Karnı acıkmasa, karısının balık pişirdiğini bilmese, ilk
durakta inip o rezaletin olduğu yöne doğru gerisin geri yürüyecek, o çember
çeviren kızı saçlarından çekerek yerlerde süründürecekti. “Yaparım, gözümü
kırpmadan yaparım,” diye söylendi, otobüsün içinde sesini yükselterek handiyse
bağırdı: “Hula-Hop da neymiş?”
**
Hürriyet gazetesinde Hula-Hup hakkında bir yazı görünce
neredeyse çayını dökecekti. Bir doktor köşesinde tavsiyelerde bulunuyor, Hula-Hup’u
saatlerce çevirmeyiniz diyordu. Burhan Bey, gözlerine inanamadı, hiç
çevirmeyiniz demiyordu da… Yemekten sonra yapmayınız ne demekti? “Adam, niye çeviriyoruz
onun bir cevabını versene,” diyerek koltuğunda zıpladı. Gazeteyi paralayacaktı,
okumaya devam etti: “Çemberin içinde eğilip kalkmayın, lumbago ve bel fıtığı
bundan oluyor.” Burhan Bey, o kadar sinirliydi ki, “Lumbago nedir Allah’ın
adamı, dayının yeğeni midir, komşunun evlilik çağına gelmiş kızı mıdır? Vücut
sağlam olsa kaç yazar, ahlâk çöktükten sonra…” “Adamın çaldığı türküye bakın,”
diyordu, “tansiyonu yüksek olanlar hiç başlamasın.” Yok bir de başlayacaklardı.
Bize gazete diye verdikleri paçavrada yazı neşreden muharrirler bunları
yaparsa, ahali neler neler yapmazdı.
Müzeyyen Hanım, kocasının kızarıp bozardığını görünce, “Yine
mi Hola-hop Burhan?” dedi. “Yahu hanım, etme eyleme.” Elleri titriyordu, “Mevsimlere
göre zıp zıp oynamayı, topaç çevirmeyi, uçurtma uçurmayı anlarım. Herkesin
beğendiği mahalli rakslarımızı, yabancıların hayranlıkla, takdirle
seyrettikleri zeybek oyunlarımızı da hatırlatırım. Hula-Hop nedir Müzeyyen?”
**
“Genç kızlarımız illa şuralarını buralarını
kıvıracaklarsa, sorarım sana çiftetelli neyimize yetmiyor?” Müzeyyen Hanım
oralı değildi, aklında akşama yapacağı zeytinyağlı fasulye vardı, artık bu
mevzudan gına geldiğinden lafın gerisini dinlememişti. “Yahu adam, sana ne elâlemin
kızından, kadınından, anası babası düşünsün… Amman canım,” diyerek mutfağa
yöneldi. Burhan Bey, sadece karısına değil, herkese kızıyordu. Kimbilir kaç yıl
çalışıp didinerek tıbbiyeyi bitirmiş bir doktor, gazetedeki köşesinde meseleyi
lalettayin geçiştiriyordu. Sadece o mu? Vali hazretlerine meseleyi anlattığında
başına gelenleri düşünüyor, gözleri doluyordu. Fahrettin Kerim Gökay, onu
dinlemiş “Daha mühim meselelerimiz var,” diyerek yürüyüp gitmişti.
Burhan Bey, anlayamıyordu, ağaç yaşken eğilir, balık
baştan kokar diyen atalarımız boşuna mı konuşmuşlardı! Genç kızlarımızın çember
çevirmesinden daha mühim ne olabilirdi? O genç kızların kalçalarını kıvır kıvır
kıvırmalarını normal karşılarsak, yozlaşmaya davetiye çıkarmaz mıydık? Bunu
yapan kızların bikini giymeyeceğini, rokunrol denilen dansı yapmayacağını kim
garanti edebilirdi? Daha mühim mesele neydi? Yeni apartmanlar, yeni asfalt
yollar yapmak mı? Ruhumuzu, iç huzurumuzu kaybettikten sonra o betonarmelerin,
yollara atılan ziftin ne hükmü vardı?
**
“Hepsini geçtim ,
sokak ortasında yakışmıyor,” dedi karısına. Müzeyyen Hanım’ın kulağı radyoda
çalan şarkıdaydı, kocasını yine geçiştirdi: “Ayol bize ne, bırak kıçı çıksın,
kolu çıksın, bağırsakları düğümlensin kıvırmaktan.” Burhan Bey, lahavle çekerek
susmayı tercih etti, tek bir cevap vermeden odasına girdi. Bir şey yapmalıydı.
Gece yarısı aklına gelen fikirle uyandı. Daha önce aklına
gelmediği için hem utanıyor hem de geç de olsa akıl ettiği için seviniyordu. Gün
ışıyana kadar gözünü kırpmadı.
Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gittiğinde, bir ihbarda bulunacağını
söyledi: “Komünistler evladım, komünistler hakkında ihbarda bulunacağım,” dedi.
Çevresindekiler hafiften duraladılar ve amirlerini beklemeye karar verdiler.
Karşılarındaki adam hali vakti yerinde, aklı başında, okumuş birine benziyordu.
Burhan Bey, kendiyle gurur duyuyor, birazdan söyleyeceklerini düşünerek mutlu
oluyordu. İstanbul emniyet müdürünün karşısına çıktığında kısa ve tok bir
ifadeyle başlayacaktı konuşmasına. Öyle de yaptı.
“Hula-Hop, bir komünist tertibidir,” dedi. Karnını içeri
çekmişti, neredeyse hazır olda duruyordu. Müdür, hemen cevap vermedi, önce
sigarasını söndürdü, sonra “Buyurun, oturun, tafsilatıyla anlatın meseleyi,”
dedi.
**
Burhan Bey’in iddiasının dayanağı Nâzım Hikmet’in
çemberlere dair methiyesiydi. Öğrenciyken bir kütüphane memuru okumuştu şiiri.
Nâzım, çemberi öyle lüzumsuz bir şekilde övüyordu ki manasız bulmuştu
duyduklarını. Üzerinden seneler geçmiş, sokaklarda gördüğü Hula-Hup’a
öfkelenirken birdenbire aklına gelivermişti o dizeler. Emniyet müdürü, Burhan Bey’i
dikkatle dinliyordu ama ortada Nâzım’ın yazdığı söylenen bir şiir yoktu. Tek bir
kelimesini hatırlamıyordu Burhan Bey. Üstelik Nâzım’ın şiirlerini bulmak mümkün
değildi, diğer yandan, bu iddiayı geçiştirmek de olmazdı. Söz konusu olan vatan
haini Nâzım Hikmet’ti. Burhan Bey’e çay kahve içirip evine bıraktırdı.
Ne yapacağını bilmiyordu, sümen altı edemezdi, kapısına
gelen biri, bir başka kapıya gider, kendisini de şikâyet ederdi. Hula-Hup’un ne
olduğunu bilmiyordu, genç polislerden birini çağırıp sordu. Altı üstü çocuk
oyuncağıydı. Komünistlerin propaganda araçlarını çocuklara kadar genişletmiş
olabileceğini düşünerek huzursuzlandı. Mesai çıkışında güvendiği bir amirinin
evine gitti. Hamdi Müdür, istihbarat için çalışan, komünistlere kök söktüren
dişli bir eski polisti. Ona durumu anlattı. Komünistlerle mücadeleye alışkın
olan müdür, büyük bir süratle neler yapılacağına karar verdi.
**
İlk olarak Hula-Hup ithalatçısı sorguya çekildi. Yahudi
asıllı tüccar, epeyce hırpalandı. Zavallı adam, karakoldan çıktığında “Bir daha
asla Hula-Hup satmayacağım,” diyerek çoktan yemin etmişti. İkinci olarak,
Burhan Bey, tutuklandı. Hamdi Müdür, Nâzım’ın şiirini bilen birinin mutlaka bir
sempatizan olduğunu düşünüyordu, bu ihbar, ona göre parti içi çatışmanın bir
sonucuydu. Takdir beklerken tekdirle karşılanan Burhan Bey, Sansaryan Hanı’nda
misafir edildi, günlerce, sabahlara kadar sorgulandı.
Hula-Hup, Aldo’nun getirip depoladığı malzeme bittikten sonra, bir yıl kadar yok sattı. Kapalıçarşı esnafı, Yunanistan’dan bir şeyler getirdi de ancak ondan sonra yeniden bollaştı. Burhan Bey, hem Hula-Hup sevdasından hem de vara yoğa dilekçe yazmaktan vazgeçti. Komünist şüphesi ona lakap oldu, yıllarca Kızıl Burhan diye çağrıldı. İlk zamanlar buna kızıp höykürse de çok geçmedi, işin ucunu bıraktı. 27 Mayıs’tan sonra solcu sanılarak itibar da gördü. Nâzım Hikmet’in çemberleri metheden bir şiiri bulunamadı. Hamdi Müdür, komünistlerle mücadeleye devam etti. Hula-Hup çeviren kızlardan kimileri sonradan bikini giydiler. Nereden biliyorsun derseniz, ben tanrı-anlatıcıyım, o kadarını da bırakın bileyim.
Bir zamanlar Adana Stadyumu'nda ; 19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı'nda tüm liseler, günlerce hazırlanılmış provalardan sonra izleyicilere "Hula-Hup" gösterisi sunmuştuk. Gülümseyerek hatırladım...
YanıtlaSil