Babam anlatmıştı, on beş yaşında filanken, yaşıtı olan bir akrabasıyla birlikte ilk kez Ankara'dan İstanbul'a gitmeye karar vermişler, turist gibi gezecek görecekler, gitmeden evvel, mahallede İstanbul'a gidenlerle konuşmuşlar, akıl fikir almışlar. İşte orada adamı kandırırlar, paranızı çalarlar, soyup soğana çevirirler, dımdızlak kalırsınız diye diye dünya kadar konuşan, tembihleyen çıkmış, bunlar da gitmişler gitmesine de üç kuruşları var, rezil oluruz, sersefil oluruz diye deli gibi etraftan, kalabalıktan, sağdan soldan korkmuşlar.
İki ergen, o gerilimle yolda bayırda hem birbirinden ayrılamamışlar, hem de nerde soluklansalar tahta bavulları çalınmasın diye durup durup üzerine oturmuşlar...
Bu bavula oturma meselesi aklımda yer etmiştir, neden bilmem, hele çocukken, kendimi, uzak bir şehrin kalabalık bir meydanında hep bavula oturarak etrafı seyreden biri gibi hayal etmişimdir.
Ne ki, benim üzerine oturulacak ahşap cinsi bavulum hiç olmadı...Biraz da ondan satın aldım, cilaladım, pakladım galiba...
Gule gule kullanin.Hic bir ise yaramasa da ahsap olmasi yeter.
YanıtlaSilBavula oturmak icin sadece tahta olmasi gerekmez ki...Yabanci filmlerde gidecegi yere
fazla esya goturdugunden fermuarli ya da tokali sentetik bavulunu kapatmakta gucluk ceken guzel kadin kahramanin, careyi ustune oturmakta buldugu bir cok sahne hatirliyorum.