Salı, Nisan 25, 2006

Bir İntihal Meselesi:Şapkalı Olanların Hepsi Medenî Değildir...

(2001 yılında Markopaşa kitabımla ilgili yaşanan bir intihal polemiğini aktarıyorum. Yazı, Virgül dergisinin Aralık 2001 sayısında yayınlanmıştır

Geçtiğimiz günlerde Mehmet Saydur’un hazırladığı “Markopaşa Gerçeği” adlı bir kitap yayınlandı (Çınar Yayınları, 2001). Yine Markopaşa gazetesini inceleyen bir başka çalışma tarafımdan hazırlanmış ve bu yılın mart ayında yayınlanmıştı (Markopaşa, Bir Mizah ve Muhalefet Efsanesi, İletişim Yayınları). Cumhuriyet tarihinin bu önemli muhalif yayını hakkında yarım asır sonra hem de peşi sıra iki ayrı yayın çıkmasını gerçekten sevindirici buluyorum. Kendi çalışmamın önsöz ve sonuç bölümlerinde bu konudaki temennilerimi dile getirmiştim. Mehmet Saydur’un kitabını da bu niyetle inceledim, kaldı ki altı yıllık bir emek ve birikim sonucunda oluşturulduğuna dair bir iddiası var kitabın. Sunu, önsöz ve arka kapakta sıklıkla tekrar edilen bu iddia merakımı da cezbediyordu. 

İyi bir tarih kitabı okumak, kaçınılmaz olarak metindeki farklı yorum ve yaklaşımları “görmeyi” kolaylaştırır. İyi bir tarihçi, elindeki malzemeyi kesinlik iddiası kadar olabilirlik ölçülerini de gözardı etmeden anlatabilme maharetine sahip olandır. Dipnot ve alıntılar, okuyucuya yazılanların “doğruluğunu” sınama imkanı verdiği gibi metnin, yazarının beklemediği bir biçimde okunabileceğini de garantilemektedir. O sebeple yazarlar, kullandıkları dipnotlarla okuyucuya farklı okuma önerileri vermeye çalışırlar, doğrulukları da sınanmaktadır böylelikle. Öte yandan, yazarlar için gelenektendir, aynı konuda daha önce yapılmış çalışmalar, oluşturulmaya çalışılan “birikim” nedeniyle atlanamaz, görmezlikten gelinemez ya da çarpıtılamaz. Dipnot ve alıntılar “şıklık” olsun diye veya meslekî nedenlerle değil, öncelikle ahlâkî sorumluluklar gereği kullanılır. 

Saydur, kitapta 147 dipnot kullanmış, bunlardan sadece beş tanesinde çalışmamdan faydalanılmış gözüküyor. İlk dördünde “aktaran” olarak geçiyorum; kitabımın 54,71-72, 74-76 ve 86-88.sayfalarından yapılmış alıntılar bunlar. Sonuncusu da Başbakanlık arşivinden çıkarttığım Bakanlar Kurulu kararı ile ilgili, kitabımda 197. Sayfada geçiyor. Saydur, çalışmasının 152 ve 216.sayfalarında bu bilgiyi (ikincisinde kaynak belirtmeden) yineliyor. Aslına bakılırsa Saydur’un tutarlı bir dipnot ve kaynak gösterme sistemi yok; bazen kaynaklarını metinde parantez içerisinde bazen de sayfa altında veriyor. Bu çelişkinin sorumlusu olmamakla birlikte nedeni olduğumu düşünüyorum. Çünkü kendi çalışmamda kaynakları metin içerisinde gösterdiğim gibi, konu ile ilgili gerekli gördüğüm tamamlayıcı malumatı sayfa altında vermeyi tercih etmiştim.  

Saydur, “Markopaşa Gerçeği” adlı çalışmasında kitabımdan intihal (başkasının olanı kendisininmiş gibi gösterme) ölçeğinde faydalanmış olduğu için bu çelişkili dipnot ve kaynak gösterme sistemi çıkmış ortaya. Kitabın yazarı yapmış olduğum gazete taramalarını kendi yapmış gibi göstererek bazen metin içerisinde (yani aynen bırakarak) kimi zaman da dipnotla sayfa sonunda kullanmış. Bu çerçevede sayfa sonunda dipnot olarak gösterilen 51, 59, 61, 70 ve 78 numaralı dipnotlar, her nedense hepsinde “aktaran” olarak ismimin geçtiği örneklerde olduğu gibi kullanılmalıydı. Metin içerisinde geçen ve çalışmamdan aynen aktarılarak yapılan, bırakın etik ilkeleri düpedüz emek hırsızlığı olan bölümler ise ayrıntılandırılmayı hak ediyor. Aşağıda birkaç örneğini vereceğim intihalleri her iki kitabı karşılaştırarak bakacak herkes kolaylıkla bulabilir. Bu karşılaştırma için küçük bir kılavuz verebilirim; (parantez içerisinde geçen sayfa numaraları kendi kitabıma aittir). 36 (58), 37 (71), 38 (72-73), 46 (73), 53 (73), 57 (74-76), 63 (74), 68 (77), 74 (83 ve 21 no’lu dipnot), 90 (92), 100 (92), 101-103 (95-96 ve 111), 128-129 (118) sayfalarını her iki kitaptan mukayese eden okur, özellikle metin içerisinde verilmiş gazete tarihlerini izleyerek intihalin ne ölçüde olduğunu görebilir. 

Birkaç örnek sıralama gereği duyuyorum. Aşağıdaki alıntı, çalışmamın 92. sayfasından, aynı bölüm Saydur tarafından kaynak gösterilmeden 90.sayfada kullanılmış, parantez içerisinde yaptığı cümle değişiklikleri gösteriliyor. (...) Uykusuz ile vekili, Markopaşa’nın kapatılma kararına itiraz ederler (ettiler). Mahkeme, kapanma (kapatılma) kararının kaldırılmasına lüzum olmadığına karar vererek, duruşmayı müdafaa şahitlerinin dinlenmeleri için (“duruşmayı” sona yazılmış) 4 Haziran gününe bırakacaktır (bıraktı). Böylelikle (Böylece) gazetenin iki yazarı ve karikatüristi cezaevine girmiş (içeri girmiş oluyordu), Merhumpaşa da kapanmak zorunda kalmıştır (Merhumpaşa da bir süre çıkmamak zorunda kalıyordu). 

Bir başka örnek kitabımın 73.sayfasından, Saydur bu alıntıyı kaynak göstermeksizin çalışmasının 38.sayfasında kullanılmış: 

“Öte yandan Cemil Barlas, bir milletvekilidir ve Matbuat Kanunu’na göre Ali’nin yaptığı savunmanın dayanakları yoktur (Oysa Cemil Barlas da milletvekiliydi ve S.Ali’nin yaptığı savunmanın dayanakları yoktu). Sabahattin Ali’nin avukatları Mehmet Ali Cimcoz ve Bülent Şevket başta olmak üzere hemen herkes durumun farkındadır (farkındaydı-bold yazılmış cümle kullanılmamış). Bu yüzden Sabahattin Ali, Aziz Nesin’in yazmış olduğu yazıyı kendisinin yazdığını söyleyerek cezanın üzerinde toplanmasını (kendisine verilmesini) sağlamaya çalışacaktır (çalışmaktaydı). Savcılığın iddiası ise yazının müştereken –Aziz Nesin ile birlikte- yazıldığıdır (yazıldığıydı). 

Kaynak olarak 1 Mart 1947 tarihli Akşam gazetesini vermişim, Saydur yazmayı unutmuş. Alıntı, “Dava, karar için ikinci bir celseye ertelenirken (ertelendi) diye bitirilmiş. Devam eden paragraf iki gazete haberine dayalı: 11 Mart 1947 tarihli Cumhuriyet ile 29 Mayıs 1947 tarihli Akşam (kitabımda sayfa 74 ve 92’ye bakılabilir). Elbette ki ne Markopaşa kitabımdan ne de bu gazetelerden bahsedilmiş. Saydur, çalışmasının 46. sayfasında, Markopaşa kitabımın 73. sayfasında “... bir başka dava açılır” (açıldı) diye başlayan bölümü, Markopaşa bu davadan beraat edecektir (etti) biçiminde bitirerek, kaynak belirtmeksizin kullanmış. 

Kitabımın 73.sayfasından bir bölüm daha Saydur tarafından 53.sayfada kullanılmış. Başlangıçtaki Tanin gazetesine dayanılarak yapılan alıntıyı bilerek atlıyorum, karşılaştırma yapacağım bölüm Sabahattin Ali’nin bir beraat kararı ile ilgili. Meraklısı 4.3.1947 tarihli Vatan gazetesine ayrıca bakabilir: 

“Savcılık, Matbuat Kanunu’nun 30.Maddesine (anılan maddeye) göre cezalandırma talebinde bulunacaktır (bulundu). Buna karşılık ‘maznunun –sanık- avukatı (sanık avukatının) müdafaasında (savunmasında) yazının basit bir siyasi toplantı olan parti divanından bahsettiğini ve esasen mizah yazısı olduğunu söyleyerek (bold yazılan bölüm Saydur tarafından kullanılmamıştır), bunu Basın Kanunu’nun 30.maddesi ile alakası (ilgisinin) olmadığını belirtir (belirtmesi üzerine). Mahkeme Sabahattin Ali hakkında (S.Ali’nin) beraat (beraatine) kararı (karar) verecektir (verdi). 

77.sayfadaki bölüm Saydur’un çalışmasında 68 ve 69.sayfalarda kullanılmış: 

“Mücap Ofluoğlu, Aziz Nesin için Müddei-Umumiliğe –Savcılık- başvurarak (Savcılığa dilekçe ile başvurur ve) bu hareketin kanunsuz olduğunu ve eğer mevcut gösterilen bir matbuat suçu varsa bunun takibatını yapmanın savcılığa ait olacağını bildiren (bildirir) bir dilekçe verir. Şerif Hulusi de Vali ile konuşur (görüşür). Hiçbir sonuç alınamayacaktır (alınamaz)” 

Aslında bu intihaller o denli acemice yapılmış ki, benim bugünkü dilde kullanılmadığını düşündüğüm sözcükler ile ilgili olarak yaptığım parantez içi açıklamalar aynen-hiç dokunulmadan aktarılmış. Saydur’un Tanin’den yaptığını belirttiği alıntı, Markopaşa kitabımın 73. sayfasından; “...terekküp etmesi” (meydana gelmesi) biçiminde, aynen aktarılmış. Benzer örnekler epeyce var. Örneğin “Takbih eden-kınayan” (s.92), “tahkir edilmiş-aşağılanmış” (s.95), “ihsas ettiği-anıştırdığı” (s.96) yazmışım, kaynak gösterilmeden kullanılan alıntılarda birebir geçmiş. Saydur’un kitabında bu sözcüklere (dahil oldukları uzun alıntılarla birlikte) sırasıyla, 53, 100, 101 ve 102. sayfalarda bakılabilir. Gazetelerden yaptığım alıntılar kitabımda kullanmayı tercih ettiğim kısaltmalar ve özetlemelerle veriliyor. Saydur, kendisi taramış gibi gösterdiği gazete alıntılarında benim tercihlerime mahkum olmuş durumda: örneğin ben kendi anlayışım doğrultusunda “(...)” biçiminde kısaltmalar yapmışım, aynen kullanılmış. Bazen gazete haberini hiç alıntılamadan kendi cümlelerimle özetleyerek vermişim, Saydur da aynı şekilde vermiş. Sadece gazete haberleri değil, alıntı yaptığım kaynaklarda da benzer bir tercih yaptığım olmuş. Onda da aynen kopyalanmışım. Kendi kitabımın 21 no’lu dipnotunda geçen Ali ve Özkırımlı’ya ait alıntı, Saydur tarafından kendi tercihi ve müdahaleleriyle kullanılmış gibi 71 no’lu dipnota aktarılmış. Kitabımdan yapılan intihallerde kullandığım kaynaklar da atlanmış. Örneğin Aziz Nesin, Mehmet Görkey gibi isimlerden yaptığım alıntılar Saydur’un cümleleri olarak kullanılmış. İntihal kimi zaman o denli eğlenceli bir hal alıyor ki, kendi içerisinde bütünlüğü olan bir bölüm, Saydur’un kurgusuyla farklılaşıyor. Kitabımın 95 ve 96. sayfalarından yapılan uzun alıntı 111. sayfadan yapılan bir başka alıntı ile birleştiriliyor. Bu iki sayfada Asım Bezirci’den bir satır alıntı yapılmış, dipnot olarak gösterilmiş, oysa metnin tamamı yedi ayrı gazete haberinden derlenmiş biçimde bana ait. Traji komik olan ise yapılan intihalde 96. sayfadan neden 111’e atlandığıyla ilgili. Çünkü kendi kitabımda, o atlanan bölümde Sabahattin Ali-Aziz Nesin çatışmasını anlatıyorum. Saydur’un bu türden sorunları olmadığı için benden sadece “aktaran” olarak faydalanmayı sürdürüyor.  

Markopaşa Gerçeği adlı kitap bir derleme. Kütüphanelerde bulun(a)mayan Markopaşa sayılarını tek tek sıralayarak çeşitli yazı ve karikatürlerden örnekler veriyor. Özetlemeye çalıştığım ve mağduru olduğum intihaller kitabın ilk yarısında-zamansal olarak da Markopaşa’nın ilk dönemleriyle ilgili bölümlerde olmuş. Saydur’un gazete taramaları tamamen kitabımdan alındığı için nedeni de çok açık: 29 Ekim 1948’de başlayan Markopaşa’nın son dönemi hakkında gazete haberi -ilk iki dönemine kıyasla- yoktur. Dolayısıyla “aktaran” olarak bir malzeme sunamıyorum.  

Kişisel olarak bir araştırmacıda bulunması gereken en önemli niteliğin kendini tanımaktan geçtiğine inanıyorum. Neyi yapabileceği ya da yapamayacağı konusunda insanın kendi hakkında bir kararı olması gerekiyor. Araştırmacı sükunet içinde, sabır ve sebatla olduğu kadar zaafiyetlerini de bilerek çalışmak zorundadır diye düşünüyorum. Yoksa araştırmacılığın önkoşulları olan doğruluk ve dürüstlük gibi nitelikler çalışmalarımıza yansımakta, kamusallaşarak herkes tarafından ölçülebilir bir hale gelmektedir. Saydur’un “altı yıl süren araştırma”, “satır satır sürdürülen inceleme” iddialarına karşın düştüğü durum da bunu göstermektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder