Oysa reel tıp ve psikoloji literatürü, sıradan bir okurun
rahatça kavrayamayacağı kadar karmaşık. Üstelik her birimiz farklı genetik
kodlara, farklı hormon dengelerine sahibiz. Farklı sınıfsal koşullarda
yaşıyoruz, farklı travmalarla yüzleşiyoruz. Bu gerçeklik çok katmanlı ve
yorucu.
Buna karşılık bu tür metinler, üç dört sözcükle meseleyi “çözüyor”:
“Şu hastalık işte şu duygu”. Akılda kalıyor, paylaşması kolay ve anlamakta
zorlandığımız dünyaya karşı bize cep kitabı boyutunda bir kılavuzluk sunuyor.
Galiba asıl önemlisi, sıkıntılarımızla ilgili bir kontrol
yanılsaması üretmeleri. “Eğer hastalıklarım duygularımla bağlantılıysa, demek
ki düzeltme şansım var” hissi veriyorlar. Hal böyle olunca, genetikle,
ekonomiyle, çalışma koşullarıyla, hayata dair rastlantılarla uğraşmaktan çok daha
kolay ve katlanılır bir tablo çıkıyor karşımıza.
Bir de işin sağlık sistemi tarafı var. Beş dakikalık muayene,
ezbere yazılan ilaçlar, kimsenin kimseyi gerçekten dinlememesi insanları ruhen hırpalıyor.
Bu zeminde, “beden ile ruhu birlikte okuyoruz” iddiasıyla sahneye çıkan
listeler cazip görünüyor. Elbette eylemlerimizin psikosomatik boyutları yok
değil; var. Ama karşımıza çıkan şey, bu ilişkinin karikatüre indirgenmiş hali.
Verilen mesaj kabaca şöyle: “Başına gelenlerin bir anlamı
var, düşüncelerini değiştir, hastalığın geçsin.” İnsanın içinden "oldu canım, hemen değiştiriyorum" demek
geliyor. Böylece çalışma koşulları, çevre kirliliği, yoksulluk, sağlık
politikaları buharlaşıyor. Hem “yanlış düşüncelerim” yüzünden suçlanıyorum, hem
de bana bunun üzerine bir “çözüm” satılıyor.
Psikosomatik tıp diye bir alan var ve kimse onu
konuşmuyor; onun yerine burç yorumlarını andıran, yarı mistik yarı pop-psikolojik
ahkâm kesmeler dolduruyor ortalığı. Ucu açık, yuvarlak cümleler okuyoruz: Çok
kişiselmiş gibi görünen ama aslında herkese uyabilecek kadar geniş ifadelerle
dolu metinler.
Psikolojide bu durumu çok iyi anlatan matrak bir deney
vardır. Öğrencilere aynı kişilik analizi metni verilir, ama her birine “bu sana
özel hazırlandı” denir. Sınıfın büyük çoğunluğu metni okuyup “beni çok iyi
anlatıyor” der. Öğrenciler kendilerine uyan kısımları seçer, gerisini görmezden
gelir ve “Vay be, nasıl da bildi!” diye etkilenirler. Genel lafları kişisel
kehanet sanma eğilimi tam olarak budur.
Amerikalılar buna Barnum etkisi diyor. Adını da 19.
yüzyılda yaşamış ünlü madrabaz P. T. Barnum’dan aldığı söylenir. Ona atfedilen meşhur
cümle malum: “Her dakika bir enayi doğuyor.” Bu tür listelerin popülerliği,
biraz da bu cümlenin hâlâ ne kadar çalıştığını gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder