Cumartesi, Mart 04, 2006

Benim Adım Kırmızı Romanı: Katili Kolay Buldum!

(...) Benim Adım Kırmızı, çeşitli okumalara ve anlamlandırmalara açık olarak yazılmış bir oyun kitabı. Ama anadamar “Katil Kim?” sorusu etrafında gelişen bir polisiye kurgusu. Ben daha çok bu sorunun dışındaki ayrıntılardan zevk aldım. Çünkü katili çok kolay buldum. Bunu romanın yapısının sağladığını da belirtmeliyim. Çünkü polisiye öykülerde, bir kural olarak okuyucu, dedektifin / araştırıcının bildiğinden fazlasını bilemez. Oysa bu tür oyun metinlerinde okuyucu “Katil diyecekler bana”nın adını çok önceden tespit edebilir. Okuyucu, dedektiften (Kara'dan) daha avantajlıdır. Çünkü herkes - dedektifin ve katilin kendileri bile - olayları ona anlatmaktadır. Katil de bunun farkında olduğu için

Bir şeyi aklımdan bile geçirsem her şeyi anlarsınız. Bu da aranızda bir hayalet gibi gezinen adsız, hüviyetsiz bir katil olmaktan çıkarır da beni, yakayı ele vermiş, yüzü belirgin, kafası vurulacak bir suçlu durumuna düşürür”ü keyifle söyler. Okuyucudan “herşeyi düşünmeyeyim, kendime
birşeyler saklayayım: sizin gibi ince kişiler de ayak izlerine bakarak hırsızı bulur gibi,
kelimelerimden ve renklerimden keşfe çalışsınlar” (25) diye izin isterken oyunun kuralını da belirlemiş olur.

Katilin okuyucu olarak oyuna dahil olduğumuzu vurgulayan “aranızda..” sözü anlamlı. Kitaptaki her bölüm karakterlerin birinci tekil şahıs ağzıyla kendini anlatmasından oluşuyor. Yalnızca katil değil, hemen herkes hem kendini gizliyor - bize ve başkalarına karşı - hem de kendileri ve başkaları hakkında bizim için küçük ipuçları bırakıyor. Aslında katilin kim olduğunu belirsizleştiren ve oyunu güçleştiren de bu ayrıntı zenginliği. Yazarın oyunculuğu ve metnin yeniden üretmeye /
anlamlandırmaya yol açacak biçimde okuyucuyu yazarlığa zorlaması, istenen cevapların doğruluğu üzerinde bir güvensizlik yaratıyor. Böylelikle “Katil Kim?” sorusu salt bir polisiye arayış olmaktan çıkıyor.


Metnin yazarı kim? İpuçları bırakan ve her geçen sayfada bir önce söyleneni yalanlayan sözler, hem okuyucuyu yazarlığa zorluyor hem de yazarlığa zorlanan okuyucuya yazar Pamuk tarafından “saldırılıyor”. Bir ayrıntı bombardımanı yaşanıyor. Katil “benim Kelebek mi, Zeytin mi, Leylek mi olduğumu anlamanızı istemiyorum hiç” (116) dediğinde bile yazarın (katilin) “kandırabileceğine” dair bir kuşku mevcut. Hikâyenin gerçek kurbanı olan Kara'nın bile katil olabileceğini kim bilir kaç kişi düşünmüştür. Öte yandan karakterlerin samimiyeti, birinci ağızdan konuşmaları ve insanî özelliklerini açığa çıkaran olay ve vurgular okuru kahramanlarla özdeşleşmeye teşvik ediyor. Çünkü metnin diğer yüzü, okuru içine çeken geleneksel bir polisiye kurgusu; dramatize edilmiş bir aşk ve cinayet öyküsü herşeyden
önce: Bir dedektif, bir kadın, ölümler, cinayete sebep olan tamamlanmamış bir kitap, bir meslek grubunun iç dünyası ve güçlü bir katil. Soğuk bir kış, ıssız İstanbul sokakları ve fanatizmin korku saldığı bir atmosfer.


