Pazartesi, Şubat 08, 2016

Kenar Mahallede Eğri Eğri Gezmek




Kitabın ismini sormak istiyorum, neden Uzak Şehir? Bana sanki “uzak” sözcüğünü Ankara’nın uzak durulan insanlarını, mekânlarını anlattığınız için tercih etmişsiniz gibi geldi.
Türkiye’de tek bir şehir var aslında. Meclis olmasa Ankara’nın haber değeri bile olmaz. İstanbul varken hem Ankara uzak bir şehir, hem de o kenar mahalleler Ankara imgesi için çok uzaklar. Mecazı olan farklı bir Ankara vurgusu yapabileceğim bir isim aradım ve ikinci kitap olan Emanet Şehir’i izleyerek onu seçtim.

Kitabın sonsözünde aklınızdaki hikâyenin “Beli kırık köpek gibi eğri eğri geziyordu mahallenin bebeleri…” diye başladığını söylemişsiniz. Tek bir cümleyle yola çıkmışsınız…
Evet, bazen tek bir cümleyle başlarsınız, tuhaf bir karşılaşma, garip bir konuşma, bir cümle, bir bağırtı ilham verici olabilir. Benim büyüdüğüm yerde sokak köpekleri sürü halinde dolaşırlarsa çok korkutucu olurlardı, yoksa hepsi tek tek, ürkek, kaçmaya hazır hayvanlardı. Bir arada olmak ya da tek kalmak onların haleti ruhiyesini etkiliyordu. Bir kenar mahalle hikâyesi anlatıyorsanız o ürkekliği, o birbirinden cesaret alma işini hesap etmek zorundasınız. Mezun olduğum liseden beş kişi üniversiteyi kazanmıştı ilk senesinde. Ne yapsanız yoksunuz bu hayatta anlamına geliyor, o eğitimle, o çevreyle olmuyor demek. Yusuf’un Volkan’a söylediği bir şey var, sen bu çöpten kurtulmaya çalışıyorsun, ben bu çöpten para kazanmaya bakıyorum” mealinde bir şey. Kenar mahalleliyseniz, hiçbir özelliğiniz yok demektir. Elinizdeki tek şey delikanlılığınız, kurnazlığınız, güzelliğiniz olabilir. Yok başka bir şey, eğri eğri geziyorsunuz işte.

Çizgi romanlarda çoğunlukla -demek yanlış olmaz sanırım- erkek hikâyeleri anlatılır. Erkeklik halleri, erkeklik krizleri ya da olağanüstü yeteneklere ve güçlere sahip kahraman erkekler… Uzak Şehir’de hikâyenin anlatıcı-karakterlerinden birisi bir kadın: Lili.
Selcan da var. Uzak Şehir, entrikanın işleyişi gereği bir erkek hikâyesi oldu. Dünyayı erkekler ve erkeksileşen kadınlar yönetiyor. Anlatıcılardan biri olan Lili, o entrikanın merkezinde olan, her kumpasta rol verilen biri. Aklediyor, oyuna katılıyor, erkeklere karşı yenilmiş gibi davranıyor ama yetmiyor… Selcan da o bakımdan farklı değil, o da kurtarmaya bakıyor. Mahallede kalmak isteyen Yusuf ile oradan kaçmak isteyen Volkan arasında. Hikâyenin başında düğünle ilgili bir yorumu var, ayrıcalıklı zamanın farkında olduğunun göstergesi. Başka bir yer ve zaman aralığı istiyor. İkisi de güçlüler bence. Lili erkeklerle baş etmesini biliyor, vesayet altında kalmayı istiyor gibi yaparak başka bir düzlem kurmaya çalışıyor çünkü.

Hem sizin hikâyenizde hem de Berat Pekmezci’nin çizimlerinde sokağı çok iyi yansıttığınızı görüyoruz. Sokakla ilişkiniz, temasınız nasıldır?
Olabildiğince konuşmaya, izlemeye çalışan biriyim ama sokağın içindeyim diyemem. Bu tür hikâyelerin belgeselci bir yönü olmalı, gerçeklik vehmini beslemek için arka plan iyi istiflenmek zorunda. Ben epey dolaştım, Berat da ben de resimler çektik. Ödevinizi iyi yapmanız gerekiyor. Sonuçta insanlar sizin bir yılda bitirdiğiniz bir işi birkaç saat içinde tüketiyorlar. İşinizi iyi yapmalısınız ki okur, hızla okusun, hızı aksamasın, sonradan keşfetsin ayrıntıları…

Bize karanlık bir Ankara sunuyorsunuz. Kirli bir hikâye anlatıyorsunuz. Steril hayatlardan, karakterlerden, mekânlardan özellikle uzak duruyor gibisiniz. Bu doğru mu?
Ben galiba yoksulları daha iyi anlatabiliyorum veya onları anlatırken daha rahat olabiliyorum.

Ankara’yı çok iyi biliyorsunuz; size özellikle ilham veren, sizin için özel bir yere sahip mekânları var mıdır?
Elbette var, dedelerim Ankaralı, evde, çevremde hatıralarda hep Ankara var. Ulus’a güzel olduğu için değil epeyce zaman oralarda çalıştığım için bir tür sempati gösteriyorum. Fırsat buldukça dolaştığım yerlerdendir. İlham meselesi biraz karışık, işim gereği çok okuyorum, her gün film izliyorum. Gazete okumuyor ve tv seyretmiyorum, bu tempoyu da on yılı aşkın bir zamandır sürdürüyorum. Ne yazık ki yeterince aylaklık edemiyorum.

Tüyap’ta yayınevlerinin standlarını gezerken bir lise öğretmeninin Uzak Şehir’le ilgili sorduğu bir soru dikkatimi çekmişti. Hazır imkân bulmuşken öğretmen hanımın sorusuna aracılık edeyim: “Ben öğrencilerimin çizgi roman okumasını istiyorum, Uzak Şehir’i de okutmak istiyorum onlara, ama emin olamıyorum. İçinde siyasi şeyler de var onlara okutmak uygun olur mu ki?”
Hayır, çocuklara uygun değil. Bence grafik romanlar ve hatta çizgi romanların önemlice bir kısmı artık çocuklara göre değiller. Çocuklar da çizgi romanlara eskisi kadar ilgi göstermiyor. Ben çocukken çizgi film başlayınca sokaktan eve koşardık. Şimdi gün boyu çizgi film yayınlayan kanallar var. Öte yandan bu ayrımlar başkalarının işi, filmler için yapılan yaş ayrımlarının nasıl yapıldığını merak ediyorum.

Size yakın çevremden gözlemlerimin özeti olarak şunu söyleyeyim, son zamanlarda çıkan en iyi grafik romanlardan birisi. Özenle kurgulanmış özgün bir hikâye, Berat Pekmezci’nin ustalıklı çizimleri… Fakat bizim göremediğimiz, kendinizi eleştirdiğiniz noktalar var mı? Keşke şurada şunu yapsaydım dediğiniz kısımlar oldu mu?
Hayır, olmadı ama Uzak Şehir daha uzun, daha çok sayfalı olabilirdi, bir pişmanlık değil ama yazarken bunu çok düşündüm. Biraz evirip çevirdim ama bu türden eksiltmeler, eklemeler her yazım süreci için normaldir.

Ankara Üçlemesi Uzak Şehir’le son buldu. Bundan sonra aklınızda ne gibi projeler var, yeni bir üçleme düşünüyor musunuz?
Sefa Sofuoğlu ile 1951, Taner Duran ile Bir Zamanlar AnkaraFakir Şükrü isimli iki ayrı grafik roman çalışması sürdürüyorum. İkisi de devam edebilecek çalışmalar. Bakalım, kervan yolda düzülür, sabah ola hayrola diyelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder