Perşembe, Mayıs 13, 2021

Yeşilçam notları

Levent Cantek ve Volkan Sümbül ne zaman tanıştı? Uzun ve verimli işbirliğiniz nasıl başladı?

Levent Cantek- Volkan ile altı yedi yıl önce tanıştık. Bir diziye başlamıştım, tek başıma yazıyordum, iş ağır olduğu için kanal birlikte çalışabileceğim birileri olmasını istiyordu. Ben pek gönüllü değildim, piyasanın dışında biriyim, dahil olmak istemediğim bir çevreden birileri beni mutsuz eder gibi geliyordu. Beklediğim gibi çıkmadı. Çabuk anlaştık, zor bir iş yapıyorduk, rahat çalıştık, üstesinden geldik. 

Volkan Sümbül- İlk olarak Eski Hikaye'de çalıştık. Ondan sonra uzun bir süre beraber çalışmasak da görüşmeye, haberleşmeye devam ettik. Televizyon işleri Türkiye'de bölüm süreleri ve sayıları yüzünden yorucu oluyor. Tek başına yazmak, bunu bir yıl boyunca yapmak zor, bir ekip oluşturmak gerekiyor genelde. Böyle bir zorunluluktan bir araya gelmiştik yıllar önce ama Levent abiyle bizimkisi bir dostluğa dönüştü hemen. 

Yeşilçam" fikri nereden geldi?

LC- Blutv’ye daha önce başka bir dizi yazmıştım, birlikte çalışmaya devam etmek istiyorlardı. Yeni bir sözleşme yapmak istiyorlardı, biraraya geldik, ben de onlara hikayeler anlattım. Önerdiğim hikayelerden biri de Yeşilçam’ın yükseliş yıllarında yaşayan bir prodüktörün hikayesiydi. Kaybeden, çabalayan, hafif romantik, inatçı biri vardı aklımda. Sadece bu kadar… Fikri beğendiler. Sonra Volkan’la konuştuk, Volkan, yaşadığım şehre geldi, uzun uzun sohbet ettik. Kırk gün sonra birinci bölümü yazdık. Kanal, senaryoyu onayladı, gerisini yazmaya başladık.

VS- Elimizde biraz karakterle ilgili ipuçları biraz da bir hikaye başlangıcı vardı. Dönem bir yandan kısıtlayıcı bir şey olsa da temel noktalarda belirleyici de olabiliyor. Dönemin olayları neydi, o sırada karakter ne yapıyordu, ne düşünüyordu gibi sorulara cevaplar bularak ilerledik.

Böylesine zengin detaylı bir senaryo yazmak için "Yeşilçam" dönemine dair ne tür araştırmalar yaptınız?

LC- Ben eski bir akademisyenim, bir araştırma alışkanlığım var demek istiyorum, ne yaparsanız yapın, ne kadar bilirseniz bilin çalışmak ve hazırlanmak zorundasınız, ne yaptık, hem hatırlamak hem de öğrenmek için literatüre yoğunlaştık. Gündelik yaşamı, sosyal ve siyasi tarihi hikayenin bir aktörü gibi kullanmak istiyorduk. Kendi adıma örneğin 1964’te üretilmiş filmlerin yüzde seksenini seyrettim. Dönem işi dediğimiz tarihi filmlerin şöyle bir zorluğu vardır. Her hikaye bir gerçeklik vehmi yaratır. Belli bir tarihsel dönemi anlatıyorsanız, seyircinize hem enformasyon vermelisiniz hem de bunu hiç yapmıyor gibi görünmelisiniz. Aslolan hikayedir, seyirci, o hikayeyi izlerken onlara kapılıp gitmelidir. En büyük zorluk bu. O sebeple hikayede yaratacağını aurayı yansıtacak tarihi bilgiye vakıf olmalısınız.

VS- Dönemle ilgili biyografik/otobiyografik bolca kitap var. Oyuncuların, yönetmenlerin, yapımcıların anıları... Onun dışında dönemin magazin dergilerinden (Ses, Hayat, Pazar gibi) faydalandık. Anı kitaplarında şu hissediliyor bazen, şimdi kimseyi kırmayalım, arayı bozmayalım gibi çekincelerle bazı şeyler es geçilmiş, konuşulmamış veya tırpanlamış. Ama magazin dergileri bunun tam aksi. Zamanın ruhunu, hissiyatını anlamamız açısından iyi bir kaynak oldular.

"Yeşilçam", "sinema içinde sinema" örneğidir. Yaklaşımınız bu damardaki önceki filmlerle nasıl karşılaştırılır - ve “The Bad and The Beautiful,” “Singing in the Rain,” “8 e ½,” “Hail, Ceasar,” diğerleri gibi?
LC- Tek tek benzerlikler ve farklılıklar üzerinden gitmek bizden çok sinema araştırmacılarının işi. Biz sadece bir sinemacıyı değil bir dönemi, bir ruhu anlatmak istedik. Hikayeler düşünen ve hikayeler anlatmak isteyen birisi bize ilginç geliyordu… Semih, yaşadığı dönem ruhunu taşıyan biri. Siyaseten hatalar yapmış biri…Vicdanıyla ve hatalarıyla yüzleşen biri. Bizim hikayemizin siyasi bir derinliği ve bir tür alacakaranlığı var. O bakımdan bence bu örneklerden farklı bir yerde duruyor. Kişisel olarak tatlı tatlı hikayesini anlatırken muhalif de olabilen eserlerin “iyi” olduğuna inanırım. Tarihimizle yüzleşmek istedik… Bir soap opera gibi gözükebiliriz, ama değiliz…Soap opera kalıplarını bilerek kullanıyoruz diyelim.

Hikayeyi neden bir yapımcının bakış açısından anlatmayı seçtiniz?
LC- Yapımcılar, oyuncular, senaristler ya da yönetmenler gibi çok sayıda narsist kişiliği idare eden, hayli kurnaz, hayli pragmatik ve çalışkan insanlar. Madden batıyor, çıkıyorlar, her zaman piyasayı kokluyorlar, yeniyi arıyor, mevcut olanı yineliyorlar. Genel olarak sevilmiyorlar… İşin en tatsız tarafındalar, her işle ilgilenmelerine rağmen hatırlanmıyorlar. Paradan başka bir şeyden anlamadıkları düşünülüyor. Tabii ki sırf para kazanmak için işe girenler, o şaşalı dünyada olmaktan hoşlanan yetersiz birileri olabilir. Ama iyileri ve doğru çalışanları da var… Semih Ateş, alaylı, çok küçük yaştan itibaren sinemanın içinde olan biri… biz onun romantik ve doğru bir örneği olduğunu farz ederek ilerledik.

VS- Semih Ateş bir yapımcı ama aslında sanatçı bir yönü de var. Sadece para kazanmayı amaçlayan bir yapımcı değil, iyi hikaye peşinde olan bir sinema aşığı. Çok yönlü biri.

"Yeşilçam" döneminde Semih Ateş benzeri bir karakter gerçekten var mıydı?

LC- İlham aldık ama sonuçta hayali bir karakter…

İlk iki bölümde Semih Ateş, “Bir film yaparım, hastalar iyileşir, mevsim değişir”, ve “Film yapmazsam, ölürüm ben” gibi akılda kalıcı cümleler veriyor. Kendi mesleğinize yönelik tutumlarınızı yansıtıyorlar mı? Ve Semih böyle etkileyici açıklamalar yapmaya devam edecek mi?

LC- Sonuçta romantik biri, kendini motive ederken, birilerine meydan okurken bu tür iddialı sözler edebilecek biri… İşini seviyor, hemen heyecanlanıyor, hayal kırıklıkları olsa da çabuk toparlıyor. İnişleri çıkışları, pişmanlıkları olan biri… Bağıracak, fısıldayacak, ağlayacak, sevinecek… kapılıp gitmiyor, yaşıyor…diyelim.

VS- Semih'inki bir hikaye anlatma tutkusu... Semih biraz iddialı tabii ki, mevsimlerin değişmesinden, hastaların iyileşmesinden bahsediyor ama sanırım her hikayeci, bu kadar iddialı ifade etmese de, yazdıkları/çektikleri sayesinde bir şeylerin değişeceğinin, bu uğraşının bir işe yarayacağının hayalini kurar. 

Semih Ateş, son derece yetenekli bir oyuncuya ihtiyacı olduğu açık olan, inanılmaz derecede çok katmanlı bir karakter. Pek çok kişi, rolün Çağatay Ulusoy'a bir eldiven gibi uyduğunu belirtti. Siz Volkan Bey ve / veya diğerleri Çağatay'ı hangi aşamada Semih olarak düşündünüz? Ve onu rolü kabul etmesi için nasıl ikna ettin?

LC- Oyuncu seçimi bizim işimiz değil. Tabii ki fikrimiz soruldu ama işin ekonomik tarafı var, vakit ve sözleşmeyle ilgili tarafı var. Biz sadece şunu biliyorduk, senaryomuzu okumuş ve beğenmişti, oynamak istiyordu. Kanal, yapımcı ve Çağatay ve menajeri biraraya geldiler, anlaştılar. İyi oldu, severek oynadığına inanıyoruz. Bence onun için de değişik bir rol oldu.

