Pazartesi, Ocak 03, 2011

"Yapma Gözünü Seveyim"

Bir çizgi romancı olarak “Kürt sorununu” anlatmak isteseydiniz, nasıl bir hikaye kurgulardınız?

Bir karışıklık olmuş, ben çizgi romancı değilim. Senaryo yazmışlığım var ama kendimi böyle ifade etmezdim. Doğrusu Kürt sorununun bugün için anlatılabileceğini sanmıyorum. Bir yas süreci var, öfke ve rövanşizm var. Savaş sürerken savaşı anlatmak hep zordur. Dünyadaki benzer örneklere bakıldığında ancak ve ancak üzerinden zaman geçtikten sonra hikâyeler anlatılabildiğini görüyoruz. Anlatılamaz demiyorum, anlatılır ama etkisi sınırlı olur.

Kürt mizahı üzerinden Kürt sorununa dair bir okuma yaparsınız, neler söyleyebilirsiniz?

Kürt mizahını biliyorum diyemem, Türkçe yayınları izliyorum. İnsanların birbirlerine anlattığı fıkraları toplamaya çalışıyorum sadece. Fıkralarda Türk, Özel Tim, TC olarak çeşitlenen otorite eleştirisi var. Onun dışında Kürt tiplemeleri çeşitleniyor: mazlum Kürtle de karşılaşıyoruz, kurnaz olanla da… Kendileriyle gırgır geçebilen bir kimliğe sahip olduklarını vurgulamak istiyorlar, kısmen hamaset de var. Kürtler arasında yükselen bir milliyetçilik var. Fıkralar uyarlanır, Filistinlilerin Yahudiler için anlattıkları, Iraklıların Amerikalılar için anlattıkları Türkçeye ve Kürtçeye aktarılıyor.

Kürtlere gülmeye başlarsak, sorunun çözümünde önemli bir adım atmış olur muyuz sizce?

“Kürdün biri..” diye başlayan bir fıkrayı kolaylıkla anlatamadığımızı, Kürtlerin ve Türklerin gülerek birbirlerine yakınlaşmak istemediklerini düşünüyorum. Gündelik hayat böyle sürmüyor ama kamusal konuşmalarda ciddiyet hakim, çünkü yas sürüyor. Birlikte gülünürse pek çok şey değişebilir ama şu an için bir gerilim ekseni var, ben bunu mümkün görmüyorum.

Genç çizer Rewhat Aslan’ın karikatürleri, sayıları çok olmasa da insanları güldürüyor. Ve daha önceki kuşaktan farklı olarak kendilerine de gülebiliyorlar. Sizce genç Kürt nesil “Kürtlere Gülmek” konusunda bir umut olabilir mi?

Rewhat’ın çizgileri veya Ferzende’nin esprileri Türklere ulaşıyor mu çok emin değilim. Sorun isimler ve üretimler değil. Buradaki asıl mesele monologlarla dolu bir hayat sürmemizde. Herkes konuşuyor ama kimse kimseyi dinlemiyor. Üstelik konuşanlar da aynı fikirde oldukları insanlarla konuşuyorlar. Bu diyalog değil, cepheleşmeyi de pekiştiriyor.

“Günümüzün mizah dergileri Kürtlere teğet dahi geçmeden Cihangir’den yayın yapıyorlar” diyorsunuz. Tiraj kaygısından öte bir korku da taşıyor mu sizce bu durum içinde?Dergicilik can çekişiyor. İstanbul dışında dergiler neredeyse satılmıyor. Bu sonucu dergilerin İstanbul-merkezli bir hayat sürdürmesi sebep oldu muhtemelen ama ne söylesek nafile. Bu tren geçti artık. Bugün, dergiler, okurları her kimse ve neredeyse ona yönelik bir yayın yapmak zorundalar. Mizah dergileri okuru şehirli, orta sınıftan eğitimli gençlerdir, onlar için dergi çıkartılıyor. Kürt meselesi sanki hiç yokmuş gibi davranıyorlar ama ortada bir yas süreci ve çatışma ekseni olduğu için bence bu konuda yalnız değiller. Popüler kültür ürünleri, mesela diziler de bu meseleye es geçiyorlar. Hamaset dolu dizileri saymıyorum çünkü onlar herkese hitap etmiyorlar.

Kürtlere gülmeye çekinen Türkler “Muro’ya neden gülüyorlar sizce?

Muro, tipik bir Kürt değil orada bir devrimci karikatürü var. Muro kötü adamdı ayrıca biliyorsunuz, oyuncu performansı ve çevresindeki tiplemelerle uyumu onu komik de yaptı… Kürtlüğü geride kaldı… Sempatik gösterilmesine karşı çıkan ve öldürülmesini isteyen çok fan vardı hatırlarsanız.

Yılmaz Erdoğan’ın filmlerindeki Kürt tiplemesi için neler söyleyebilirsiniz? Onlara gülebiliyoruz mesela.

Filmlerde dizilerde Kürt tiplemesi hiç yok değil… Nasıl temsil edildikleri önemli. Medya klişe üretir, bu üretimi eksik temsil de yoğun temsil de belirleyebilir. Vizontele filmlerinde Kürtçe konuşan var mıydı diye sormak gerekiyor. Yılmaz Erdoğan politik bir isim değil, olabildiğince de bu meselelerden uzak duruyor görebildiğim kadarıyla. Birkaç kez yorum yaptı, başına neler geldiğini neler işittiğini bir de ona sormak lazım. Bırakın canlandırdığı tiplemeyi onu görünce zaten Kürt diyen bir kesim var, İnterneti tararsanız görürsünüz. Popüler kültür mevcut koşullar nedeniyle Kürt meselesine teyet geçmek zorunda. Bunları anlatmak konuşmak isterseniz daha sınırlı bir seyirciye hitap edersiniz, bu kadar basit ne yazık ki.

TRT Şeş’te Kürtçe sitcomlar hazırlanıyor. Bunları Kürtlerin seyrettiğini düşünürsek, Türk televizyonlarında Kürtlerin hazırladığı bir sitcom’un kaderi ne olur?

TRT Şeş’teki sitcomlar izleniyor mu bilmiyorum. Bir dizinin tutup tutmayacağını belirleyen çok kıstas var. İyi senaryo-iyi oyunculuk dışında bir de başka türlü bir televizyon ışığı gerekiyor ki, bu pek de tarif edilemez bir şey.

Trajedinin son noktası mizah diye düşünürsek Kürt mizahı, şartlar iyiye gittikçe bir yükseliş yaşayacak mıdır?

Doğrusu trajedinin sonu mizahtır deyişinin ne demek olduğunu hiç anlayamamışımdır. Bana sorulduğunda trajedinin sonu cenaze namazıdır diyorum, ölüyü defnederiz sonra eve gelip helvayla pideyle karnımızı doyururuz. Mizah o esnada ötelenir ama bir duygu olduğu için yokolmaz. Karnımız doyduğunda cenaze havasını dağıtmak için mizaha başvururuz, neşeli konular açarız. Mizah meşrulaşır, ‘bak işte hayat var önümüzde’ deriz yakınını kaybedenlere. Yas varken bazen nafiledir çabamız, gülerken ağlayıverir insanlar ama vazgeçmeyiz. Kürt mizahı ileride ne olur bilmiyorum ama birlikte gülmek bizi yakınlaştırır onu iyi biliyorum. Daha çok konuşmamız gerek, arada bir ‘yapma gözünü seveyim’ diyip öfkeleri yatıştırıp sarıp sarmalıyız birbirimizi. Kendini başkalarının yerine koyarak onun acısını hissetmek erdemdir, bunu denemeliyiz. Dinden önce vicdan vardı, vicdan da bunu söyler bize…

[Radikal için Berrin Karakaş sormuştu soruları, bir parçasını Kasım ayında kullanılmışlar, yeni farkediyorum]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder