Perşembe, Mayıs 22, 2025

Pızıtıf bik bik

Yazmıştım, devam ediyorum. Şimdiki zamanın sahiden en ağır baskılarından biri olabilir, konuşmalarımızı, beğenilerimizi, ihtiyaçlarımızı belirleyen “mutlu olma” baskısından söz ediyorum.  Mutluluk, bir ruh hali veya içsel bir deveran falan değil, bir ürün gibi pazarlanıyor biliyorsunuz, eksiklik hissiyle bir deneyimi yaşamaya sevkediliyoruz. Bitimsiz bir “kendini geliştirme” vaadini ise hiç saymıyorum.

Mutsuzsanız eğer “şunu yapmalısınız” ancak o zaman mutlu olabilirsiniz denebiliyor, inanıyoruz, mutluluk bireysel bir karara indirgenebilir bir şey değil ki cümlesi, bu kadar basit bir akıl yürütme akla dahi gelmiyor. Öyle çok tekrar ediyor ki, bir bakıyoruz, hepimiz aynı yolda yürüyoruz, “yahu bu adam külyutmazdı, nasıl düştü aramıza?” diyemiyoruz, şaşırmıyoruz, normal buluyoruz. Mutlaka mutlu olmalıyız.

Sevdiğim bir arkadaşım, matrak olsun diye, şekspiryen bir tonla “sinsiii kapitalizm” diye söze girerdi, bana Türkleri kandıran sinsi Çinli klişesini çağrıştırdığından yaptıkları daha da komik gelirdi. Sinsi ya bu kapitalizm, yoksa biz iyiyiz…Kanar mıyız yoksa biz? Haksız mıyım Mıstık abi?

Byung-Chul Han, modern insanın artık dış baskılarla değil, kendi içindeki başarı ve mutluluk zorunluluğuyla ezildiğini söylüyor. Bu yüzden her birimiz “özne” değil, birer “proje”yiz. Kendimize yatırım yapıyoruz. Sabah erken kalkıyor, spor yapıyoruz, çelik gibi irademizle şekersiz yaşıyoruz, gülümseyerek pozitif bakıyor, haftalık hedeflerimizi birer birer tamamlıyoruz… Ve en sonunda, “iyi hissetme hakkını” kazanmayı hakediyoruz. Ama kazanamıyoruz. Çünkü sistemin ödülü yok. Sadece ötelenmiş vaatleri var.

Bauman, yaşadığımız çağı geçicilik, istikrarsızlık ve zamanın akış hızıyla değerlendirir biliyorsunuz…Mutluluk da kaçınılmaz olarak devamlılık göstermeyen bir “aralıktır”, o yüzden onu kaçırmamak için cebelleşiriz, bu yüzden ticarileştirilir ve bir ödeve dönüştürülür.  Oysa biliyoruz ki, mutsuzluk da mutluluk kadar insani, yaşamsal bir haldir. Hatta daha sahici ve daha öğretici bile olabilir. Hayal kırıklıkları bizi dönüştürebilir, içimize baktırabilir… Mutsuzluk olmasa mutluluğu da tanıyamazdık.

Mutluluk zalimleştirildi, sahiden olan bu… Her şeyin “iyi hissetmek” olduğu bir dünyada, kaçınılmaz olarak hissizlik başlar.

Siyaseten romantik çıkışları sevmiyorum ama  “iyi hissetme” zorunluluğu, insanları yıkımına sebep olacak gibi geliyor bana…  Delirdiğimizi düşünüyorum. Bir yandan aman “negatif” olmayalım, toksik ilişkilerden kaçınalım şu bu… Diğer yandan “verimli olma ve mutlu olma zorunluluğu” öz-yıkımdan başka nereye varabilir ki… 

Kendimizi yönetiyoruz, doğru çalışıyor ve gülümsüyoruz, mutluluğu bozan kişi değiliz.. Çok güzel, aferin bize…

İleride, mutluluktan performans sanatı olarak bahsedilecek, ondan artık eminim. 

2 yorum:

  1. Açık söyleyeyim, son zamanlarda okuduğum en bana hitab eden yazınız oldu. Bunlar düşündüğüm ve haftalık analize de götürdüğüm konular, iştahla okudum, kendi adıma teşekkür ederim.
    Sırf şu cümle bile beni uzun uzun düşündürecek: Her şeyin iyi hissetmek (üzerine) olduğu bir dünyada, kaçınılmaz olarak hissizlik başlar. Hissizliğin öncesinde aslında mutsuzluk başlıyor. Mutlu olamama mutsuzluğu. Sürekli mutluluk beklentisi, haliyle "başarısızlık" ile ilişkilendiriliyor çok haklısınız. Başarısızlık da sürekli hale geldiğinde hissizlikle bir nevi herşeyin sonu olan nihilizmle ilişkilendiriliyor. Zweig "hayatın kendisini, hayatın anlamından daha çok sevin" derken (ve buna uyamazken) de bunu kastediyordu sanırım: anlam arayışı, bir süre sonra anlamsızlığa dönüşüyor.
    Anlık mutluluk (neşe diyebilir miyiz) ve anlık hüzün (üzüntü) arasında gidip gelen bir Foucoult sarkacı gibi o zaman hayat, kendi içinde sonsuz bir dengesi var. "Çok güldük, şimdi ağlayacağız" korkusu vardır ya bizim kültürümüzde, o da aslında bu dengeyi içgüdüsel olarak kurma isteği olabilir.. Çok haklısınız, bu çağda bu dengeyi yitirdik biz...
    İşim gereği insanlara "mutlu olmayı" öğretmeye çalışıyorum ve bunu da ancak "mutsuzlukla barışarak" başarabiliyorlar, evet mutsuzum ve bu da geçici bir duygu dedikleri an, mutlu olmaya başlıyorlar. Çünkü bir performans yükü kalmıyor üstlerinde.
    İnsanın doğal hali, ne mutlu ne de mutsuz olduğu, sakin bir haldir ve asıl "huzur" sanırım bu orta noktada. Tabii bu orta nokta bir nevi "hissizlik" noktası da olduğu için, kolay kolay fark edilmiyor değeri..
    Tekrar teşekkürler, çok benzer düşünceler içinde olduğum bir dönemde iyi geldi bir blogdaşın da aynı yollarda yürümekte olduğunu okumak.
    Sizden bir de "başarı" konusunda fikirler alsak? :))))

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler, mutluluk bahsinde en azından bu aralar lafım çok... "Başarı" da ondan payını alabilir :)) Çok selam

    YanıtlaSil