Senaryonuzda  önemli değişiklikler yapmak zorunda kaldınız mı? Senaryonuz oyuncuların doğaçlamasına yer bırakıyor mu?

LC- Kısmen yapıldı ama kanal tarafından onaylanmış bir senaryo olduğu için temelde sadakat göstermeleri beklendi. Oyuncular canlandırdıkları karakterler için yorum yaptılar ama çok çok farklı yorumlar oldu gibi gelmiyor bana. Olması gereken doğru da budur. Senaryo işin kılavuzudur.

VS- Büyük bir değişiklik yapmadık. Biz yazımı çekimlerden önce bitirmiştik. Çekimler başlarken tabii ki mekanların hepsi bizim tarif ettiğimiz gibi olmadı. Onlara göre bazı değişiklikler oldu.

"Yeşilçam", 1960'ların birçok olayına ve kişiliğine gönderme yapıyor – Soğuk Savaş, sansür, antikomünizm,  Kıbrıs'taki 1963 krizi, vb. Bu çoklu referanslar Tv dizisi bağlamında hangi amaca hizmet ediyor?

LC- Yeşilçam, son derece basit, herkesin anlayabileceği klişelere dayanan filmler üretti. Bunu yaparak hem sinemayı yaygınlaştırdı hem de bizatihi kendisi bir satış reçetesi oldu. Biz senaryomuzda herkesin bildiği ve üstüne konuşabileceği bir dönem ve anlayışı farklı bir gözle anlatmak istedik…Yeşilçam filmlerinde karakter derinliğine pek rastlanmaz, herkes tek boyutludur ve tek bir duyguya indirgenebilir. Ya sadece iyidirler ya da kötü. Başroldeki kadın ve erkek oyuncu dışında kimsenin ahım şahım rolü olmaz. Siyaset apolitiklik ölçüsünde hiçbir biçimde yer almaz. Bizim amacımız bir tersine çevirme olduğu için hem o iyimserliği kullandık hem de filmlerin bizatihi siyasetin içinde üretildiklerini vurgulamak istedik.   

VS- Şöyle düşünelim, bir yapımcı sinemaya giden insanlara kestiği biletten para kazanıyor. Teker teker o insanlarla ilgilenmesi mümkün değil ama onların ne istediklerini, ne düşündüklerini bilmeli, takip etmeli hatta mesele etmeli. Büyük bir ekonomik kriz geliyorsa insanların bilete para veremeyeceğini, başka öncelikleri olacağını hesap etmeli. Kıbrıs gibi milli bir mesele öne çıkıyorsa kahramanlık filmlerine ilgi olacağını öngörmeli. Semih de öyle. Bunları bilmek zorunda, ilgilenmek zorunda.

"Yeşilçam", Semih’in hikayesiyle daha geniş bir sosyo-politik mesaj iletmeye mi çalışıyor?

LC- Kendi adıma mesaj kaygılı filmleri sevmem, hayatta tek doğru ve tek hakikat yok… Biz iyicil ve iyimser bir hikayenin içinden bir alacakaranlık resmediyoruz, bunu farkedenler olacaktır… Sadece o iyimserliği izleyenler de…Farklı okumalar ve katmanlar yaratabilirsek bunu başarmışız demektir. Sinemanın liberter bir dünyası olduğuna inanırım. Semih, kaderiyle ve  geçmişiyle yüzleşebilen vicdanlı bir insan… Geçmişleriyle yüzleşen toplumlar daha liberter toplumlardır bunu iyi biliyorum.

VS-  Özel olarak iletmeye çalıştığımız bir mesaj yok. Biz daha çok kurduğumuz karakter ve hikayeye sadık kalarak ilerleyen yazarlarız diyebilirim. Bir mesaj vermek için hikayeyi eğip bükmüyoruz.

Dizi, bağımsız, özgürleşmiş ve iddialı kadın karakterleri sergiliyor. Bunlar 1960'larda var mıydı yoksa çağdaş çağımızın “ruhunu” yansıtan yorumlar mı?

LC- Geçmişe ister istemez bugünden bakarız, bugünün kaygılarından yola çıkarak hikayeler üretiriz. Erkeklerin egemen olduğu bir dünyada kadın olarak başarılı olmak çok kolay değil. Yeşilçam’da ayakta kalan, meydan okuyucu ve ilham verici kadın oyuncular vardı, onlardan da bugünden de faydalandık demek istiyorum.

VS- O zamanlar da böyle kadınlar vardı. Levent abinin dediği gibi erkek egemen bir dünya. Var olmak için mücadele etmek zorundalar.

Çağan Irmak usta bir sinemacı ve "Yeşilçam" dönemi uzmanı. Yönetmen vizyonunun orijinal senaryonuz üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

LC- Benim bildiğim kadarıyla Çağan ilk kez kendi yazmadığı veya yazımına katılmadığı bir senaryoyu çekti. Biz işe başlarken onu rahatlatmak adına katkılara açık olduğumuzu, oyuncuya, mekana ve kimi başka gerekçelere bağlı olarak değişiklikler olabileceğini söyledik. Nezaketli, ölçülü ve iyi bir insan olmaya-kalmaya çalışan biri. Çağan, kendisi de senaryo yazdığı için bize karşı çok hassas davrandı, en ufak katkısında bile bizden izin istedi veya fikrimizi sordu. Hikayeyi görsel olarak güçlendirdi ama hikayenin yönünü değiştirmek gibi bir arzusu olmadı. Kendi adıma çalışkanlığını ve heyecanını çok sevdim, iyi ki çalışmışım diye düşünüyorum. Görsel olarak dünya kurabilmek kolay bir şey değil. Bunu defalarca yaptı, Yeşilçam da bunun iyi bir örneği oldu.  

VS- Ben Çağan'la daha önce çalışmıştım. Her konuda çok tecrübeli bir yönetmen. Diziyi onun çekeceğini öğrendiğimde mutlu oldum ve rahatladım diyebilirim. Çünkü onun yaklaşmının da bizim gibi, hikayeyi ön planda tuttuğunu biliyordum. Döneme dair bilgisinin dışında sevgisinin de diziye güç kattığını düşünüyorum.   

"Yeşilçam" ın dünyanın her yerinden izleyici çekebileceğini düşündünüz mü? Cevabınız evet ise, diziyi izledikten sonra ne düşünmelerini istiyorsunuz?

LC- Pazarlamayı ilgilendiren bir durum olduğu için ne söylesek eksik olur, global etkiyi belirleyen pek çok unsur var çünkü… biz ancak tahminde bulunabiliriz… Şu söylenebilir, Hollywood dünyadaki her kültüre dahil olan büyük bir medium, global popüler kültürün en güçlü yönlendiricisi. Bizde burada onu taklit etmiş yerel bir Hollywood  örneğini anlatıyoruz. Onun dışında bir karakter hikayemiz var., her ne olursa olsun asıl sürükleyici olan her zaman ya karakter ya da hikayedir…

VS- Belli bir zaman dilimi ve Türkiye özelinde bir şey anlatıyor olsak da hikayemizin temel noktası bence herkesin ilgisini çekecektir. Ben senaryomuza güveniyordum. Senaryonun ekrandaki haline de güveniyorum. Bence beğenilecektir.

Senaryonuzu yaşadığımız zor zamanlarda kolektif bir rahatlama sağlamak için kasıtlı olarak geçmişte mi oluşturdunuz?

LC- biz senaryoyu yazarken henüz covid başlamamıştı ama şunu ısrarla vurguluyorum. Bu hikaye Yeşilçam sineması iyimserliğinde iyicil, renkli ve tatlı görünmeliydi, baştan beri onu istiyorduk. O renklerin içinde kalarak söyleyeceğimizi söylemek istiyorduk.

İzleyicilerin İkinci Sezonda nelerle karşılaşacakları hakkında bize bir şeyler söyleyebilir misiniz? Örneğin, zamansal bir sıçrama olacak mı? Semih’in hikayesi bitecek mi, yoksa kapıyı yeni sezonlar için açık bıraktınız mı?

LC- İkinci sezon bir beş yıl sonra başlıyor. 1964’ten 1969’a geliyoruz.

VS- Spoiler vermeden daha fazla şey söylemek mümkün değil.

Pek çok kişi "Yeşilçam" dizisini bir "ezber bozan" olarak tanımlıyor. Dahası, BluTV gibi dijital platformlar sayesinde tüm dünyada  izlenebilecek. Sizce, Türk dizileri yeni bir "altın çağ" a mı giriyor? Ve cevabınız evet ise, "Yeşilçam"  nasıl hatırlanacak?

LC- Bu biraz kişisel bir cevap olacak, ben kendi hayallerimin peşindeyim, yazarken mutlu olacağım hikayelerle uğraşmak istiyorum… Altın Çağ gibi adlandırmalar ya da gelecek değerlendirmeleri ilgimi çekmiyor.

VS- Türk dizileri hali hazırda dünyanın birçok ülkesinde izleniyor. Yeşilçam da yurtdışında beğeniyle izlenen diziler içinde yerini alacaktır.

Söyleşi, İngilizce yayımlandı. Meraklısı için link

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder