Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşıma bunları anlatmıştım, o da dedi ki, bu dediklerin editörlük için değil her iş için geçerli, ön şart bunlar... Senin anlattıkların bilgiyi işleme becerisi, işbirliği yapmak demek filan diye başladı, konuştuk durduk. Konuşma, çalışma biçimleri ve o deneyimlerle farklı mecraları karşılaştırmak üstüneydi, o yönde de gelişti...
Altı yıldır sadece senaryo yazarak hayatımı sürdürüyorum, başka bir sektörden insanlarla çalışıyorum, işbirliği içindeyim filan... Akademideydim, kitap-yayın dünyasında çalıştım, şimdi de dizi ve film işleri diyelim oralarda geziniyorum. Böyle olunca farklı disiplinlerle ve çalışma alışkanlıklarıyla karşılaşıyor, tanışıyor ve öğreniyorsunuz. Öğrenciydim "hoca" oldum, "hocaydım" öğrenci oldum, "yazardım" editör oldum, editördüm "yazar" oldum gibi gibi...
Arkadaşım ne hissediyorsun, farklı olan ne diye sordu...Ona anlattıklarımı özet geçeyim.
Ne tarafta olursam olayım, hep şu aklımdaydı, çalışırken-iş sürerken karşımdakini-muhatabımı bekletmemeliyim, mutlaka cevap vermeli, çözüm bulmalı, açıklayıcı olmalıyım. Çalışıyorsam kimseyi yormamalıyım, birlikte çalışıyorsam işi geliştirmeliyim...
Yanlış anlaşılmasın, olağanüstü bir şey değil bunlar, doğrusunu ve olması gerekeni anlatıyorum, diğer yandan karşımdakinden-muhatabımdan aynı ihtimamı görmeyebileceğimi, ihtimal olarak böylesi bir asgari tutumla karşılaşmayabileceğimi bilecek bir yaştayım. Genel olarak görmüyorum da... Memleket de cevap verme nezaketi sıfır ölçüsünde, ne istediğini tarif edebilen insan sayısı en az onun kadar az.
Özellikle rekabetin yoğun olduğu, riskli ve kaotik ortamlarda insana değil işe saygı gösteriliyor, ya da makama...Yani siz yaptığınız işlerden dolayı, biricik ve benzersiz sayılabiliyor veya "senden çok var" muamelesiyle karşılaşabiliyorsunuz... Başınız dönebilir veya kahrolabilirsiniz demek istiyorum... İkisine de kanmamak durumundasınız. Yoğun olarak taciz ediliyor, ısrar ve iştahla karşılaşabiliyor, büyük itibar görüyor sonra o peşinizdeki insanların kaybolduğuna şahit olabiliyorsunuz. Sakin ve sabırlı olmak zorundasınız.
Arkadaşım çalışanların profillerini merak ediyordu, kimlerle ne kadar uyumlu olduğumu öğrenmek istiyordu. Daha doğrusu karşılaştırma yapsam hoşuna gidecekti. Yaptım zaten...
Genel olarak editörleri "donanımlı" bulurum, bence kültür sanat dünyasında karşılaştığım en potansiyelli insanlar onlardı... Hızlı, öğrenmeye açık ve üretkenlerdi. Zamana karşı çalışmak yaptığımız işleri doğrudan etkiliyor. Dizi dünyasının temposu ve süratlenebilme mahareti bu yüzden çok hoşuma gidiyor. İş bitirme hızları, uyum sağlama becerileri hayli yüksek...Entelektüel iddiaları nerdeyse yok ve hedonist bir topluluklar. Senaristler örneğin, edebiyat dünyasının "yazarları" gibi yaşamıyorlar, o bana ayrıca ilginç geliyor.
On iki sene üniversitede kaldım, belki büyük üniversitelerde çalışmadığımdan olabilir, bir akademisyen olarak "nitelikli" olduğumu düşünmüyor(d)um, ondan da olabilir, iyi akademisyenlerle mesaim olamadı yani, mutsuzdum...bunlar değerlendirmelerimi illa ki etkilemiştir... Akademisyenleri zor üreten, kolay tepki veremeyen, esneklik gösteremeyen "ağır" bir topluluk olarak görüyorum. Sakin kalmak, aktüele kapılmamak önemli bir güçtür ama akademisyenlerimiz hem sakin değiller, hem de aktüele kapılıyorlar, üstelik kendilerine çok hayranlar, hayranlıklarını çoğaltacak vakitleri de bol... Zorunluluklar dışında üretmemeleri, öğrenmemeleri bana oldum olası garip geliyor.
Ha hangisi daha iyi diye düşünmedim, mutlu olduğum işleri yapmak istediğimden doğru yerdeyim, her işin ve her üreticinin iyisi kötüsü, özenlisi lakaydı oluyor, çalışmak başetmeyi öğrenmeyi gerektiriyor... Yoksa genel olarak gezintimden memnunum, hep yazıyorum, insan "kötü film seyrederek de bir şeyler öğreniyor", kötü roman, kötü tez okuyarak da...yazarak da...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder