Çarşamba, Haziran 23, 2021

Nostalji ve Cumhuriyet Folkloru


İnsanlar genellikle geçmişi-dünü özlemle anar, bugünden hazzetmezler; her şeyin günbegün kötüye gittiğini düşünürler, buna göre yarın, bugünden mutlaka daha kötü olacaktır. Çocuklarımız için endişelenmekte, memleket için korkmakta haklıyızdır. Nostalji, bu hissiyatın temel nedeni ve sonucudur, kendiliğinden gelişmediği de aşikârdır. Birkaç kaynak gösterilebilir,  eğitim yoluyla devletler, tarih ve geçmişlerine ilişkin bir “altın çağ” yaratırlar. Bir dönem ya da karizmatik bir lider, o altın çağı yaratmış, sonrasında süratle, her ne varsa, altüst olmuştur. Örneğin 1923-1938 arası Türkiye’nin Altın Çağı olarak tanımlanır, buna göre 11 Kasım 1938 sonrası hayatın kötüye gitmesinden daha doğal bir şey yoktur. Kültür endüstrisi, nostaljiyi tecimsel olarak pazarladığı için gerek altın çağ gerekse kolektif hafızada yer eden, pazarlanabilir mitler ve diğer şeyler, “para” ettiği sürece yeniden ve yeniden hatırlatılırlar. Hatta aralarında gerilimli bir ilişki de kurulur; bir taraf, işin ticarete dökülmesinden rahatsızdır, diğer taraf resmiyet kalıplarından şikâyetçidir, çağ değişmektedir, artık başka türlü bir yorum ve portre resmedilmelidir. Atatürk’ün reklamlarda kullanılmasıyla ilgili tartışmaları veya resmi dairelerdeki fotoğraflarında elindeki sigara ya da tespihin silinmesini hemen hatırlayabiliriz.

Nostaljinin kaynağı, bugünle didişen, genellikle modernizme yönelen eleştirel bir duyarlılıktır. Ama gerek eleştiri gerekse duyarlılık olarak tanımladığımız hissiyat, analitik değildir, asıl olarak bir tür vicdani serzeniş, siyasal romantizmle ifade edilebilecek bir tür yakınmadır. Modernizmin dönüştürücü gücü karşısındaki çaresizlik, geçmişe başvurmaya, bazen kaçmaya zorlar insanları. Geçmiş, bozulmamış olan “asıldır”. Nostalji, geçmişe duyulan özlem ve melankoli duygularını harekete geçirir, kendiyle var eder. Bir tür ümitsizlik kültürüne dönüşür; toprak, kültür, gelenek veya geleceği temsil eden gençlik yozlaşmakta, yitirilmektedir. Modernizm ve dolayısıyla kapitalizm, yozlaştırıcı ölçülerde her şeyi bir örnekleştirmekte, her türlü özgün nişi ayrım yapmaksızın köreltmektedir. Altın çağ nostaljisi genellikle bu dönemlerde devreye girer. Toplumsal değişim ne kadar hızlanırsa nostalji o raddede güçlenir. Seksenli yıllarda beklenmedik biçimde gelişen Beyoğlu nostaljisini düşünelim. Vakt-i zamanında kibar hanımların ve seçkin beylerin en iyi kıyafetleriyle dolaştıkları semtin, mevcut gelişimine hayıflanılmış, o günlerin gözde tahkir ifadelerinden biri olarak magandalar, şehre yeni gelen göçmenler bir suçlu gibi değişimin sorumlusu sayılmıştır. Oysa çok değil, birkaç on yıl önce, Beyoğlu, özellikle edebiyatta ve gazetelerde romanesk bir imge olarak başka bir biçimde kullanılmıştır:  Beyoğlu yabancıdır, Türklerin benliklerini kaybedebilecekleri bir mekân, baştan çıkarıcı tekinsiz bir “dünya”, “bir türlü, tamamen, bizim olamayan” bir yerdir. Ama bu Beyoğlu tahayyülü geçerliliğini yitirmiş, hiç de kozmopolit olmayan, elimizden alınan, taşra tarafından işgal edilen kibar bir muhit olarak vazedilir olmuştur. Turgut Özal dönemidir, yok sayılan arabesk meşrulaşmış, kamusal alana faş etmiştir. Beyoğlu, arabeske ve “o yoz müziğin” dinleyicilerine, dolayısıyla Özalizm’e karşı korunması gereken bir mevzi konumuna getirilmiştir. Nostalji söz konusu olduğunda referans imgelerin sıklıkla değiştiğini rahatlıkla görebiliriz. Bugün pek çok arabesk şarkıcı, nostalji kültürümüzün bir parçasıdır, reklamlarda boy göstermekte, klasik sayılmaktadır. Diğer yandan Beyoğlu elitizmi unutulup gitmiştir. Referansların dönemsel olarak farklılık göstermesi kuşkusuz tuhaf değil. Her şeyden önce, geçmişe bugünün dertlerinin içinden bakarsınız ve bugün, ister istemez dün’ü belirler.  Hal bu olunca, dün ve altın çağ, farklılaşan bir bugün sorunsalıyla ve günün makbul olanına göre sürekli yenilenir.

