Cumartesi, Temmuz 02, 2011

Fransızca Konuşan Samuray

Western türünün şövalye hikâyelerinden esinlendiğini biliyoruz. Günümüzde şövalye ve samuray anlatılarının westernlerden etkilendiğini, Vahşi Batı’nın Japon kırsalından ilham alarak başkalaştığını da görebiliyoruz. Türkiye’de tarihi çizgi roman seven nesillerin, asıl olarak onların üreticilerinin western sevmesi bu yüzden tesadüf değil. Suat Yalaz’ın kendi yarattığı kahramanı Karaoğlan’ı sinemaya uyarlarken, John Ford’u modellediğini heyecanla anlatması bunun bir sonucu belki. Ortak bir paydaları var; benzer tepkiler ve referanslar (erkek kahramanlar, intikam meselleri, meşum kadınlar, teke tek kavgalar vs) içeriyorlar. George Lucas, Kurosawa’nın samuray filmlerini Star Wars’ın orijinleri arasında sayarken aynı yönetmenin filmlerinin western taklidi olduğu söyleniyordu Japonya’da. İronik mi? Hiç de değil. Uzay operaları, western ve tarihi kılıçbaz hikâyeleri… için nereden nereye diyemiyoruz. Eğer iyiyse, kendi içinde tutarlıysa türler arası gezinmeleri ve etkilenmeyi göz ardı edebiliyoruz.

Popüler kültürde, samuray mitinin bir silahşor, şövalye ya da Hun cengâverinden pek bir farkı yoktur. Hepsinin silahı meşru kılan, şiddeti haklılaştıran ve ölümle iç içe süren bir yaşam biçimleri vardır, öyle tahayyül edilirler. Seküler hayat ve modern tahkiye geleneği, bu savaşçıların dinle ilişkisini sınırlandırmış ve hatta onları otoriteyle sorunları olan, anarşist ve cool tabiatlı bireylere dönüştürmüştür. Geçmişte din ve Allah adına savaşan bu muhafızların, ölümü yücelten, şehitlik mertebesini meşrulaştıran eylemleri; adalet algısıyla çatışan başka bir eksene çekilmiştir. Toplum, gelenek ve düzen bozulmuştur vs. Samuray mitinin enteresanlığı, ölümü göze alma (ve onun anlatılma) tarzından kaynaklanıyor. Sakınmadan ölüme gitmesi, acımasızlığı, hiçbir akli muhakemeye girmemesi ve mutlaka hızlı hareket etmesi bir imge olarak “popüler edebiyatı” heyecanlandırmıştır. Japon popüler sineması gibi samuray filmleri de altmışlı yılların ikinci yarısından itibaren global kültürde yaygınlaştılar. Bizdeki mevcut Japon mitleri de (Karate, Ninja, Kung-Fu vs) o tarihlerden itibaren gündelik dilde kullanılır olmuştur.

Yakınlarda çıkan bir Fransızca çizgi roman Di Giorgio’nun yazıp Genêt’nin çizdiği Samuray, türün nasıl yaygınlaştığını gösteren tipik bir örnek. Başka bir dilde, o kültüre ait olmayan bir geleneği anlatmak değil mesele. Farklı türlerden faydalanan eklektik bir çizgi roman kotarılmış. Önce tipik bir tür anlatısı olarak başlıyor; kıyafetler, kırsal arkaplan, gerçeklik vehmini artıran pozcu dipnotlar, en baştan kendini hissettiriyor. Hemen ilk sayfadan tanıdık bir klişeyle tanıştırılıyoruz. Geçmişine dair gizemi arayan Samuray ile onun komik, geveze, pisboğaz yardımcısına (Şövalye ile at uşağı ikilisine) ortaçağ (ve orta dünya!) hikâyelerinden aşinayız. Yeni gelen yabancıyı ikaz eden köylüye, westernlerde bir Meksikalı, bir cenaze levazımatçısı ya da esrik biri, bir sarhoş olarak da rastlamışızdır. Köyde zorbalık eden haytaların benzerlerini yine barlardan, tarihi çizgi romanlarımızdaki hanlardan hatırlayabiliriz. Bilirsiniz, kahramanın ilk gösterisi herkesin gözü önünde yerel baş belalarını pataklayarak yaşanır. Ardından kötüler, kötüleri çağırır, peşisıra kahramanın karşısına dikilirler. Asıl serüven böylelikle başlar. ‘Fransız’ Samuray’daki dikkat çekici farklılık, Tolkienvari büyüler ile yeraltından çıkan olağanüstülüklerin kullanılması olabilir. Elbette bunlara yeni denemez, hanedan kavgalarından ve iç savaş hikâyelerinden bildiğimiz samuray türüne ikmal edilmiş, hayli Avrupalı bir katkı işte.

Dizinin yaratıcısı Di Giorgio, Fransa’da kendi kuşağı içinde ticari çizgi romanın başarılı senaristlerinden biri sayılıyor. Doğrusu, ne anlatılması gerekiyorsa onu anlatan, okuru şaşırtmayan biri bana kalırsa. Belçikalı çizer Genêt senaristine göre daha yenilikçi. Sayfalarını tek tek tasarım olarak düşünebiliyor, frankofon berraklığını korumakla birlikte Frank Miller’i andıran sahne kesitleri seçebiliyor. Di Giorgio ile yaptıkları 2003 tarihli Mygala serisi ilk önemli çalışmasıydı. Geçtiğimiz yıl sonunda altıncı albümü yayınlanan Samuray ise çizgisinin ne denli geliştiğini ispat ediyor. Klişeleri belirginleştiren sahne planları yapıyor örneğin, ne istendiğini bilerek çizmek maharettir ama o fazlasını yapıyor, bununla yetinmiyor. Frankofon üslubunun alışılageldik az çizgili, konturlu temizliğini nispeten bozarak tarama ucunu karelerde gezdiriyor. Albümü renklendiren Rieu alanın sayılı kadın emektarından biri. Endüstriler kendi gelişimi içinde bir renk ve ışık tercihinde bulunur. Renkçiler ismen pek hatırlanmazlar ama endüstrinin albeni ve devamlılığını esasen onlar sağlarlar. Rieu, anaakım frankofon çizgi romanı nasıl bir boyama ve ışık istiyorsa onu sağlayan başarılı bir renkçi…Ticari ve popüler çalışmalarda rağbet gören her ne varsa onu uygulayabildiği için yıllardır piyasanın içinde çalışabiliyor, senaryo yazmışlığı çizmişliği var ama renklemesi için aranıyor daha ziyade.

Samuray çizgi romanı denildiğinde hemen akla gelen, global ölçekli haklı bir şöhreti olan Kazuo Koike- Goseki Kojima ikilisinin Lone Wolf and Cub adlı kült çalışmasından söz etmeden bu yazıyı bitirmek haksızlık olurdu. Yayınlandığı her ülkede büyük ilgi gören, üreticileri etkileyen ve hikâyelerindeki tuhaf gerginliği, temposu ve devamlılığıyla en başarılı serüven ve aksiyon serilerinden biri olan bu ünlü manga Türkçede yayınlanmayı bekliyor. Fransızların samurayının heyecan, estetik ve hikâye olarak onun çok gerisinde kaldığını söylememe gerek yok sanıyorum.

Radikal Kitap, 1.7.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder