Pazartesi, Aralık 08, 2025

Sahaflar

En az yetmiş yıl önce üretildiğini düşündüğüm bir gravür geçti elime. Muhtemelen bir öğrenci işi, ince ama tereddütlü çizgiler taşıyor. Taş duvarlı dükkânları ve ağaç dallarıyla gölgelenmiş avlusuna bakılırsa, Sahaflar Çarşısı’ndan ilham alınarak çizildiği aşikâr. Ressamın eli ürkekmiş; çekingenliği, çizgilerinden sızıyor. Tam da bu yüzden sevdim belki.

Sadece hoşuma gittiği için almadım. Nadir Kitap’ın olmadığı zamanlarda, İstanbul’a her gelişimde mutlaka uğradığım yerlerden biriydi burası. Yirmili yaşlarımın başında, sıcak bir yaz günü; kendimi çok çaresiz hissettiğim bir dönemdi. Orada öylece oturup o “manzaraya”, kitaplara, gölgelerin yer değiştirişine, ağır ağır dolaşan insanlara, zamanın yavaş akışına uzun uzun bakmıştım.

İnsanın her üzüntüsü zamana yeniliyor. Ne kadar büyük olursa olsun, gücünü kaybediyor. Elbette bir tortusu kalıyor; biz de konuşa konuşa, yaza yaza onu bir klişeye dönüştürüyoruz. O yıllarda “yazarak yaşamak” benim için gerçekleşmesi güç bir dua gibiydi.

Önümdeki tek gerçek ihtimal, beyaz yakalı bir işe girip hayata karışmaktı. Kendimden, yeteneğimden, kapasitemden şüphe duyuyordum. “İyi değilsin, vasatsın, senden çok var” denilmesinden korktuğum için yüzleşmeyi erteliyordum. Üniversite bitmek üzereydi ve yazmak, çocukluktan kalma bir inat gibi geride kalacak sanıyordum. Durup durup içleniyordum.

Sahaflar Çarşısı’nda tek başıma, cebimde çay ve simit parasından fazlası yokken, ne yapacağımı düşünmüşüm. Yıllar sonra bu gravürü elime aldığımda, sanki resme bakan ressam değil de benmişim gibi geldi. Belki de gravürü değil, o günkü hâlimin hayali sıkıntısını satın aldım. Kaybolacağını sandığım yarım nefesi…

Çarşı V1, by LeCe

Çarşı V2, by LeCe

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder