Cumartesi, Eylül 15, 2012

Babama Söylemediklerim


Kuşak çatışması, geniş anlamıyla Yahudi edebiyatının sevdiği meselelerdendir, türü bilmeyenler bile, en azından sinema ya da tv dizilerinde Yahudi ailesindeki baba-oğul çatışmalarına aşinadırlar. Geleneksel aile, dindarlık ve modern şehir hayatı uyuşmamakta, biteviye faş ederek kadükleşmektedir. Aynı eksenin Holokost (Yahudi Soykırımı) yaşamış ebeveynler ile onların çocukları arasında yaşandığını düşünün, aşikar olan kuşak farklılığı katmerlenir. Ebeveynler, çocuklarını sofu birer Yahudi gibi yetiştirmek istemekte, her fırsatta gelenekten söz etmekte, geçmişten gelen korkulara karşı tedirginliği büyütmektedirler; asıl olarak kendi yaşadıklarını sürekli hatırlatıp aktüel sorunları küçümsemektedirler. Çocuklar, Holokost'un simge ve hayaletleriyle büyümek zorundadırlar. Daima "eksiktirler". Holokost yaşamamışlardır, babalarının çabuk sinirlenmesine ve tutkulu dindarlığına hak vermektedirler filan ama onların da kendi ölçeklerinde dertleri vardır işte: "[Babam] başka bir zamanda yaşıyordu. Saati tutuklandığı gün durmuştu". Perhizci babaya yaşadıkları dışında hiç bir şey önemli gelmemektedir, hayatta hiç bir sıkıntının mukayese götürür yanı yoktur Holokost'la: "Benim kadar acı çekmemiş" diye kestirip atar. Çocuklara bunun nasıl zor geldiğini tahmin edebilirsiniz. Ergen dertleri düpedüz gereksizdir buna göre; üstelik cesaret edip dillendirilecek bir sorun babaya karşı mahcubiyet yaratacaktır: "Babamıza acı çektirmemek için isyanlarımızı hep bastırdık". Oysa çocuklar, ebeveynlerinden farklı bir hayat yaşıyor, başka bir dil ve ırktan insanlarla çalışıyor, eğitim alıyor ve ilişkiye giriyorlardır. Nazilerin kınandığı bir dünyadır bu.

Michel Kichka, İkinci Kuşak'ta bize babasını anlatıyor; temerküz kampından sağ salim, direnerek kurtulmuş, yaşananlara ilişkin anlattıkları nedeniyle sonraları uluslararası bir şöhret kazanmış, Holokost kurbanından Holokost kahramanına dönüşmüş bir baba bu. Sadece babasını ve onun dramatik deneyimlerini değil, annesini, kardeşlerini, ergenliğini, evlerini, gündelik hayatlarını, aile hiyerarşilerini de resmediyor Kichka. Nasıl giyinmeli, nasıl konuşmalı, neyi başarmalı, neyin yasak olduğunu bilmeli, neyi paylaşmamalı vs. "Evdeki kural basitti: Babam her zaman haklıydı. Mutabık olmadığımızda ya da yanlış yaptığını düşündüğümüzde bunu kendimize saklardık". Kichka'nın aile hikayesi elbette biricik ve benzersiz değil ama anlattıkça bir terapiye dönüşmesi bakımından ilginç. Kendi ifadesiyle ailenin medarı iftiharı olmuş bir çocukmuş, bu pek değişmiyor: büyüme hikayesi de çok sorunlu geçmiyor. Anne-baba, "ideal aile" iddiasına rağmen, görünen o ki, kendilerine vakit ayırmak istediklerinden dört çocuğunu da farklı yerlerdeki yatılı okullara gönderiyor. Kardeşlerden biri, gün gelip intihar ediyorsa hepsi çocukluk ve ergenliğini Kichka kadar sorunsuz geçirmemiş demektir. Kardeşler o intihardan sonra biraraya gelip geçmişlerini sorgulamaya başlıyorlar. Kichka'nın neşesi kaçıyor ve o güleç adam acılaşıyor, içine kapanan, ağlamanın eşiğinde duran birine dönüşüyor. Kızkardeşiyle ta geriye eski günlere dönüp çocukluklarını konuşuyor, anlamlandırıyor, neden yatılı okullara gönderildiklerini tartışıyorlar. Babalarının kendiyle dolu olmasına, büyük bir acının gölgesinde kendileri olamamalarına hayıflanıyorlar: "Hitler onunkileri çaldı diye bizim ergenlik krizi geçirmeye hiç hakkımız olmadı sanki" veya " [baba] sevgimizin içinde ne çok merhamet vardı". Güzel ayrıntılar bunlar. Mahrem olanın deşifre edilmesini okumaya başlıyoruz böylelikle.

Kichka, son kertede, komik çizgili, realist arka planları olan tipik frankofon sevimliliğine dayalı iyimser bir hikaye anlatıyor. Ne yapsa sevimli duran bir üslubu var. Holokostu bile çirkinleştiremeden çiziyor.  Çocuksu ve naif. Kendisi de bunun farkında, tarzının hikayesine uymayacağını uzun süre kara kara düşünmüş. Çizginiz böylesine sevimliyse hikayenizin rengini de belirliyor ister istemez. Neşeli aura, Kichka'nın çocukluk dönemine oldukça uygun aslında. Ne var ki kahır ve keder koyulaştıkça, Kichka anlatmakta zorlanmış, karelerinde berraklığı bilerek azaltmış, çiniyi çoğaltıp koyulaştırmaya yönelmiş. İntihar sonrasındaki travma sürecini, çizgiden çok diyalogları ve tasarımı öne çıkartarak betimlemiş, en azından görsellik adına işlevsel olmuş bu. Aile bireylerinin farklı ülkelerde yaşaması, seyrek görüşmeleri, mektuplar, telefonlar, dramatik etkiyi pekiştirmeye yaramış. Kurgu, bu bölümlerde oldukça başarılı.

İkinci Kuşak, Art Spiegelman'ın Maus'unun etkisiyle üretilmiş çizgi romanlardan. Kichka bunu saklamıyor, Maus'u okuduktan sonra babası ve ailesiyle ilgili bir albüm yapmaya karar verdiğini söylüyor. Maus, Holokost'u anlatan politik bir hayatta kalma hikayesidir. Spiegelman'ın  babasının, o huysuz ihtiyarın nasıl ayakta kaldığını, ne yapıp edip ölmediğini okuruz. Kichka, Maus'taki baba-oğul çatışmasından etkilenmiş ama belli ki sempatik bir adamın nostaljik iyimserliğiyle bakmış geçmişine, babasını özlem ve hayranlıkla anlatmış. Onun bencilliğini geçiştirmiş, babasının kendini varettiği alanda gezinip geriye kalanlarla ilgilenmemesini hoşgörebilmiş. Çok az eleştirmiş onu. Bir yerde "İki ayrı Henri Kichka var. Halka açık olan harika...Ama özel olanı bazen çok huysuzluk yapıyor" eleştirisinde bulunuyor. Sonra da babasının buna kırılmış olmasına üzülüyor. Böyle yaparsanız sahici olamama riski taşırsınız. Geride Maus gibi ilham verici sert bir anlatı ve intihar etmiş bir kardeş varken üstelik. Ya da gerçekten böyle hissediyor olabilirsiniz ama sanat, hayatı aşmıştır, başka bir gerçeklik düzlemi kurmuştur kendine. Dave Sim'in Judenhass, Joe Kubert'in Yossel veya Bernice Eisenstein'in I Was a Child of Holocaust Survivors çalışmaları Holokost'la ilgili hemen akla gelen sert grafik romanlar. Elbette onlar daha doğrudan soykırıma odaklanmışlar ve Kichka, bunu bilmiyor değil, çok açık biçimde bir tercihte bulunmuş, her ne yaparsa yapsın babasını çok sevdiğini göstermek istemiş. Çekincelerimi söyledim, son yargım yine de değişmeyecek: İkinci Kuşak harika çizgilere ve pedagojik hassasiyetlere sahip, iyi anlatılmış, amacına uygun bir albüm.

Radikal Kitap, 14.9.2012

2 yorum:

  1. güzel bi özet geçmişsin, Yahudi filmlerinden az çok aklımda kalanlar aileye biz türkler kadar değer verdikleri, saldım çayıra mevlam kayıra durumu yok, biraz despotluk bile var.Ailenin yetişme tarzına etkisi muhakkak önemli, babalarımız da hiç bi zaman bizim istediğimiz kurallara uymayaçak bunu da biliyoruz..

    YanıtlaSil
  2. Katkı ve yorum için teşekkürler

    YanıtlaSil