Babam, sürekli kavga hikayesi anlatırdı, Hacettepe'de büyümüştü, mahallenin namlı kabadayıları, ölümlü kanlı bıçaklı hadiseleri vardı. Ne kadarı doğruydu bilmiyorum ama ölene değin yüzlerce kez anlattı bunları...
Düşünüyorum da oğluma tek bir kavgamı anlatmamış olabilirim, örnek olmaktan korkuyorum galiba...Ya da utanıyorum. Babam niye anlatıyordu, ben niye anlatmıyorum meselesi bana karışık geliyor, bir cevabım yok aslında, erkeklik krizleri ve gösterileri deyip geçiyorum. Çünkü bu kadar kavga hikayesine rağmen babamı hiç kavga ederken görmedim.
Başa dönüyorum, yedi sekiz yaşlarından itibaren kimsenin ayırmadığı uzun ve sert kavgalara girdim, yani araya birileri girip "yapmayın etmeyin" demezdi, oturur seyrederlerdi, "artizlik yapmayacak", "araya girenlere güvenmeyecektik", "madem kavga edecektik adam gibi edecektik", garip bir mahalle kuralıydı. Kavga için sözleşilir, okul çıkışında beklenilir, mahalleden uzakta bir yere gidilir, kavgaya arkadaşlar çağrılırdı filan. Yaşlar büyüdükçe işler sertleşti elbette...
Fiziken güçlü biriydim, kavgalarda bunun doğal bir sonucu oluyordu. Yirmili yaşlarımın başında beni sonradan çok korkutan bir olay yaşadım. Ayrıntısına girmeyeceğim, bizim evin önünde iki kişi, erkek kardeşime saldırmıştı, aşağı indik, ne olduğunu bile bilmiyordum, üstelik erkek kardeşimle o ara dargındık, tek kelime etmiyorduk birbirimize...Dışarı çıktığımda konu komşu ve babam, o aralar anlamadığım bir biçimde benim olaya karışmamı istemiyordu. Babam, "sakın vurma" diyordu, teyzeler, "aman Levent sen karışma" filan diyorlardı. Anlamıyordum, çünkü bir şey yapmak gibi niyetim yoktu, zaten polis çağrılmıştı.
Öyle olmadı, adamlardan biri, gerçekten durduk yere, bir yumruk salladı bana, gözlüğüm yere düştü, polisler gelmişti, o arada, onların yanında, bana vuran adama karşılık verdim, gözlük pahalı bir şeydi, kolay yenilenmiyordu, gözlerim iyiden iyiye bozulduğu için gözlüksüzlük beni tüm dünyadan soyutluyordu. O sinirle adama karşılık verince, geriye doğru savrularak yıkıldı ve ensesini kaldırıma çarptı...Gözü hemen şişti ve ensesi yarıldı...Çok fenaydı. Karakola gittik, delikanlı raconu gereği konuşmalar, iddialaşmalar, barıştırmalar filan oldu.
Geçip gitmedi, bu yaşadıklarım epey zaman rüyalarıma girdi, adam ölebilirdi, rüyalarımda ölüyordu, saçma sapan bir sinirden dolayı birini öldürerek hapse girmek fikri, günbegün artan biçimde beni dehşete düşürdü. Kavga etmemeye yemin ettim, ne olursa olsun karşılık vermeyecektim. Hemen yapamadım bunu, çevreniz, arkadaşlarınız, alışkanlıklarınız, dünya görüşünüz değişmeden kolay tutulamıyor bu sözler, galiba yirmi beşimden sonra bunu başardım, yükseldiğim çok oldu, ama yapmadım....
En azından oğluma kavga hikayelerimi anlatmıyorum.
Arada geçmişten biri kısa süreli de olsa giriyor hayatıma ve anlattıkları, yakın çevremi şaşırtıyor. Oysa hepsi, büyüme hikayemin bir parçası, övünmüyorum ve utanmıyorum, ayakta kalmaya çalışıyordum.
Kavga etmemiş bir şiddet karşıtı bana sahici gelmiyor, yaşadıklarımdan dolayı olabilir.
Son cümle düşündürdü. Erkek tarafında öyledir belki. Peki erkeklere göre fiziksel kavgaya çok daha az kalkışan kadınların şiddete bakışını şekillendiren nedir? :)
YanıtlaSilHaklı bir soru, dünyayı erkekler yönettiği için kadınlar bu cendereden sağ salim çıkarak bambaşka bir major "çözüm" ve "bakış" çıkaramıyorlar bence... Biz tek tek ne söylersek, ne düşünürsek düşünelim ağır bir medeniyet yüküyle-eğitimiyle varoluyoruz...Dünyayı belirleyen kavgacı omurgadan söz ediyorum. En az üç yıl oldu, 8 Mart'a katılacak erkekleri döveceklerini ilan eden genç kadınlar olmuştu, aşırı bir örnek gibi duruyor biliyorum, meseleye popüler kültür açısından bakarsanız, şiddete başvuran kadınlarla ilgili okur-seyirci yorumlarına lütfen bir dikkat edin. Katkı için teşekkürler.
YanıtlaSil