Ben katili çok kolay buldum
. Öncelikle herkes gibi üç nakkaşın ilk kez Kara ile karşılaştığı bölümlerde bir katil adayı belirledim. Sonra katilin her konuşması bu ipuçlarımı sağlamlaştırdı. İlk çıkış noktam katilin Hint Padişahı Ekber Han'ın yaptıracağı bir kitap için ülkesine davet edilmesiydi (91). Kaçma imkânı olan tek aday oydu. Bu Mayk Hammer'in evlenmeyi düşündüğü kadının ya katil çıkması ya da kötü adamlar tarafından öldürülmesi gibi bir kuraldır. Kurtulması en kolay olan ilk bakılması gereken katil adayıdır. Katil “...nakşettiğim harikaları takdir edecek kaç kişi var İstanbul'da” (119) diyerek yaşadığı yerden memnuniyetsizliğini de vurgulayacaktır. İki küçük ayrıntı; Bölüm başında Kara evine geldiğinde, kapı sesini duyunca katilin eli titriyor (91). Daha sonra nakkaşın cinayet sonrası elinin titrediğini öğreniyoruz (119). Bölüm sonunda katilin son sözü
Allahım sen bizi koru” (97) oluyor.

Tipik bir katildi aradığım, Eco'nun kör kütüphanecisi kadar değil elbet ama, hem Allaha karşı gelecek hem de yaptığından af dileyecek biri. Katilin bu ikili ruh hali nakkaşlıkta gizliydi. Enişte Efendi'nin deyişiyle nakkaşlıkta “nedamet getirip Allah'tan ve cemaatten af dilemek için kuvvetli bir dürtü vardır”. Kitaplar suçlular gibi gizli gizli ve çoğu zaman da özür diler gibi hazırlanır. “Dinsizlikle suçlayacak hocaların, vaizlerin, kadıların, şeyhlerin hücumlarına peşinen boyun eğmenin, bu bitip tükenmez suçluluk duygusunun nakkaşın hayalini hem öldürdüğünü, hem de beslendiğinden” söz eder. “Yıllarca çektiği korkulardan, nakkaş herkesten önce kendi kendini suçlayarak kurtulacağını sanır” (192). Romanın bütününden, hatta en başından dinin cinayet için önemli bir sebep olduğunu farkediyoruz. Katilimiz için din önemli bir med-cezirdir. Hem müşavirliğe soyunarak kendi resmini yapacak kadar meydan okuyacak, hem de Zarif Efendi' nin cenazesi sonrası “Benim gibi Allah'tan korkan biri hiç hesapta yokken katil olunca hemen alışamıyor'' diyecektir (115). Herkesten çok o ağlayacaktır. Hatta Enişte
Efendi'ye öyle yaklaşacaktır ki o “....bana dostlukla, bir çeşit saygıyla bakışı, sonra sarılışı - sarılmasını bilen adam iyi adamdır- öyle hoşuma gitti ki, bütün nakkaşlar, hattatlar arasında kitabıma en çok onun inandığını bir daha düşündüm” (109) dedirtecektir.

Bir ayrıntı daha; katilimizin Ester aracılığıyla Şekure'ye mektup gönderdiğini (102) ve diğer nakkaşların aksine (81, 90 ve 319) evli değil, bekar olduğunu öğreniyoruz. Bariz bir farklılık.


Diğer nakkaşlarca kurnaz (288) ve tutkulu (254) olarak tarif edilen iki ruhlu, doğudan göç etmiş bu katil hakkında Pamuk, okuyucuyu hem ayrıntıya boğacak hem de onu yine ayrıntılarla işaretleyecek sayısız ipucu veriyor. Enişte katile “ne doğru ne de şakacıdır senin kaleminin gösterdiği şey” (195) derken daha sonra Üstat Osman'ın nakkaşlarını anlatacağı ayrıntılı bölümün anahtarını da sağlıyor. Öte yandan Üstat Osman'ın nakkaşları gerçek isimleriyle anlattığı bölüm katil adaylarından birini imkânsızlaştırıyor. En azından hem romanın gelişimi, hem de minyatür tarihi içindeki önemi itibarıyla nakkaşlardan birinin bu cinayeti işlemesi zorlaşıyor. Üstat Osman'ın aşkla söz ettiği kelebek kirpikli, güzel Hasan Çelebi, Nakkaş Hasan Paşa olarak ünlenecek, Sicil-i Osmani'deki kayıtlara göre 1622 yılının Ramazan ayma kadar yaşayan bir nakkaştır. Nakkaş Hasan, çalışmalarından birinde handiyse Pamuk tarafından da böyle yazılırdı denecek türden anlatılıyor. Muhtemelen 1597 yılında resimlenen ve Eğri Fetihnamesi veya Şahname-i Sultan Mehmed III adını taşıyan eserin son sayfasındaki kayıtta, bu eseri resimleyen nakkaştan eserin yazarı Talikizade şöyle söz ediyor:


Bu nazmı yazan aciz, Cebrail'in tebrikine layıktır. Arap ve Acem bunları görse dilleri tutulur. Bir mücevherin alınıp, satıldığı pazarı vardır; sıracanın da alıcısı bulunur. Özellikle şahsiyetinde Bahzad gibi üstadlık olan Hasan isimli sanatkâr benim bu şirin sözlerime daha da tat verip, nazmımı şekillerle süsler. Herhangi bir meclisi çizip şekillendirdiği zaman, âşıklar keyiflerinden canlarını verirler. Eğer heybetli bir pehlivan resmi yapsa görenler korkudan sırtüstü düşer. Güneş resmi çizse halk sıcaklık duyar. Çimen çizse kudret ve neşe verir. Bir kâğıda gülistan resmi yapsa, bunu gören bülbül ağlayıp feryat eder. Eğer Leyla'nın mevzun boynunu çizse nice âşıklar Mecnun gibi gözyaşı dökerler. Bu en manalı ve gönül açıcı resimlerdir ki padişah onu beğenir, kabul eder, dünya içinde ay gibi parlar, gizli olan geceyi gün gibi ışıldatır.


Aslında Nakkaş Hasan'ın yaşamış bir kişilik olması bir yana, romanda katil olamayacak kadar sağlıklı bir kişiliği de var. Nakşetmiyorsa güzel kalçalı karısıyla deliler gibi sevişiyor, eğlenerek ve gülerek çalışıyor (81). Ona göre, “Allah, nakşın bir şenlik olmasını istemiştir ki, âlemin de bir şenlik olduğunu bakmasını bilene göstersin” (83). Bu coşkulu adam, cenazede Enişte'nin yanına sokularak “her zamanki ateşli haliyle” paldır küldür cinayeti konuşur: “Bu işi Zeytin ile Leylek yaptılar dedi. Benim rahmetliyle aram olmadığını herkes gibi onlar da çok iyi biliyorlardı, herkesin bunu bildiğini de biliyorlardı” (110-111). Böyle bir adam katil olamaz. En azından ince ince nakşeden Pamuk'un katili bu kadar açık veremez. Her şeyden önce katilin “eski hayatına hiç karıştırmadığı alaycı ve hain ikinci sesi” (115) taşıyamayacak kadar heyecanlı bir adamdır Nakkaş Hasan.


Üstat Osman'ın en yakın rakibi gördüğü ve ısrarla onu katil olarak gösterdiği, neredeyse hiç acımadığı (275, 382 vd) Nakkaş Mustafa Çelebi ise yine aynı tarihsel verilere göre Üstat Osman'ın 1595'te yerini alan Nakkaş Abdullah Lütfi'ye denk düşüyor. Bunu Nakkaş Abdullah olması gerektiği için değil, metinde Üstat Osman'ın yerine Başnakkaş olduğu için söylüyorum. Biliyorum Pamuk oynuyor. Hem gösteriyor -doğru ya da yanlış- hem de gülüyor. Yazar dediğin yalancı değil midir?


Katili mimleyen ince bir kanıt daha: Matrakçı Nasuh ve Levni kadar büyük bir nakkaş olan Üstat Osman'ın neredeyse her söylediği katilin turnesol kâğıdı:


Nakkaşın resmini yaptığı konuya benzeyeceğini düşünmek ne beni ne de usta nakkaşlarımı hiç anlamamaktır (...) bir atın öfkesini ve hızını resmederken kendi öfkesi ve hızını nakşetmez ressam; en mükemmel at resmini yapmaya çalışarak, dünyanın zenginliğine ve onu yaratana duyduğu bir aşkı, bir çeşit yaşama aşkının renklerini gösterir o kadar” (302) .


Elbette ki, Üstat olması gerekeni anlatır. Meddah'ın diliyle konuşan ağacın dediği gibi “Ben bir ağacın kendisi değil, manası olmak istiyorum” (63) da nakkaşlık için bir başka idealdir. Atın resmini çizen nakkaşların niyetleri hep farklıdır. Nakkaş Mustafa “bir at resmi çizerken ancak kendim olabilirim” (317) diyecek kadar hesaplı, yükselme arzusu içinde biridir. Baruthaneli Nakkaş ise “at resmini nakşederken harika at resmi nakşeden başka bir nakkaş olurum” diyerek üslup yaratan en parlak, en hünerbaz nakkaş olmaktan çok o üslubu sonsuza kadar yalnızca taklit edip mükemmelleştiren, cilalayan nakkaşlığa (194) özenir. Gerçekten- de üstat Osman'ın çığırında nakşedecek bir nakkaştır, Hasan Paşa. Katilin sözü (315) ise Üstat Osman'ın “ol(a)maz” dediğidir: “Harika bir at resmi çizerken o harika at olurum ben”. Katil, Meddahın alayla anlattığı biçimde (150) “Çinli üstatlar gibi kendini çizdiği şey” sanmaktadır.


Hâsıl-ı kelam, hem Pamuk'un “üslubundan” hem de diğer adayların katil olabilme imkânlarından yola çıkarak katil kolaylıkla tespit edilebiliyordu. Bunun için biraz polisiye biraz tarih türünden metinlerarası bir oyunseverlik, bir “nedime usulü” gerekliydi. Zevk aldım. Dedim ya katili kolay buldum!

[Yazı, daha önce yayınlanmamış, romanın yayınlandığı yılda, 1998'te yazılmıştır. Sayfa numaraları ilk baskıya göre verilmiştir.
]

3 yorum:

  1. Tam aradığım yazıydı. Ben katili bulamadım. İpuçlarını araştıran birisini aradım sizi buldum şükür. Ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Muhteşem bir şaheser okuduğum en guzel romanlardan bir tanesi katili çok merak ettim çok zevkle okuyordum o sırada bizim edebiyat hocamız sınıfta söyledi ve ben çok üzülmüştüm ama öylede heyecanım gitmedi katıl zeytindi yanlış hatirlamiyorsam

    YanıtlaSil
  3. Bu yazıdaki ipuçlarının bir çoğu, katilin üç nakkaştan biri olduğunun tam olarak anlaşıldığı bölümlerden önce geliyor. Sanırım ikinci bir okumada yakalanmıştır.

    Bariz ipucu, bitime 14 bölüm kala, katilin ilk kurbanı Zarif Efendi'nin üzerinden çıkan at resminin burunundaki hatadan yola çıkarak yapılan araştırmada, katili bir at nakşettirmeye zorlayıp aynı hatayı yapması umularak sahte bir "at çizme yarışması" düzenlendiği bölümlerde veriliyor. Nakkaşlardan biri bu ani yarışmadan hiç şüphelenmeyerek “Niye renk sürmüyoruz, en iyi ben renk çekerim diye mi?” diye tasalanırken, ikincisi yarışmayı baş nakkaş seçilmenin bir yolu sanarak kazanmak için hileye başvuruyor ve görmezden gelmesi için Bostancıbaşı'nın adamına rüşvet veriyor. Katil ise daha başında “Bu işin içinde kanımla canımla ödeyeceğim bir düzen, bir oyun olabilir mi?" diyerek yarışmadan şüphelenip, tam atın burnunu çizdiği anda "“Burnunu yavaşça -kararsızlık etme- döndüm” diye düşünerek duraksıyor.

    Ben de"katili çok kolay buldum" diye iddaa etmeyeceğim, çünkü ilk okuyuşumda romanın zenginliği başımı döndürmüş, hiç ipucu arayacak kafa bırakmamıştı. Bu yazdıklarımı yaklaşık 20 yıl sonra ikinci okuyuşumda dikkat edince yakaladım. Bu konuda yazan biri var mı diye baktım ve bu güzel yazıyı buldum, ki yazarı katili çok daha derinlere bakarak bulmuş.

    YanıtlaSil