Pazar, Ekim 07, 2018

Mizah Siyaseti Sev(m)iyor


Hamdi Özdiş’in ‘Osmanlı Basınında Batılılaşma ve Siyaset (1870-1877)’ adlı kitabı, yazarın yüksek lisans tezine dayanıyor; Teodor Kasab ve Çaylak Tevfik’in çıkardığı dergiler,  Diyojen, Hayal ve Çaylak çerçevesinde geliştirilmiş. Gazetecilik tarihimizde ilk mizahçılar olarak hatırlanan iki ismin rekabet içinde olmaları, birbirlerine düşmanlık duymaları ayrıca ilginçtir, kitap bu yönü de kapsıyor. Aralarındaki husumete karşın her iki isim (ve yayınları) siyaseten benzer niteliklere sahiptirler; meşrutiyetçi bir tutumla yayıncılık yapmakta, padişahı hariç tutarak bürokrasiye karşı dikkatli bir muhalefet sürdürmekte, pragmatik bir reformculukla topluma ve geleceğe bakmaktadırlar.

Hamdi Özdiş, Kasap ve Çaylak’ın seyrüseferlerini irdelerken belli başlıklar altında hayatı ve siyaseti nasıl yorumladıklarını betimliyor. Birkaç savı var. Öyle anlaşılıyor ki, evvela mizah dergilerinin bir biçimde paradigma oluşturduklarını söylüyor. Ortak referanslar, itirazlar, klişeler ve koşut iddialar taşındığını düşünüyor. Diyojen ve Çaylak’ın içerikleri pek de farklı değil o sebeple. Gösterilen tepkiler, ciddiyetle yazılan makaleler ve hemen akla gelen espriler aynı membadan besleniyor ona göre. Bu paradigmatik bağlam hususunda yazara katılıyorum. Özdiş, bu çıkarımdan hareketle bir iddia daha öne sürüyor. İncelenen yayınları, Yeni Osmanlı hareketinin bir parçası sayıyor ve değerlendirmelerini hareketin kritiğinden (ve ilgili literatürden) ilham alarak kurguluyor. Söz konusu yayınlar ve yazarlar, Yeni Osmanlı hareketine uzak değiller. Özdiş, pek çok hatırata ve değiniye başvurarak kurduğu illiyeti pekiştiriyor. Diğer yandan uzak değiller ama harekete yakın da değiller bence. Benzer bir yakınlık-uzaklık vurgusunu sonraki dönemde, İttihatçılar ile mizah dergileri için de yineleyebilirdim. Sanıyorum sorunu, basının siyasal iktidarla olan ilişkisine bağlayarak tanımlamak gerekiyor. Diyojen ya da Çaylak, Yeni Osmanlıların ne içinde olacak ölçüde yakınındalar ne de dışında kalabilecek kadar uzağındalar. Her iki mesafe mutlak bir zaviyeyi gerektirdiğinden tercih edilmiyor, bunun bir yayıncılık ilkesi-muğlâklığı olduğunu düşünüyorum. Bu pragmatik tutumlarını açık etmiyorlar da… Herkesin kızdığına kızan güldüğüne gülen tutumları var çoğunlukla. Yeni Osmanlılar, İttihatçılar veya Milli Mücadelecilerle mizah yayınlarının ilişkisi hep bu yönde gelişiyor. Taraf olan, konumunu açıkça beyan eden uzun ömürlü olamıyor, bu neredeyse kural olacak kadar tekrarlanıyor. Uzun ömürlü mizah dergileri, ancak bu muğlâklıkla var olabiliyorlar.

Yeni Osmanlıcı eğilimler, kamuoyunda kabul görüp popülerleştiği zaman mizah dergilerinde belirginleşebiliyor. Mizahçılar, siyasi muhalefetin etkin aktörü değil ancak yandaşı olabilirler çünkü popülerlikten beslenirler. Rejim karşıtlığı ve siyasi anaakım değerlerin dışında kalmak, popülerliğe ket vuran niteliklerdir. Buna rağmen popüler olan mizah dergileri olmamış diyemem ama onlar da yeni yükselen ve o gün için ne olduğu belirsiz-çeşitli ümitler taşıyan bir siyasi muhalefetin yarattığı rüzgârı arkalarına alırlar ve kazandıkları ticari başarı mutlaka geçicidir. 194o’lı yıllarda Markopaşa, DP rüzgârıyla yükselmiş, CHP kadar DP’nin de karşıtı olduğu anlaşılınca ve komünist olarak yaftalanınca baş aşağı giden bir süratle tiraj kaybetmiştir. Mizah dergilerinin [B]üyük [S]iyasete, örneğin Osmanlı ya da Türk kimliğine karşı (kaotik dönemlerde) net tavır koy(a)madıklarını, ancak ve ancak taraflar ve siyasetler meşrulaştıktan sonra ‘konuşabildiklerini’ düşünüyorum. Aksi olduğunda, yani taraf olmaya mecbur kaldıklarında ya da kim’liklerini, ne’liklerini ifşa ederek kendilerini alenileştirdiklerinde marjinal yayınlara dönüştüklerine inanıyorum. Özdiş, hem padişah yanlısı hem hürriyetçi olmalarını bir entelektüel sorun ve Yeni Osmanlı aydınının karakteristiği sayıyor. Çözüm önerilerinde duygusal davrandıklarını, devran dönerken-sınırlar değişirken halen Osmanlılık ve müsavat (eşitlik) gibi klişelerle konuştuklarını belirtiyor.

Başka türlüsünü mümkün olmadığını, olsa bile bunu yapamayacaklarını iddia edeceğim. Çünkü mizahçılar hem sanıldığı ve kendilerinin iddia ettiği ölçüde entelektüel donanıma sahip değiller hem de popüler siyasi eğilimlerden farklı olan inanış ve eğilimlerle üretmiyorlar. Popülerliğin ölçütü çoğunlukla hem fikir olmaktan, onlar gibi düşünmekten geçiyor. İlk mizah dergilerimizde Karagöz’e ya da diğer halk sanatından (sayıla gelen) tiplemelere yönelik ilgi ve ihtimam, bu popülerlik savunusundan çıkıyor. Bu nokta önemli: kendilerini entelektüel ve siyasi mücahit ölçüsünde dava adamı saydırmak hususunda sahiden maharetliler. Bugün bakıldığında bizzat mizah üreticilerinin iddialarına dayanan onlarca yazı, sayısız konuşma, birbirini tekrar eden epeyce laf var ortada. Konuyla ilgilenen-okuyan herkesi etkileyecek bir yoğunluk olduğunu, özeleştiri de yaparak- üzerinde ayrıntılı düşünmeden kimi zaman bu yoğunlaşmaya kendimce katkıda bulunduğumu itiraf etmeliyim. Mizahçılar, toplumun yanında değil önünde olduklarını, otoriteye karşı tek başlarına mücadele ettiklerini iddia edebiliyorlar. Hele ki dergiler ve mizahçılar, büyük oranda unutulup birer tarih vesikasına dönüştüğünde çok daha büyük laflar edilebiliyor. O dergiler ve mizahçılar değil meslek(taşlar) övülüyor aslında. Yapılanın tahrifat ya da abartı olduğunu söyleyemem, bu bana bir tür ‘serap’ gibi geliyor, hiç tartışmadan kabul ediliyor, tekrarlanıyor ve o ‘serap’ giderek gerçeğe dönüştürülüyor, ‘güzel olduğu’ için mesleki bir tapınmayı sağlıyor, yaygınlaşıyor. Tekrarlayayım: mizah dergileri etkin ve sürekli bir siyasi faaliyetin içinde olmamışlardır. Delil olarak başvurulan ceza ve kapatma davalarını azımsamak için söylemiyorum ama bu(nlar) ne mizahçıların muhalefet başarısını gösterir ne de siyasi muhalefetleri nedeniyle ceza alan düşünce suçlularına göre ağır yaptırımlar içerir. Dava ve kapatma cezalarının mizahçılığın itibarı-entelektüel çabanın göstergesi sayılması kuşkusuz yanlış ve abartılı bir tutum; ne var ki bu bir vakıa ve kullanılıyor.

Özdiş’in çalışması, mizahçıların (siyaseten) tekdüzeliğini göstermesi bakımından başarılı bir döküm. Üstelik sonraki dönemlerde mizahçılar neleri önemse(me)diler sorusunu akılda tutarak analiz yapacak araştırmacılara bir açılım sağlayabilir. Çünkü espriler, öfkeler ve hezeyanlar aynı çizgide gelişiyor, yineleniyor. Mizah tarihi çalışmalarının daha sakin yazılmasından, romantize edilen iddialarla didişilmesinden yanayım. Özdiş, çok da önemsenmeyen bir alanda umarım yeni çalışmalar yapar. Yalan-yanlış yazılan ayrıntıların farkında, dipnotlarında tek tek sıralıyor çünkü. Meraklısına bunlar da ilginç gelecektir.

Birgün Kitap, 24.7.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder