Çarşamba, Aralık 24, 2014

Monoton bir grafik roman


Zeina Abirached’in Ölmek Gitmek DönmekKırlangıç Oyunu yakınlarda yayınlanan yeni bir grafik roman. Lübnanlı kadın çizer Abirached’in çocukluğunun geçtiği Beyrut’ta bir apartman dairesinde yaşananları, komşuluk ilişkilerini ve savaş koşullarında aileler arasında geliştirilen dayanışmayı anlatıyor. Dokunaklı bir hikâyesi var. Grafik roman için ideal sayılabilecek bir tahkiye kurulmuş. Otobiyografik nitelikli, insani bir meselesi olan, yavaş ve minimal akışlı. Hikâye, bombardıman altında, ölümün eşiğinde mutlu olmaya çalışan iyimser karakterlerin çevresinde gelişiyor. Buradan ekmek çıkar mı? Çıkar elbet. Gel gör ki ben albümü sevmedim.

İki nedenim var. Birincisi, Abirached, Persepolis grafik romanıyla ünlenen İran asıllı ünlü grafik romancı Marjane Satrapi’ye çizgi olarak fazlasıyla öykünüyor, öyle ki bazen taklit ölçüsünde benzeşiyor. Çok anlaşılır değil yaptığı. Satrapi, benzersiz ve biricik demiyorum, o da kendisinden önceki kuşaktan 1959 doğumlu çizgi romancı ve yayıncı David B.’nin çinilemesinden, sayfa tasarımından ve geniş anlamıyla hikâyeciliğinden çok etkilenmiş bir çizer. Böyle bakıldığında Abirached ve Satrapi, ondan feyz almışlar denebilir ama Abirached, Satrapi’yi David B.’den çok daha fazla andırıyor. İkinci olarak, çizer minyatür-Doğu resmi aurasına sadakat göstermek gibi bir iddiayla albüme girişmiş, çizgi olarak derinlik, uzaklık-yakınlık kullanmamış, birbirini takip eden ve küçük jestler dışında değişmeyen kare istiflemeleri yapmış. “Kamera açısını” farklılaştırmadan, karakterlerini bir gölge oyununu andırır biçimde sahnesinde-kare önünde sıralamış. İlginç mi? Pek değil. Birbirinin aynısı çok kare var. Sadece anlatım kutularındaki ifadeler değişiyor. Bir başka deyişle Kırlangıç Oyunu hem özgün olmamış hem de resim dili yeknesak kalmış. Buna karşılık süsleme denebilecek mürekkep oyunlarına ve göze hoş gelecek dekoratif unsurlara ziyadesiyle özen göstermiş. Temiz bir işçilik var, hakkını teslim edelim.

Peki çizerin minyatür yorumu işlevsel mi, hikâyeyi büyütmüş, derinleştirmiş mi? Evet diyemiyorum, minyatürde perspektif, uzaklık-yakınlık olmamasının tasavvufla ilişkili gerekçeleri vardır. Abirached, görsel bir ilgiyle seçmiş minyatürü, yani minyatürün ne hikâyede yeri var ne de anlamlı bir göndermesi. Nakkaşın gerçeği algılama biçimiyle Abirached’in tercihi birbirine paralel değil. Bu durumda sırf hoşluk olsun diye seçilmiş bir üslupla karşı karşıyayız, üstelik üslubun alenen hikâyenin önüne geçmesine izin verilmiş. Başta ilginç geliyor, a la mode, çizgi hikâyeyi tamamlıyor gibi hissediyorsunuz ama sonrasında farkettiğiniz radyo skeçi gibi diyalogla “resmedilen” bir eylemlilik ve tek mekânda geçen bir teatrallik oluyor. Yanlış anlaşılmasın, tiyatro ya da radyoyla derdim yok, benim derdim grafik romanın gücünün kullanılamaması. Her mecranın kendine özgü güçleri varsa, bundan azami ölçülerde faydalanmak gerekiyor, çünkü her mecranın yine kendine göre sınırlılıkları mevcut. Vites düşürülünce zaafiyetler de belirginleşiyor. Ardışıklık olmadığı ve birbirinin aynısı kareler yeknesaklık yarattığı için çizgilerin ilginç olması yeterli olmuyor. Üstelik kuraldır, çizgi ve üslup denemeleri, avangart arayışları ancak kısa-az sayfalı hikâyelerde anlatının önüne geçebilir. Hiç de bile diyenler çıkabilir, meramımı başka bir örnekle anlatayım.

Geçtiğimiz yıl Fırat Yaşa, Yiğit Değer Bengi’nin aynı adlı öyküsünden uyarlayarak Avcı Nun adlı bir grafik roman yayınladı. Yaşa, enerjisini sevdiğim, anlatma iştahı olan bir çizer. Avcı Nun’da yeni bir tarz denemiş, mağara resimlerini model alarak ilkel çağ hikâyesini atmosfer olarak tamamlamaya niyetlenmiş. Abirached ile kıyaslarsam, çok daha başarılı olmuş, çizgiler hikâyeyi büyütmüş, başkalaştırmış, kendini göstermiş, iyi bir katkı yapmış. Ama sorun yine aynı, minyatür ya da mağara resmi gibi perspektifsiz bir çizgi uzun hikâyeyi sürükleyemez, hoş duran bir çizgi esprisi, hikâye uzadıkça zayıflar, önemsizleşir, çizer narsizmine dönüşerek hikâyeyi öteleyen bir noktaya geriler. Abirached, doğrusu iyi bir çizer değil, hikâyesini güçlendirecek sahneler kuramıyor, zaafını bilerek çiziyor demek daha doğru. O kadar çok tıpkısının aynısı kare kuruyor ki, çizer değil acar bir bilgisayar programcısı bundan iyisini çıkarırdı dedirtiyor.

Çizgiyle ilgili bir sürü saydırdım, kahırlandım, e peki hikâye nasıl derseniz eğer, çizgi, hikâyeyi takip edilemez kıldığı için senaryodaki o minimal tavır, mizahi göndermeler ve duyarlı anlatım önemsizleşiyor derim. Hani çizgi bu kadar monotonlaşmasa hikâye tadını gösterebilecekmiş. İyi bir çizgi roman çizeri, hikâye anlatan, hikâye anlatırken kendini unutturan çizerdir. Çizgi roman görsel bir sanat olduğu için zaten çizgi ön plandadır. Şurası çok açık ki çizgi roman bakılan değil okunan olmak zorunda, çizerin “evvela ve mutlaka” hatırlaması gerekiyor bunu.

Özetle Kırlangıç Oyunu, potansiyeli olmasına rağmen güdük kalmış bir senaryoya dayanan, minyatür esprisinde çizilmiş ama fazlasıyla uzatılmış bir grafik roman. Taklit aslını yüceltirmiş, bu albüm, “bana her şey seni hatırlatıyor” misali Persepolis ve Satrapi’ye yaramış. Son söz yayınevine, Sırtlan Kitap yeni bir yayınevi. Bu türden az satışlı grafik romanları yayınlamak cesaret istiyor, özverililer ve kitap güzel olsun diye uğraşmışlar. Yolları açık olsun.

[Bu yazı Temmuz ayında ArkaKapak.com'da yayınlanmıştı.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder