Perşembe, Kasım 21, 2019

Son Okuduklarım 35


Yaşlı Adam ve Deniz, Hemingway'in ünlü novellasından uyarlanmış. Yazarın doğaya karşı mücadele veren inatçı erkek hikayelerini sevdiğini biliyoruz. Sorulsaydı, novellanın çizgi romana uygun olmadığını gerekçeleriyle anlatırdım. Hikayeye güç veren betimlemeleriydi çünkü. Görsel olarak yazıyı azaltmamız gerektiği için ne yaparsanız yapın kitaptan uzaklaşırsınız. Yaşlı Adam ve Deniz, mekanın sürekli değiştiği, diyaloğun hikaye geliştirdiği bir anlatı değil. Her neyse, Thierry Murat, denemiş, e peki sonuç nedir derseniz, başarısız denemez, kimse diyemez. Bir iddiası var, akıllı seyreltmeler yapabilmiş  üstelik. Fotoğrafla çalışmış, hareketli bir çizgisi yok ama bu durum, hikayenin temposuna aykırı düşmemiş. Uyarlamayı bilerek-isteyerek seçtiği anlaşılıyor. Bu da önemli, insan neyi yapıp yapmayacağını bilirse "doğru" ilerliyor. Son söz: önyargımın aksine fena bulmadım albümü.

Havana, Reinhard Kleist'in Küba yolculuğunu, adından anlaşılacağı üzere Havana'daki gözlemlerini anlatıyor. Estetik tasarımıyla ilginç bir çalışma. Finale doğru geliştirdiği siyasi tartışma daha belirginleşmeliymiş. Diğer yandan "underground" bir Havana olmaması, gece hayatından hiç söz edilmemesi albümü fazlasıyla hijyenik yapmış, o da ayrı bir handikap.

Yağmurdan Sonra Güneş, Cahit Sıtkı Tarancı'nın kitaplarına alınmayan, gazetelerde kalmış öyküleri. Edebiyatçılarımız telif gelirine ihtiyaç duyduklarından özellikle daha iyi ödeme yapan gazetelere epeyce kısa "metin" yazmışlardır. Tarancı, yazar olarak bildiğim bir edebiyatçı değil, gazete tararken okuduğum bir iki hikayesini istisna sayarsak, ilk kez okuyorum demek daha doğru. Okurken ilk izlenimim Akbaba hikayecisi gibi yazdığıydı. Salonların, alafrangalıkların, limon kolonyasının ruhu var yazdıklarında. Aşk meşk, evlilik, boşanma, kadın erkek ilişkileri çok ilgisini çekmiş, hele "aldatma" marazi biçimde onu meşgul etmiş...

İsimsiz Ceset, daha önce hiç okumadığım best seller polisiye yazarı Tess Gerritsen'in uzunca bir öyküsüymüş. kitabı resimlendirildiği için aldım, bir görsel tasarım yapıldı mı, sahiden merakımı yenemiyorum. Hoş, daha bakar bakmaz, çok yeknesak ve özelliksiz bulmuştum çizgileri ama yine de satın aldım. Öyküye gelince, yazarın sevilen iki kadın kahramanının bir serüveniymiş. Temposu var, muamma da iyi başlıyor ama "final" kendini hemen belli ediyor.


Kıyıda Tek Başına, Selçuk Demirel'in çizgilerinden ve çizgilere eşlik eden kısa metinlerden oluşuyor. Demirel üretimleri, edebiyatta bir şeye karşılık gelecekse, galiba en çok şiire yakın duruyor. Daha doğrusu o bunu çok istiyor. Epigraf kullanmayı ve alıntılar yapmayı seviyor. Hoşuna giden bir muğlaklık hali var, mecazlar arasında gezinen bir flaneur'u andırıyor. Metinler ve metinlere çizilmiş (tersi daha mümkün) ilüstrasyonlar bir ardışıklık, bir bütünlük içeriyor mu diye sorarsanız kolayca evet cevabı veremem. Yine de kıyıda gezinirken gençliğiyle karşılaşan Selçuk Demirel bölümünü bu Borgesvari göndermeyi oldum olası sevdiğimden olabilir, ilgiyle okudum.

Beklediğim Sen Değildin, Fabien Toulme'nin sahiden son derece akıcı çizgilerle ilerleyen grafik romanı. Toulme, down sendromlu çocuğunun doğum ve büyüme hikayesini anlatıyor. Başetme ve olgunlaşma hikayesi de denebilirdi buna. Çocuk sahibi olmak, sabır gerektiren ve geliştiren bir süreç... Garip bir biçimde sonucu büyük bir sabırsızlık da çıkabilir ama bunu yaşamak ve tecrübe etmekten kaçamıyorsunuz. Çocuk tuhaf bir sorumluluk getiriyor insana... Toulme, daha kızı doğmadan yaşadığı endişeyi güzel anlatmış, an be an an strese dönüşen korkusunu, hastalığı öğrenme dönemini, kabullenme ve mücadele etme gücünü kazanmayı başarıyla bölümlemiş... Çizgiler ve ardışıklığı incelemek lazım, çünkü zor ve insanı daraltan bir hikayeyi akışkanlıkla kurabilmiş.

Küçümseme, Moravia'nın duygu dünyasının iyi bir örneği. Bize yine bitti bitecek bir ilişki anlatıyor. Vehimlerle serpilen aldatılma korkusunu, sevilmeme endişesini her bölümde artırıyor. Bir şey olacak gibi oluyor, yok olmuyor ama o kasveti bize sirayet edecek ölçüde ustalıkla işliyor. Le Mépris sebebiyle roman, altmışlı yıllarda nasıl algılandı bilmiyorum ama orta sınıftan, okur yazar sıkıntılarından, evlilik eleştirisinden söz edilmiş olmalı. Üniversitedeyken Godard 'ın filmi kendi hayatına benzeterek yorumladığını-romanı öyle uyarladığını söylemişlerdi. İster istemez, senaryo-yapımcı filan derrken oralara takıldım ve kaçınılmaz olarak BB olarak gördüm kadını...

Devrimden Önceki Gün, Ursula K.Le Guin'in kısacık bir öyküsü...Bilmiyordum, meğer, Mülksüzler'in evvelini, devrimden önceki günün hikayesini anlatıyormuş. Kitabı, çevirisine güvendiğim ve saklamaya lüzum yok, içindeki ilüstrasyonları için aldım. Ursula'yı çok çeviren var ama bir kısmını okuyamıyorum, onun yalınlığını epeyce yavan bir şeye dönüştürüyorlar. Bu çeviri, öyle değil, edebi bir tadı varsa metnin, ne desem az kalır "korunmuş" diyeyim. İlüstrasyonlarsa güzel ama öyküyle doğrudan ilgili gözükmediler bana. Vinyetleri ise beğenmemek mümkün değil. Şık durmuşlar, renk katmışlar aralara... Öykü, temelde yaşlılıkla ilgili, üzerinden çok zaman geçmesine rağmen, yaşlı kadını ister istemez Ursula ile özdeşleştiriyoruz. Sokaklarda gezinen, iç döken, hatırlayan, unutamayan, özleyen, sayıklayan bir yaşlı kadın var... güçlü anlatılmış. Sakin ve ipeksi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder