Perşembe, Mart 02, 2006

Kapitalizmin Yeni Dinleri: Reiki vs..

(...) Din, toplumsal örgütlenmenin en hayati parçalarından biridir, onun etkilerini azaltan ise malumunuz modern ve seküler yaşam biçimidir. Modern hayatın içinde dine ilişkin pratikler sürekli biçim değiştirirler. Din, çalışma koşullarına uyarlanmış olarak yaşanır. Bizde de, cuma ve bayram namazlarına, ramazanda oruç tutmaya endekslenmiş, eni konu “güdük” kalmış bir Müslümanlığın yaşandığını söylemek yanlış olmaz.

Marx’ın din için söylediği kitlelerin afyonu deyişi çok popülerdir ama bağlamından kopuk okunduğundan o da güdük kalmıştır. Örneğin hemen öncesinde yine din için zikrettiği “Kalpsiz dünyanın kalbidir” deyişi pek bilinmez. Mesai saatleri, düşük ücretler, sürekli planlama ve rekabet içerisinde geçen modern hayatın içinde din birçok insan için hâlâ “sığınak” işlevi görüyor. Seküler ve pozitivist bir eğitimden geçmiş olmak bu durumu değiştirmiyor. Modern dünyanın insanı dine alternatif olabilecek bir inanç sisteminin arayışı içerisinde. Bu alternatifler ise genellikle egzotik ve çok bilinmeyen kültürlerden devşiriliyor. Budizm ve Uzak Doğu’nun yerel kültürel motifleri bu alternatiflerin en çok rağbet görenlerinden. Bu, komşunun tavuğu komşuya kaz görünür atasözüyle de açıklanabilir. Söz konusu öğretiler, Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi büyük dinlere uyum sağlayabiliyorlar. Devşirilen inanç sisteminin, hem coğrafi hem tarihsel hem de kültürel olarak, uzun mesafeler katederek gelmiş olması, onun yerel kültürlere uyumlu hale getirilmesini kolaylaştırıyor. Çünkü bu “uzun yolculukta” özgün biçiminden, “tabularından” sıyrılarak yeniden biçimlendiriliyorlar.

Türkiye’de epey bir zamandır uzak doğu’dan ithal edilmiş, kendilerini din olarak işaretlemeyen ama ilke ve pratikleri itibarıyla dine çok yakın duran öğretiler dolaşımda. Çeşitli kursları, seminerleri, toplantıları ve yayınlarıyla kamusal alanda var olsalar da, bu yeni dinlerin müritleri, birer “mason” edasıyla, kendilerini ve inançlarını uluorta deşifre etmekten kaçınıyorlar. Bilge, vakur ve suskunlar. Buna rağmen kullandıkları tercüme dilden kimi deyişler, gündelik dile sirayet etti. Sinerji, olumlu/olumsuz enerji, sevgi göndermek, sezgilerin gücü gibi birçok ifade mizah dergilerinden futbol yorumlarına, aşk ilişkilerinden meclis nutuklarına kadar kendine yer bulmuş durumda.

Uzak doğu kökenli yeni dinler arasında en yaygın olanı, sözcük anlamı “evrensel yaşam gücü enerjisi” olan Reiki. Müritleri, ısrarla Reiki’nin din olmadığını söyleseler de, o bir inanç sisteminin amentüsünü oluşturan tüm unsurlara haiz. İbadet biçimleri, kutsal kişileri, duayı andıran sözleri, ritüelleri, günah ve sevap anlamında doğruları-yanlışları… En önemlisi ruhu ve bedeni huzura kavuşturma vaadi. Bu vaadin cazibesine kapılanlar, metropollerde yaşayan, okur-yazar ve kariyer sahibi kişiler. Gerekçe olarak, modern kesimin ruhani arayışlarına, ne mahalle camii imamının vaazları, ne de Yaşar Nuri Hoca’nın Protestan-Müslümanlık yorumlarının cevap verebilmesi gösterilebilir.

Reiki, kentli nüfusun büyük bölümünün inanma, yönlendirilme, şefkatle sarmalanma/bilgece cezalandırılma arzusuna karşılık geliyor. Süper-egoya duyulan ihtiyacın, kaybolmuşluk hissinin telafisine yönelik bir arayışın ürünü. Reiki’nin kurucusu sayılan Mikao Usui, İsa’nın yarattığı mucizelerin sırrını çözme iddiasıyla yola çıkmış. Hıristiyanlık ile Budizmi harmanlayan bir öğreti oluşturmuş. Bugün Reikiciler de hastalara şifa, inançsızlara inanç, ümitsizlere ümit ve katı yüreklilere sevgi dağıtmak iddiasındalar. Sezgilerin güçlendirilmesi, günlük hayatın gerginliklerin arınma, ruhun huzura kavuşturulması, bencillikten uzaklaşma da Reiki’nin vaatleri arasındadır.

Reikicilerin kendilerini bir dinin müritleri olarak ortaya koymamalarının bana göre iki temel nedeni var. İlki, Müslüman bir toplumda oluşabilecek tepkilerden uzak kalmaya çalışmaları ve belki de daha önemlisi yasal bir kovuşturmadan çekinmeleri. İkincisi ise Reiki’nin bir din olduğuna bizzat kendilerinin inanmamaları. Bunu sebebi ise modern toplumun rasyonel bireyleri olarak, taassup çağrıştıran bir öğretinin etrafında örgütlenmiş olmayı kendilerine yakıştıramamaları, “şık” bulmamaları.

[14 Kasım 2003, Milliyet Popüler Kültür]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder