![]() |
Fıkra
şöyle: Zeki Müren, üstad Kemani Sadi Işılay’la birlikte İstanbul’a trenle
geliyor. Kompartımana “güzel bir genç kadın” giriyor. Müren’in karşısına
oturuyor. Onun ilgisini çekmek için önce eteğini sıyırıyor, göğsünü açıyor,
çorabını düzeltiyor, süveterini çıkarıyor. Yani “kadınlık repertuvarını” sonuna
kadar kullanıyor ama Müren ilgisiz. Kız sinirlenip dışarı çıkıyor. O sırada
Sadi Işılay şaşkınlıkla "ben senin yaşındayken (kaçıp giden
kadını kastederek) uçan kuşu kaçırmazdım" diyor, Müren de kuş
taklidi yaparak kollarını sallamaya başlıyor, "Pırr pırr!"
Esprinin doruk noktası, Müren’in
kuş taklidi yaparak “pırr pırr” demesi. Bu taklit, hem “uçan kuş” mecazını
somutlaştırıyor hem de feminen jestlerle açık bir ima barındırıyor. Dolayısıyla
bu, yalnızca gülünç değil, o dönem için cinsel yönelimi ima eden alaycı bir
temsil. Erkekliğini
“kanıtlamayan”, kadın ilgisine karşılık vermeyen adamla dalga geçen, onu “kuş”
gibi hafif, “uçucu”, yani “kadınsı” bulan bir mecaz.
Sorsanız
o dönem Zeki Müren’in eşcinselliği açıktan konuşulmazdı derdim, ama bu fıkra
gösteriyor ki sarkastik biçimde işaretleniyor, hatta mizah yoluyla saldırılıyormuş.
Yani doğrudan değil, şifreli, gülerek, üstü örtülü.
Beni
çeken şey ise fıkranın altındaki genç Yalaz’ın Zeki Müren portresi oldu. Bu
portre, yıllar boyunca Yalaz’ın Müren’e ve eşcinselliğe bakışıyla birlikte
düşünüldüğünde bana daha da ilginç geldi.
![]() |
Yalaz,
Zeki Müren’i sevmezdi. Daha doğrusu ona gösterilen ilgiyi anlamaz, hazzetmezdi.
Sohbetlerimizde bunu açıkça dillendirmişti. Hatta birinde: “Gençken sesim çok
güzeldi, bir dönem şarkıcı olmak istedim. Ama Zeki Müren’i dinledikten sonra
böyle bir sesle, bir erkek olarak rekabet edemeyeceğimi anladım” demişti.
Buradaki
“bir erkek olarak” vurgusu önemli. Aslında onun sesinden değil, temsil ettiği
“başka tür” erkeklikten rahatsız olmuştu. Zeki Müren sadece bir ses değil,
farklı bir erkeklik tahayyülüydü ve bu, Yalaz’ın inşa etmeye çalıştığı “erkek
kahraman” dünyasıyla çelişiyordu.
Yalaz’ın
çizgi romanlarında (özellikle Karaoğlan’da) erkek eşcinselliğine rastlayamazsınız.
Ne düşmanları efemine çizmiş ne de bu temaya dair alışılageldik aşağılayıcı
kodlara yer vermiştir. Elbette bu bir duyarlılık göstergesi değil, dışlama ve
görünmezleştirme arzusundan kaynaklanan bir durum. Oysa aynı dönemin Tarkan,
Kara Murat ya da Malkoçoğlu gibi örneklerinde eşcinsellik düşmanları
karikatürize etmenin en yaygın yollarındandır: Bizanslılar, Romalılar, soylular
ya da Frenk prensleri çoğu zaman feminen, makyajlı ve ne olduğu “anlaşılan”
tiplemeler olarak resmedilirdi. Yalaz bu aşağılamayı bile yapmamış, adeta
eşcinseller hiç yokmuş gibi davranmıştı demek istiyorum.
Diğer
yandan, kadın eşcinselliğini -belki erotik bulduğu için- ısrarla öne çıkarırdı.
Bu da aslında o dönemin erkek bakışını, yani “sadece fanteziye hizmet ettiği
ölçüde görünebilen bir eşcinsellik” anlayışını ortaya koyuyordu.
1996’da,
Zeki Müren’in ölümünün ardından duyduğu tepkiyi çizmişti de…Yandım Ali çizgi
romanında geçen bir sahnede, Osmanlı askerleri Arap çöllerinde perişandır. Biri
isyan eder: “Zenne Ramiz öldü diye İstanbul kan ağlıyormuş. Cenazesine bir
halifenin gitmediği kalmış.”
Müren
için yapılan cenaze törenlerine, devlet erkanının katılımına, halkın yoğun
ilgisine açık bir tepki gösteriyordu. Hatta çizdiği sayfa bir dergide haber
olmuş, Yalaz çizdiklerini fotokopi ile çoğaltarak o dönem bana ve (eminim
birçok başka kişiye) özellikle yollamıştı. Gösterdiği enerji nedeniyle not
düşeyim, bu konuda bir konuşmamız veya onunla aynı fikirde olmadığımı gösteren
bir yorumum hiç olmadı. Muhtemelen, hemfikir olduğumuzu düşünüyordu.
Kimse
kimseyi sevmek zorunda değil, hatta “ölünün arkasından konuşulmaz” denir ya,
buna da katılmam. Hepimiz kamusal alanda yaptıklarımızla eleştirilebiliriz.
Yalaz da bunu yapmış, Zeki Müren’e kırk yıl boyunca mesafesini korumuş. Beni
etkileyen şey de bu zaten: Bir fikri, bir temsiliyet biçimini, bir hayat
tarzını yarım asır boyunca sürekli dışlamış ama hep takip etmiş olması.
Ne
denir buna? Takıntı, nefret, rekabet, kabullenemeyiş…
Bir
dergi sayfasından dönemin erkeklik krizlerini, popüler kültür çatışmalarını ve
temsiliyet mücadelelerini açığa vuran bir mambo jambo. İşte bu yüzden, “pırr
pırr” fıkrası ve altındaki portre… sadece bir fıkra ya da portre çizimi değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder