Çocuklar neden
çizgi roman okuyor? Her hafta koşarak, kapışarak aldıkları çizgi romanlarda
neler anlatılıyor? Bu kostümlü maskaralar nasıl oluyor da bu kadar seviliyor?
Amerika’da süper kahramanların altın çağı sayılan 1938-1949 yılları arasında
pek çok bürokrat ve eğitimci bu soruları soruyor, korkuyor ve endişe ediyordu.
Sonra iş sansüre varan, çizgi romanların neleri anlatamayacağını belirleyen
başka bir noktaya vardı. İnsanların çizgi romanı sevmesinin pek çok nedeni
olabilirdi ama galiba, asıl olarak kahramanların özgürlüğü hoşa gidiyordu. Bir
süper kahraman, polisle ya da devletle çalışmıyordu, gerekli olduğunda onlara
yardım ediyordu ama bu bir bağımlılık değildi. Kanunla pek fazla ilgilenmiyor,
bir suçluyu delilleriyle birlikte paketleyerek karakolun önüne bırakabiliyordu.
Kahramanlar bürokrasiden, hukuktan, yargılama sürecinden hoşlanmıyor, başına
buyruk davranıyorlardı; bu meydan okuyucu ve kanun koyucu ruh halleri, bir
başınalıkları, hayatlarını ebeveynlerin ve öğretmenlerin mutlak kontrolünde sürdüren
çocukların kalbini fethediyordu. Toplumun kısıtlamalarından kurtulmak, üstelik
bunu sevdikleri kahramanlar gibi alkışlanarak yapmak istiyorlardı. Bu durum
doğal olarak muktedirlerin hoşuna gitmedi, bütün kahramanların kanun koyucu
değil, mevcut kanunların koruyucusu olması isteniyordu.
Çizgi romanlar,
özellikle grafik romanlar bu meseleyi tartışmayı çok sever. Süper
kahramanların, kanunlara uyup uymaması, güçlerini kamu yararına kullanıp
kullanmaması sayısız kez konu edilmiş, ilgi çekici ölçülerde adalet tartışması
yapılmıştır. Kahramanlar, devletin elinde nasıl bir silaha dönüşüyordur?
Devlet, onları ne adına kullanıyordur? Bir kanun koyucu gibi yaşama haklarını
nereden alıyorlardır? Kahramanlar kamu yararının aleyhine olan eylemlerde
bulunabilirler mi? Kahramanlar nasıl kontrol edilebilirler? Amerikan çizgi
roman tarihinin bana göre en iyi hikâyesi, Alan Moore ve Dave Gibbons’ın ünlü
grafik romanı Watchmen bu çarpıcı soruyla hemhal olur;
Juvenal’in ünlü yergisinden alınan bir cümle, bütün albüm boyunca okura
hatırlatılır: Gözcüleri kim gözetleyecek?
1985’te geçen öyküde süper kahramanlar öyle şeyler yapmıştır ki farklı bir
Amerika’yla karşılaşırız. Watchmen’in 1986 yayımlanmaya
başladığını, “What if?” sorusunun yaşanan zamana özellikle denk düşürüldüğünü
hatırlatalım. Nixon’ın başkan olmayı sürdürdüğü, Vietnam Savaşı’nın
kazanıldığı, Sovyetler’in adamakıllı bir tehdit olmaktan çıkarıldığı bir
dünyadır bu. Bir ikisi hariç çoğu süper kahraman, “Amerikan Karşıtı Faaliyetler
Komitesinin” zorlamasıyla maskelerini çıkarmış, “sıradan vatandaşlara”
dönüşerek ortadan kaybolmuştur. Metropolis’i andıran karanlık bir New York
atmosferinde, Komedyen isimli, devletin anti-komünist faaliyetlerinde çalışan
ünlü bir kahramanın cinayetiyle Watchmen’in dünyasına dâhil oluruz.
Hikâye, başta polisiye gibi gözükmekle birlikte kahramanların geçmişi
hatırlayarak, birbirlerine iç döktükleri bir dramaya dönüşür. Bölüm aralarında
günlükler, mektuplar, alıntılar, röportajlar kullanılır.
Alternatif tarih vurgusu, sadece Amerika’yla değil, süper kahramanların
geçmişleriyle de sürdürülür. Kahramanların hemen hepsi psikolojik olarak
sorunlu, siyaseten takıntılı kişiliklerdir. Kötülerle savaşmaya, sosyal
sorumlulukla değil, dünyevi amaçları ya da ideolojik inançları için
başlamışlardır. Hiçbirisi katledilen ailelerinin intikamını almak, dünyaya
adalet getirmek gibi nedenlerle bu işlere kalkışmış değildir. Altın Çağ’ın naif
kahramanlarına gösterilen sempatinin aksine toplum tarafından sevilmemekte,
şüpheyle karşılanmaktadırlar. Hepsi, bütünüyle yozlaşmış ya da hayal ettiklerinden
çok daha farklı bir biçimde gizlenerek yaşayan birileri olmuştur. Geçmişin
nostaljisiyle yaşanan zamanın dışlayıcı baskısı arasında kalmış, acılaşmış,
daha da mutsuz kişilikler olmuşlardır. Kahraman olmaları yasaklanmıştır ama
asıl önemlisi, eylemlerinin anlamına ilişkin inançlarını yitirmişlerdir. Kinik
ve nihilist bir katile dönüşmüş olan Komedyen, suçla mücadele etmek isteyerek
bir araya gelen benzerlerine acımasız bir konuşma yapar: “Bu sorunları sizin
gibi palyaçoların çözebileceğini düşünmek için salak olmak gerekiyor. (…) Bu
dünyada ne olup bittiği hakkında en ufak bir fikriniz yok.” Bir kötü
adamı alt ederek herhangi bir şeyin çözüleceğine inanmanın saflık ya da körlük
olacağını söyleyerek üzerinde “Uyuşturucu”, “Cinsel serbestlik”, “Savaş-karşıtı
gösteriler” ve “Siyahların huzursuzluğu” gibi sözcükler yazılmış Amerikan
haritasını yakar. Ona göre sorunlar çok daha büyük ve ulaşılmazdır, otuz yıl
içinde nükleer füzeler, ateş böcekleri gibi gökyüzünü kaplayacaktır. Sonraki
yıllarda pek çok kötü adama ve yolunu kaybetmiş kahramana ilham verecek olan
Komedyen, büyük gerçeği fark etmiştir: “Her şeyin kocaman bir şaka olduğunu
anladığınızda, yapılacak tek anlamlı şey komedyen olmaktır… Bunun iyi bir espri
olduğunu söylemiyorum! Sadece oynamaya devam ediyorum.” Bu yapıbozumcu ironi,
sadece kahramanlık kurumunu değil, çizgi romanın dualistik yapısını da alaşağı
edici nitelikte bir göndermeydi. Anarşistti, Watchmen sonrasında hiçbir
kahraman eskisi gibi olamadı, çizgi roman dünyasının gerçeklik ölçüleri baştan
ayağa değişmek zorunda kaldı. Ülkemizde çok sevilen, İtalyan çizgi romanı Zagor bile bundan payını aldı diye iddia
edeceğim. Ezeli rakibi Hellingen, Kızılderililere kendisini dünya dışı bir ilah
gibi gösteren Zagor’a, “Hangi hakla yerlileri kandırıyorsun?” diyordu. Hangi
hakla kanun koyucu oluyorsun, yargılama hakkını nereden alıyorsun, hangi ruh
haliyle kostüm giyiyorsun?
Şunu
sorabiliriz: Watchmen, bir anlatı olarak
kahramanlara inanmıyor mu? Başka türden bir iyilikle “mutlu sona” ulaşmasına
bakarsak, yalnızca kahramanlara değil, bütün insanlığa, dinlere, ideolojilere,
devletlere, eylemlerinin ahlaki yönünün farkında olmayan bir koruyuculuğa karşı
olduğu iddia edilebilir. Asıl derdi kahramanlık değil, farkındalığa dayalı bir
özgürleşmedir. Komedyen’in, “Hepimiz birer kuklayız. Bense ipleri görebilen bir
kuklayım,” sözleri özgürleşmek için yeterli değildir hatta. Dr. Manhattan,
Ozymandias’ın yaptıklarına, üç milyon insanın yaşamı pahasına yaratılmış barışa
bu yüzden göz yumar, “bir kötülüğe izin vermeden büyük bir iyilik (özgür irade)
sağlamak imkânsızdır” çünkü. Bunun yetmeyeceğini de biliyordur: “Hiçbir şey
asla sona ermez,” derken iplerini görebilen kuklaların savaşının bitmeyeceğini
anlatmak ister. Muktedirlerin olduğunu ve ideolojinin onlar lehine bizi
yönlendirdiğinin her zaman ve her koşulda farkında olmak gerekiyordur.
Watchmen’i ilk kez duyanlar iki
nedenle bu albümü okumalılar. Birincisi, iyilik, adalet ve hakikat üstüne tuhaf
bir roman okuyacaklarının garantisini veriyorum. Garip bir hantallığı, sadece
öne değil yana doğru da genişleyen hikâyesi sabır istiyor, onu ekleyeyim.
İkincisi, Alan Moore isimli büyük bir yazarla tanışacaksınız. İşte bu sahiden
paha biçilmez bir keşif olacak.
Sabit Fikir,
Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder