Pazar, Mart 05, 2006

Savunuyorum Öyleyse Haklıyım

Üçüncü sayfa haberlerindeki katillerin basına ya da polise açıkladıkları cinayet gerekçeleri oldukça benzerdir. Toplumun tabu ya da suç saydığı meselelerle ilgili savunmalarla karşılaşırız. Soğuk savaş döneminde kendisine komünist dendiği için cinayet işleyenler vardı, epeydir eşcinsel ilişki teklifinde bulunanlar ölmeyi daha fazla hak ediyorlar (!). Öldürülen gay’in kolundaki rolex saatten pek söz edilmiyor. Biraz daha konuşulunca bu “kader kurbanlarının” ülkelerini ne kadar çok sevdiklerini de anlıyoruz. Elbette, sadece onlar değil toplum önünde bir biçimde cezalandırılan nerdeyse herkes Atatürk’ün izinde olduğundan bahsediyor. “Yolunu şaşırmış” bir kadın, medya tarafından “kurtarılan” eski bir oyuncu ya da ağır eleştirilerle karşılaşan bir müzisyen bunu yapabiliyor. Kameralar önünde savcı olmak, “bu ülkenin örf ve adetleri, manevi değerleri”nden dem vurmak isteyen bu kadar çok insan olunca yapılan savunmalara şaşmamalı.

Toplumlar sürekli bir arınma ihtiyacı duyarlar, bunun karşılığı “bize” uymayanların reddedilmeleri ve cezalandırılmalarıdır. Bir tasfiye süreciyle karşılaşan her “suçlu”, o toplumun temel değerlerine atıfta bulunarak kendini savunur, adeta “sığınır”. Sadık bir vatandaş, fedakâr bir Türk veya gerçek bir Atatürkçü olduğunu anlatmaya çalışır. Bize özgü bir durum değil, hemen her toplumda benzer tepkiler yaşanıyor. Toplum önünde kendinden utanan insanların tutunma arayışları bu sonuçta.

Bu utanma halini izleyen savunmalar o kadar güçlüdür ki, sadece insanları, cemaatleri değil neredeyse tüm anlatı ve sanatları etkileyebilmektedir. Bir süper markette hırsızlık yaparken yakalanan üniversite öğrencisinin İstiklal Marşı'nı okuma gereği duyması sadece bir hınzırlık olarak düşünülebilir mi?. Lüks bir gece kulübünde peçetelerin havalarda uçuştuğu, masaların üzerinde dans edildiği bir anda birdenbire Onuncu yıl Marşı’nın söylenmesi, sadece eleştirerek geçiştirilebilir mi? Epey bir zaman önce Nuri Alço’yu sembolleştirerek kendilerince eylemler yapan, duvarlara onun adını yazarak medyada ilgi bulan NARO örgütünün internette “Ulu Önder Atatürk” diye başlayan bildiriler yayınlamasına ne demeli? Veya Nuri Alço’nun örgütten duyduğu rahatsızlıkla televizyonlarda ne kadar Türk, Müslüman ve mazbut olduğunu açıklamasına… Vakti zamanında abazan mizahı nedeniyle ünlenen “Internet Mahir”’in televizyonda ahlakçı ve milliyetçi konuşmaları olmuş, kazandığı paralarla Balkanlarda ve Kafkasya’da okullar yaptıracağını söylemişti. Derdim bu insanların milliyetçi, maneviyatçı ya da Atatürkçü olmadıklarını söylemek, onları deşifre etmek değil…Nerdeyse karnavalesk özellikler taşımalarına rağmen “ciddiyetle” karşılaştıkları an sarıldıkları argümanların altını çizmek.

Kendinden utanan sanat türleri de vardır, örneğin düşük maliyetli, ucuz nitelikli filmler böylesi bir utanma içindedirler. Üreticileri, kendilerini ve çalışmalarını anlatırken pedagojik bir titizlik gösterdiklerini, gençlere örnek olacak ürünler hazırladıkları söylerler. En azından asıl amaçları budur, ticari bir zihniyetleri yoktur vs… Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için politikayla ilgileri olmadığını da eklerler. Zaten aksiyon filmlerinde, vatanseverlik; politika ve politikacıların, maddiyatın, kariyerin, kişisel çıkarların daima üzerinde tutulur. Erotik film üreticileri ve dergiciler, kamu hizmeti yaptıklarından dem vururken, ısrarla laik ve çağdaş Türkiye vurgusunu kullanırlar. Mesele onların samimi olup olmadıkları değil, ideolojinin işleyişi gereği “hazır-kalıp” konuşmalar yapmaları.

Türk edebiyatının güçlü isimlerinden, siyasal romantik Mithat Cemal Kuntay, birileri “millet, hürriyet, menfaat, uhuvvet, hakimiyet” diye başlayıp “ecdada hürmet, aileye muhabbet, yadı şebabet, fikri mukaddes...” biçiminde nutuk atınca dayanamayıp “maskeni çıkar!” diye tepki verirmiş. Maskeye dair bir deyiş vardır, duymuş olabilirsiniz: İnsan uzun müddet maske taşırsa bir gün yüzü müdür maskesi midir fark edemezmiş

1 yorum:

  1. Mesele sadece kişisel değil. Sıradan insanlar ancak intihar ettiklerinde, çıldırdıklarında, öldürdüklerinde, öldürüldüklerinde vs haber olabilirler. Aynı mantık taşra için de geçerlidir. Hayatı bütünüyle İstanbul üzerinden yaşayan bir ülkeyiz. Son on yılın en büyük linç girişimleri hep küçük şehirlerde yaşandı. Ancak o büyük olaylarla hatırlanıyor küçük şehirler. O linç girişimlerini yapan insanlar eylemlerini nasıl anlamlandırıyorlar ki...

    hangi maske meselesi bitmez, retorik sorusu olmuş bence... maske bütünüyle kötü demiyorum ayrıca. kusuru olmayanın erdemi de olmaz denir ya...ne zaman ve kime karşı sorusunun cevabını veren çok feylesof var. Ben her zaman ve hayata karşı derdim. Selamlar, kolaylıklar

    YanıtlaSil