Salı, Temmuz 15, 2025

Kılıç ve Kuş

Ellili yıllarda popüler kültürümüz, Amerikan pulp edebiyatına gösterilen ilgiye bağlı olarak bir yandan hiç olmadığı kadar erotize olurken bir yandan da cinsellik ve cinsiyet rolleri bakımından sert bir biçimde denetleniyordu. Zeki Müren’in yükselişi bu çelişkili zeminde gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerde Zeki Müren’le ilgili olduğu için ayrıca satılan (bu yazıya vesile olan) 1955 tarihli bir Akbaba mizah dergisi sayfasına denk geldim. Sayfada Zeki Müren’in karikatürize edildiği bir fıkra ile genç Suat Yalaz’ın çizdiği bir portre vardı. Ellili yılların toplumsal iklimi, Müren’in kamusal temsili ve yakinen tanıdığım Yalaz’ın yıllara yayılan takıntısı hakkında bir şeyler söylüyordu.

Fıkra şöyle: Zeki Müren, üstad Kemani Sadi Işılay’la birlikte İstanbul’a trenle geliyor. Kompartımana “güzel bir genç kadın” giriyor. Müren’in karşısına oturuyor. Onun ilgisini çekmek için önce eteğini sıyırıyor, göğsünü açıyor, çorabını düzeltiyor, süveterini çıkarıyor. Yani “kadınlık repertuvarını” sonuna kadar kullanıyor ama Müren ilgisiz. Kız sinirlenip dışarı çıkıyor. O sırada Sadi Işılay şaşkınlıkla "ben senin yaşındayken (kaçıp giden kadını kastederek) uçan kuşu kaçırmazdım" diyor, Müren de kuş taklidi yaparak kollarını sallamaya başlıyor, "Pırr pırr!" 

Esprinin doruk noktası, Müren’in kuş taklidi yaparak “pırr pırr” demesi. Bu taklit, hem “uçan kuş” mecazını somutlaştırıyor hem de feminen jestlerle açık bir ima barındırıyor. Dolayısıyla bu, yalnızca gülünç değil, o dönem için cinsel yönelimi ima eden alaycı bir temsil. Erkekliğini “kanıtlamayan”, kadın ilgisine karşılık vermeyen adamla dalga geçen, onu “kuş” gibi hafif, “uçucu”, yani “kadınsı” bulan bir mecaz.

Sorsanız o dönem Zeki Müren’in eşcinselliği açıktan konuşulmazdı derdim, ama bu fıkra gösteriyor ki sarkastik biçimde işaretleniyor, hatta mizah yoluyla saldırılıyormuş. Yani doğrudan değil, şifreli, gülerek, üstü örtülü.

Beni çeken şey ise fıkranın altındaki genç Yalaz’ın Zeki Müren portresi oldu. Bu portre, yıllar boyunca Yalaz’ın Müren’e ve eşcinselliğe bakışıyla birlikte düşünüldüğünde bana daha da ilginç geldi.

Yalaz, Zeki Müren’i sevmezdi. Daha doğrusu ona gösterilen ilgiyi anlamaz, hazzetmezdi. Sohbetlerimizde bunu açıkça dillendirmişti. Hatta birinde: “Gençken sesim çok güzeldi, bir dönem şarkıcı olmak istedim. Ama Zeki Müren’i dinledikten sonra böyle bir sesle, bir erkek olarak rekabet edemeyeceğimi anladım” demişti.

Buradaki “bir erkek olarak” vurgusu önemli. Aslında onun sesinden değil, temsil ettiği “başka tür” erkeklikten rahatsız olmuştu. Zeki Müren sadece bir ses değil, farklı bir erkeklik tahayyülüydü ve bu, Yalaz’ın inşa etmeye çalıştığı “erkek kahraman” dünyasıyla çelişiyordu.

Yalaz’ın çizgi romanlarında (özellikle Karaoğlan’da) erkek eşcinselliğine rastlayamazsınız. Ne düşmanları efemine çizmiş ne de bu temaya dair alışılageldik aşağılayıcı kodlara yer vermiştir. Elbette bu bir duyarlılık göstergesi değil, dışlama ve görünmezleştirme arzusundan kaynaklanan bir durum. Oysa aynı dönemin Tarkan, Kara Murat ya da Malkoçoğlu gibi örneklerinde eşcinsellik düşmanları karikatürize etmenin en yaygın yollarındandır: Bizanslılar, Romalılar, soylular ya da Frenk prensleri çoğu zaman feminen, makyajlı ve ne olduğu “anlaşılan” tiplemeler olarak resmedilirdi. Yalaz bu aşağılamayı bile yapmamış, adeta eşcinseller hiç yokmuş gibi davranmıştı demek istiyorum.

Diğer yandan, kadın eşcinselliğini -belki erotik bulduğu için- ısrarla öne çıkarırdı. Bu da aslında o dönemin erkek bakışını, yani “sadece fanteziye hizmet ettiği ölçüde görünebilen bir eşcinsellik” anlayışını ortaya koyuyordu.

1996’da, Zeki Müren’in ölümünün ardından duyduğu tepkiyi çizmişti de…Yandım Ali çizgi romanında geçen bir sahnede, Osmanlı askerleri Arap çöllerinde perişandır. Biri isyan eder: “Zenne Ramiz öldü diye İstanbul kan ağlıyormuş. Cenazesine bir halifenin gitmediği kalmış.”

Müren için yapılan cenaze törenlerine, devlet erkanının katılımına, halkın yoğun ilgisine açık bir tepki gösteriyordu. Hatta çizdiği sayfa bir dergide haber olmuş, Yalaz çizdiklerini fotokopi ile çoğaltarak o dönem bana ve (eminim birçok başka kişiye) özellikle yollamıştı. Gösterdiği enerji nedeniyle not düşeyim, bu konuda bir konuşmamız veya onunla aynı fikirde olmadığımı gösteren bir yorumum hiç olmadı. Muhtemelen, hemfikir olduğumuzu düşünüyordu.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil, hatta “ölünün arkasından konuşulmaz” denir ya, buna da katılmam. Hepimiz kamusal alanda yaptıklarımızla eleştirilebiliriz. Yalaz da bunu yapmış, Zeki Müren’e kırk yıl boyunca mesafesini korumuş. Beni etkileyen şey de bu zaten: Bir fikri, bir temsiliyet biçimini, bir hayat tarzını yarım asır boyunca sürekli dışlamış ama hep takip etmiş olması.

Ne denir buna? Takıntı, nefret, rekabet, kabullenemeyiş…

Bir dergi sayfasından dönemin erkeklik krizlerini, popüler kültür çatışmalarını ve temsiliyet mücadelelerini açığa vuran bir mambo jambo. İşte bu yüzden, “pırr pırr” fıkrası ve altındaki portre… sadece bir fıkra ya da portre çizimi değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder