Çeyrek asır önce şehirlerimiz, yerel özelliklerini bu
kadar yitirmemişlerdi, bu kadar çok birbirlerine benzemiyorlardı. Piyasanın
işleyişi, global kapitalizm, inşaat ekonomisi şu bu derken, maaile, benzer
binalarda yaşıyor, benzer biçimlerde para harcıyor, benzer alışveriş
merkezlerini paylaşıyoruz. Mobilyalarımız, kıyafetlerimiz, pencerelerimiz
tanıdık bir auranın içinde salınıp duruyor.
Taşranın bu benzeşmeyle kaybolduğu bir şimdiki zamanın
içinde sürükleniyor, geçmişi hatırlatan ve bizi anlatan küçük nişlere tutunmaya
çalışıyoruz.
Hepimiz şahidiz, rant iştahıyla binalar yıkılıyor,
yerlerine çok katlı yenileri dikiliyor. Öyle ya da böyle, bitimsiz bir inşaat
iştahıyla şehirler başkalaşıyor, eskisi hiç yokmuşçasına düzleniyor.
Bana kalırsa çizerler, şehrin kaybolan yüzlerini,
evlerini, sokaklarını, mahallelerini çizmeliler, görsel olarak onları
kaydetmeli, onları resmetmeliler. Yorumlamalı, anlatmalı, tanıklık etmeliler, yitip
giden şehir hafızasına, şehrin tarihine katkıda bulunmalılar. Geçmişi, bugünü,
yok sayılanı, unutulanı, yıkılanı çizmeli, bize yaşatılanlara itiraz etmeli,
şehirle cenk etmeliler.
Ankara’nın akasyaları, saksağanları, apartman kedileri,
dik yokuşları, eski mahalleleri, insanları, huysuz havası, sakaleti, haşinliği,
kavrukluğu, bozkırı, günbatımı çizilmeyi bekliyor.
Bu sergideki arkadaşlar işin ucundan tutmuşlar, umarım
arkası gelir. Sahiden gelmeli. Tutkuyla, isyanla çizmeliler! İnsan, yaşadığı
yere benzermiş. Şehri kendilerine, yapıp ettiklerini, en çok da çizdiklerini
şehre katmalılar.
[Ankara'yla ilgili bir karma illüstrasyon sergisi için küçük bir giriş yazısı yazmamı istediler.]
Çocukluğumun geçtiği yerlere yıllar sonra dönünce geçmişten bir parça ararım hep.Bazen tamamen acımasızca yeni yapılara teslim olmuştur.Onlardan kalan tek şey hafızamdaki izleridir artık.Çizerlerin "şehrin kaybolan yüzlerini" çizmeleri düşüncesi bana çok yakın geldi.
YanıtlaSil