Memleketin nostalji kültürüyle ilgili özel bir durumdan da söz edilebilir, kişisel olarak bunun kimi imgelerin yeniden ve yeniden kullanılmasında önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Latin alfabesine geçilmesiyle birlikte 1928 öncesini bilmek, gerektiğinde okuyup değerlendirmek özel eğitim almış, sınırlı bir kesimin tekeline kalmıştır. Cumhuriyet, redd-i miras politikası dolayısıyla geçmişi seçerek ve kendi imbiğinden damıtarak aktarmıştır. Örneğin otuzlu yıllarda, bir başka ifadeyle cumhuriyetin altın çağında, Osmanlı değil Orta Asya bir altın çağ olarak gösterilmiştir; bir milad istenmiş, yeni tarihe ve kültüre bugünü vareden bir dün aranmıştır. İlerleyen yıllarda 1923-1938 döneminin, 10.yıl mitolojisinin Orta Asya nostaljisine ikame edilmesi ise ideolojinin işleyişi gereği kaçınılmazdır. Orta Asya nostaljisi ve asıl’lık  vurgusu kaybolmuş değildir ama anaakım da değildir artık. Vurgulamak istediğim, cumhuriyet temel alındığı için elde avuçta kalanın hepi topu seksen yıllık bir dönem olması. Ben buna Cumhuriyet folklorunun sınırlılığı diyorum. Kapitalizm, yaygınlaşabilmek adına resmi kültürle birlikte hareket etmek zorunda olduğu için, reddi miras politikalarına uyum göstermiş, söz konusu sınırlılığı yeni yorumlarla çeşitlendirmiştir. Atatürk, Metin Oktay, Türkan Şoray, Ayhan Işık, Deniz Gezmiş, Lüküs Hayat Kabaresi, Hababam Sınıfı ya da Zeki Müren aynı ailenin ve iyiliğin temsilcileri, nostaljinin ve cumhuriyet folklorunun aktörleri olarak gerçeküstü bir düzlemde birlikte yaşıyorlar. Üstelik, sadece geçmişi ve kendilerini yadetmek için var edilmiyorlar, siyasi bir tavırla farklı bir gelecek ihtimalini de taşıyorlar.

Nostalji hissiyatının sanayi toplumu evresinde, modernleşme ve kapitalizme karşı gelişip yeşerdiği genel olarak kabul edilir. Oysa bugün, kapitalizm uyumluluk yeteneği ve hızı sayesinde nostalji evrenini ve ikonlarını, bir başka ifadeyle hasmını kimliklendirir hale gelmiştir. Üstelik global ölçekli bir pazarlama yapıldığı için ülkelere özgü yerel içerikler, global olan asıl’a ya benzetilmekte ya da benzediği ölçüde var edilmektedir. Kapitalizmin nostaljinin asıl belirleyeni olduğu, resmi kültürün ancak bu değişkene bağlı olarak kendini revize edebildiği bir çağda yaşıyoruz.

[2010 yılında yazmışım, bir konuşmaya dayanıyordu.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder