Türkiye’de çizgi romanın yarım asrına bakıldığında,
üretim asıl olarak gazetelerde yoğunlaşmış, gazete okuru beklentilerine göre
gelişim göstermiştir. Yayın mecrasının niteliği, çizgi romanların yetişkinlere
yönelik bir içerikle hazırlanmasını gerektirmiştir. Çok satışlı çocuk
dergilerinin yokluğu, düşük telifli yabancı yayınların tercih edilmesi,
çocuklar için hazırlanmış ve popüler olmuş yerli çizgi romanlarımızın sayısını
ister istemez azaltmıştır. Gerek gazetelerde gerekse mizah dergilerinde
üretilen çizgi romanlar siyasi tavırları, şiddet, argo ya da erotizme olan
yakınlıkları dikkat çekicidir. Böylesi bir anlatı tercihi olunca Batı’daki
gelişiminin aksine pek çok anlatı biçim ve türüne “çocukça” bulunarak hiç
yaklaşılmamıştır. Örneğin kahramanı hayvan olan, insan gibi hareket edip
konuşan çizgi romanlar, yerli çizgi roman üretiminde oldukça marjinal kalmış,
birkaç dizi dışında hiçbir biçimde devamlılık gösterilememiştir.
Yerli çizgi roman üretiminde kedilere ilk olarak çocuk
dergilerinde rastlarız bu sebeple. İlk kuşak çizgi romancılarımızdan Selma
Emiroğlu’nun Doğan Kardeş dergisinde yayınlanan Kara Kedi Çetesi (1945) veya
yıllar sonra Sinan Gürdağcık’ın Milliyet Çocuk dergisinde yayınlanan Mırnav (1980)
çizgi romanları hemen akla gelen örneklerdir. Anaakım çizgi romanımızda ise
kediler yakın tarihlere kadar pek yer alamamıştır. Tarihi çizgi romanlarımızda,
hatta geç Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyet hikâyelerinde dahi kedi yoktur.
Asıl anlatının arkaplanında bir sokakta, bir pencere önünde bile resmedilmemiş
olmaları sahiden ilginç. Mesele bir kedi sevmezlik değil elbette, serüven
edebiyatının “ciddiyetini” bozacağı da düşünülüyor muhtemelen. Özellikle
karikatürlerde “Mart Kedisi” esprisinin sıklıkla kullanıldığını hatırlatalım. Tarihi
çizgi romanlarımızda özellikle femme fatale kadınların yanıbaşında vahşi
kedigillerden biri (puma ya da leopar) vardır veya 1950’li yıllardan sonra
üretilen mizahi bantlarda yüksek sosyete kadınlarının süs köpeklerine bir
aksesuar olarak mutlaka başvurulur ama evcil kediler bir iki istisna dışında
pek akla gelmez. Diğer yandan 1960’lı yıllardan itibaren yayınlanan yabancı
korku çizgi romanlarında bir dehşet ve muamma simgesi olarak kedilere bolca yer
verilmektedir. Bir cesedin başında ya da korkutucu bir hikâyecinin kucağında
oturan kediler resmedilmektedir.
Son çeyrek asırda üretilen çizgi romanlarda kedilere daha
sakin ve sempatiyle bakıldığı söylenebilir. Özellikle mizah dergilerinde
çalışan üreticiler, otobiyografik nitelikli çizgi romanlar yapmaya başlamışlar,
büyük bir çoğunluğu kedilerini de hikâyelerine katmışlardır. Çizerleri çeşitli
ev hallerinde kedileriyle birlikte izleriz. Orta sınıftan şehirli ve eğitimli
genç erkek ve kadınların anlatıldığı çizgi romanlardaysa kediler, ev sahibinin
kucağında ya da bir köşede uyurken resmedilir. Bunun en ünlü örneği kuşkusuz
Tuncay Akgün’ün Bezgin Bekir adlı çizgi romanıdır. Siyasi hiciv niteliğinde
olan çalışmada Bekir, kedileriyle birlikte sürekli uyuyan, oturduğu koltuktan
nadiren kalkan 68’li bir solcudur.
Yine bu dönemde kedilerin kahraman olduğu iki önemli
çizgi roman yayınlanmıştır. İlki, Piyale Madra’nın Piknik adlı bir kedinin çevresinde yaşananları
hikâyeleştirdiği aynı adlı bant-karikatürüdür. Milliyet ve Cumhuriyet
gazetelerinde on beş yılı aşkın bir süre aralıksız yayınlanan Piknik yerli
çizgi romanın en uzun ömürlü kedili dizisidir. Bir diğeri, ilk kez 1996 yılında
aylık L-Manyak çizgi roman dergisinde yayınlanmaya başlayan Kötü Kedi
Şerafettin’dir. Bülent Üstün’ün yarattığı dizi, Cihangir’de yaşayan bir erkek
sokak kedisinin başından geçenleri anlatmaktadır. Sokak argosu, punkvari
otorite karşıtlığı, başta alkol olmak üzere türlü keyif maddelerinin tüketimi
ve komik şiddeti düşünülürse underground nitelikte bir çizgi romandır.
Bugün, üretilen çizgi romanlar biçim ve söylem bakımından
hayata yakın durmayı tercih ettikleri için, kedileri sıklıkla ve hikâye
bağlamıyla ilgisi olmaksızın görebiliyoruz. Şu da iddia edilebilir, geçmişe
kıyasla daha fazla kedici üretici var, sevdiklerini hikâyelerine katmaktan
hoşlanıyorlar.
Kedici, Mayıs-Haziran 2010 sayısında yayınlanmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder