor. Ya da soyut düşüncenin gelişim zamanından önce okunan süper kahramanlara özenilip bazen pencerelerden atlanılabiliyor. Yani biraz "yönlendirerek, açıklayarak, beraber okuma" ile başlanılması taraftarıyım.
    Siyavuşgil'in "zararlı neşriyat" gözüyle baktığı çizgi romanların zaten çocuklar için olmadığını düşünüyor artık aileler. Ama çocuk tanımı mutlaka 18 yaşa dek gençleri de kapsadığı için, özellikle 12-15 yaş grubu için ben de kendisiyle benzer görüşler içindeyim açıkcası. Sanattan çok pornoya, fikirden çok küfüre yer verilen çizgi romanlardan çocukları nasıl uzak tutmalıyız, yine yasak değil yönlendirmeyle. Ama steril ortamlarda çocuk büyütme şeklinde alınmasın sözlerim. Mutlaka bu yaş grubu çocukların bu neşriyata ilgileri zaten çizgi roman sanatına değil "eyleme" ilgi olduğu için, çocukla zaten ilgilenen ebeveyn bu dönemde nasıl bir rehberlik ve destek vereceğini de biliyor. Kontrolden ziyade yönlendirme bence çok önemli. Belki Siyavuşgil'in dönemindeki kadar "yasaklar"la yaşanmıyor ya da yasak ihlalleri sosyal medya kullanımıyla çok daha kolay diyelim, ama yine de aynı fikir geçerli: dava neşriyatın yasaklanması olmamalı. Sonuçta çizgi roman okuma keyfi de, sanat olarak yaklaşma bilinci de tohumları o yıllarda atılan alışkanlıklar :) Görsel sanatların gelişebilmesi ve ilgi çekebilmesi için, bence çocukların sadece resme değil, farklı görsel sanatlara ve basına da ilgi duymalarını sağlamaya çalışmak önemli...

    YanıtlaSil
  2. Katkı için teşekkürler

    YanıtlaSil