Perşembe, Mayıs 06, 2021

Yeşilçam, gelecek ve diğer meseleler

Dönem Filmleri: Dönem anlatmayı seviyorum, doktora tezim kırklı yıllarla ilgiliydi, o yıllarla ilgili iki grafik roman bir de televizyon dizisi yazdım. Bir dönemin zihniyetini, eğilimlerini, siyasi ve sosyal çekişmelerini fon olarak kullanmak hoşuma gidiyor. Blutv ile platform olarak eksiklerini ve ihtiyaçlarını konuşuyorduk, kendimce önerilerde bulundum. Daha kadınsı, melodramatik dizi olması gerekiyordu. Yeşilçam’ın kuruluş yıllarında bir prodüktörün hikayesini anlatabilirim dedim, önerdim, ilgilerini çekti. Bu arada soruları tek başıma cevaplıyorum ama ben Blutv ile anlaştıktan sonra daha önce de birlikte çalıştığım Volkan’la (Sümbül) konuştum, hikayemi, aklımdan geçenleri anlattım. Projeyi birlikte yazdık. Onu da hatırlatayım.

Yapımcılar: İlham meselesine geri dönersem, Prodüktörler parayla hatırlanıyor ve sanatçı sınıfından sayılmıyorlar, ticaret adamı olduklarını kabul ediyorum ama oyuncular, yönetmenler, senaristler, menajerler gibi nerdeyse tamamı narsist ve marazi kişilikleri idare edebilmeleri bana her zaman ilginç gelir. Bazen çok kazanıyor, bazen batma noktasına geliyorlar… heyecanlılar ya da heyecan nedir biliyorlar. Sanatçı değiller ama sanatın içindeler. Ticaretle uğraşıyorlar ama saf ticaret değil yaptıkları iş, hayal satıyorlar, hikaye konuşuyorlar. Siyasi erkin müdahaleleriyle yaşıyor, bürokrasiyi biliyorlar, pragmatikler. Benim için arada kalan kişilikler hep ilginçtir.

Yeşilçam Filmleri: Yeşilçam filmleri çok ucuza üretilirdi, 15 bin dolara film yaptığınızı ve insanları etkilediğinizi düşünün. 1o günde bir film çekiyorlar. Beni etkileyen şey enerji ve iştahları, her ne olursa olsun devam etmeleri, çalışmayı alışkanlıkla şevkle sürdürmeleri…Başka çareleri yok, geçinmek zorundalar ama tuhaf da bir romantizmle bunu pek akıllarına getirmiyorlar. Hikayelerle yaşayan, hikayeler anlatan ve konuşan birileri bana sempatik geliyor. Bir kardeşlik hissi benimkisi…

Bugün ne eksik?: Nostaljik bir soru ve ben bu tür sorularda iyi değilim. Geçmişin daha iyi ve bugünün daha kötü olduğuna dair bir inancım yok. 

1960’lar: Karayolları gelişince filmler eş zamanlı olarak her şehre gidebilir oluyor. Kopya sayısı artıyor ve filmlerden daha fazla para kazanılıyor. Seyirci artıyor. Bu filme daha fazla para harcanabilir hale geliyor demek. Hepsi birbirine bağlı aslında. Yeni ve genç bir seyirci geliyor. Yeni oyuncular çıkıyor. Düşünün hepsi yirmili yaşlarda onlarca genç erkek ve kadın oyuncu sinemaya başlıyor. Daha iyi senaryo yazdırılıyor. Edebiyat uyarlamaları başlıyor, sinema sektörüne edebiyatçılar giriyor. Edebiyatçıların entelektüel eğilimleri ve muhaliflikleri hikayeleri dönüştürüp derinleştiriyor. 

1964: Biz hikayeyi tasarlarken yerel ve global popüler kültürün bir kesişimi olsun istedik. Yeşilçam, bir Hollywood taklidi aslında… Hollywood, dünyanın her kültürüne sızan, hayranlık ve endişe yaratan bir “medium”… Film çekmeyi o filmlere bakıp öğreniyorlar. Bu sadece Türkiye, Mısır veya Hindistan için değil… Almanya, İsveç ve hatta İngiltere için geçerli… 1964’te siyasi bir gerilim oluyor ve Rumlar, Türkiye’den Yunanistan’a göçe zorlanıyor, çünkü o yıllarda Kıbrıs’ta Türklerle Yunanlılar arasında çatışmalar yaşanıyor. Geçmişte de 1955’te Müslüman olmayan azınlıklara yönelik bir linç ve yağma girişimi olmuştu. Hatta devlet eliyle organize edildiği için 1960’ta o dönemin bürokratları yargılanmış ve ceza almıştı. Bu tarihi enformasyonu yabancı izleyiciler bilemezler. Semih Ateş karakteri geçmişiyle yüzleşen, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyan biri…1955’teki faillerden biri olduğunu biliyor. Nedamet getiriyor, yüzleşiyor ama bu her zaman yetmez. Biz bir insan hikayesi anlatıyoruz. Global seyirci onun hikayesini, Yeşilçam’ın neşeli vitirini ile alacakaranlık arka odalarını, entrikacı dünyasını izleyecek.

Semih Ateş için kimden ilham aldınız? Özel olarak birisi yok elbette. Kaçınılmaz olarak ilham alırsınız, okuduklarınız, seyrettikleriniz ve tanıdıklarınız size ilham verir. Sahici bir kahraman, trajiktir, vicdanı sızlar ve hatalarıyla baş etmeye çalışır. Ben geçmişiyle ve hatalarıyla, ailesiyle, kişisel tarihiyle yüzleşen, iyi olmaya ve iyi kalmaya çalışan insanları severim. Hepimiz hayat karşısında yaralıyız. Mağdur da oluyoruz, fail de… Şöyle düşünün, bunun için dine ve dindarlığa sığınmak gerekmiyor, Din’den önce vicdan vardı. Kendimizi birinin yerine koyarak düşünürsek, nasıl desem “utanırsak iyileşiyoruz.”

Çağatay'ın oynayacağını biliyor muydunuz? Hayır bilmiyordum, ben İstanbul’da yaşamıyorum, genel olarak piyasanın dışında kalmaya çalışan biriyim. Kimseyi tanımıyorum desem yanlış olmaz. Biz ikinci sezonun yazımını bitirdikten sonra belli oldu Çağatay’ın oynayacağı. Genel olarak izlenimim işini seven biri olduğu… Bir hayali var, elindekiyle yetinmeyecek, daha iyisini arayacak bir oyuncu olduğunu gösteriyor.  İştahlı ve çalışkan, odaklanıyor… Bunlar önemli. Doğrudan konuşmadım, itiraf etmem gerekirse çok gerekmedikçe oyuncularla birebir diyaloğa girmeyi tercih etmem. Bu proje özelinde yapım ekibiyle, Çağan ile (Irmak) ile çalıştık. Ne yapmak istediğimizi, neyi nerden ilham aldığımızı uzun uzun kanalla yapım şirketiyle konuştuğumu düşünüyorum. Bunlar oyunculara aktarılıyor. Kolektif bir iş yapıyoruz. Çağatay’ın senaryoyu sevdiğini ve oynamak istediğini biliyordum, bana da fikrimi sormuşlardı. Başarılı olduğuna, role hakkını verdiğine inanıyorum. (…)  Şaşırmadım, beğendim. Bana çekimlerle ilgili video kayıtlar yolladılar. Tek tek bazı sahne performanslarına baktım. Setten komik bir hikaye anlatamam, çünkü sadece bir kez, ilk sezonun son çekim gününde gittim. Hem pandemi var hem de ben senaristim, işimi aylar önce bitirmişim, herkes sette koştururken turist gibi oralarda dolanmayı sevmiyorum.

Karakterler: Senaryoda görünen her karakterin edebi ve insani bir derinliği olmasını isterim. Sadece güzel kız ile yakışıklı erkeğe baktırmak hoşuma gitmez ya da seyirciyi finale taşıyan tek etkiye yoğunlaşmayı sevmem. Yeşilçam’ın bir anlatı olarak neşeli, aydınlık ve cıvıl cıvıl görünürken dünyaya, kapitalizme, erkeklere, sertliğe, horgörüye muhalefet etmesini hayal ettim.

Dün ve bugün: Yeşilçam filmleri genel olarak basittir, apolitiktir, aşklar genellikle aseksüeldir, e bugün böyle hikaye anlatamazsınız. Her şeyden önce geçmişle kıyaslıyorsak, eskiden sadece erkekler vardı üretici olarak… Bugün ise kanal ve platform yöneticileri kadınlardan oluşuyor. Daha fazla kadın muhalefeti var. Para kısmı için ne söyleyebilirim, kapitalizmden uzak yaşamaya çalışan biri olarak bana pek bir şey değişmedi gibi geliyor… 

Yabancı fanlar için not: Semih’in Beatles için “tutmaz bunlar” yorumu ilgilerini çekebilir. Diğer yandan Türkiye’de bir tartışma oldu, ona aktarabilirim. İnsanlar genellikle günü yaşadıklarından,  yaşadıkları zamana bakarak geçmiş hakkında iddialı sözler edebiliyorlar. İlk bölümdeki danseden kızlara inanmadılar örneğin, abartıyorlar, yoktu böyle bir şey filan dediler. Yeşilçam öyle değildi filan diye kestirip atabildiler. Oysa o yılların dergi ve gazetelerini inceleseler, İstanbul’da hemen her gece mekanında striptiz ve revü kızları var. Ben 1964 yılında Türkiye’de üretilmiş filmlerin yüzde seksenini bu diziye başlamadan önce seyrettim, bu filmler de bulanabiliyor, herkes seyredebiliyor… sahiden baksalar, az anlatmış diyecekler… Mesele öyleydi veya öyle değildi meselesi de olamaz, yanılıyor muyum sorusunu akıllarına getirmiyorlar. 
Türkiye’de üretilen diziler: Tatsız bir cevap olacak. Benim kendi gündemim var, her gün bir film ya da iki dizi bölümü seyretmeye çalışıyorum ama bizde üretilen dizileri takip ediyorum diyemem. Bozkır’ın yaratıcısı benim, Alef’i de Blutv’den rica ettikleri için seyrettim. Diğerlerini hiç seyretmedim, çok bilmiyorum yani. Ağır bir iş yapıyorum, aileme vakit ayırmam daha doğru olur gibi geliyor. Televizyona en son 2019’da bir iş yaptım. Artık yapmak istemiyorum. Dijital platformlara daha derinlikli hikayeler anlatabilirim gibi geliyor. Şu an Netflix’e üç film yazıyorum, ikisinin hikayeleri bitti, üçüncüsü bitmek üzere… O iş nereye varacak onu göreceğim. Yani ancak kendi deneyimlerimi anlatabilirim. Geniş ölçekli bir fikrim yok.

Yerellik ve global ölçütler: Bu çok tarif edilebilir bir şey değil. Nerde güçlü ve zayıf olduğunuzu bilmeniz gerekiyor. İyi hikaye ve iyi karakterse ilgi çekebiliyorsunuz. Globali hesap ederek yazılmaz ama yine de hesap edersiniz. Çünkü bizim işlerimiz yurt dışına satılıyor. Ben senaryoda dil oyunları ve şiveler yazıyorum. Örneğin İzzet’in siyasi konuşmaları Türk olmayan biri tarafından çok da anlaşılmayabilir. Bir sertlik kalır ama sözcük tercihleri o denli dikkat çekmez. Aslında her şeyi en başta yazmadan önce tasarlamak zorundasınız. Netflix’e iş yaparken başka bir kıstas kurdum örneğin. Günümüzde geçen hikayeler bunlar. Los Angeles’tan birileri yazdığınıza yorum yapıyor, sizi yönlendiriyor… Yani en baştan dahil olabiliyorlar, biliyorsunuz daha tasarıyken hikayeler satılabiliyor ve içerikler ona göre şekillenebiliyor. Ben de öğreniyorum. Bir hikayemin global satışının yüksek olacağına inandılar, nasıl gelişecek göreceğim. 

Yeşilçam ve Popüler kültür: Popüler kültür, hep birine, bilinen bir örneğe benzetilerek ilerler. Bizim aklımızda bir jelibon (Jelly Bean) şekeri görünümü vardı, aynen öyle parlak ve tatlı görünmeliydik ama seyircinin dişini sızlatmalıydık. Yeşilçam, Türkiye’de çok bilinen ve herkesin üzerine bir şey söyleyebileceği bir mecra… Riskli gibi duruyordu. Nostaljiyle bakılıyordu. Biz bunlardan faydalanıp sert ve rahatsız edici bir başka resim göstermek istedik.

Kimim ben? : On iki yıl üniversitede çalıştım, o arada popüler kültür, mizah ve çizgi romanla ilgili akademik kitaplar yazdım. Sonra istifa ederek büyük bir yayınevinde editörlük, Türkçe edebiyatla ilgili yayın yönetmenliği yaptım. O arada grafik romanlarım oldu. Senaryo teklifleri geliyordu, aşağı yukarı aralıklarla da olsa on bir yıldır, senaryo yazıyorum. Son üç yıldır ise sadece senaristlik yapıyorum, diğer işlerimi bıraktım. 

Ankara’dan İstanbul yazmak: Daha zor diyemem, profesyonelseniz dersinize çalışacaksınız… 

Gelecek ve Yeşilçam’dan bir zombi çıkar mı? : Netflix gibi global dijital platformlar yerel sinemalarının geleceğini belirleyecek, ne olacak göremiyorum ama her ne olursa olsun Yeşilçam’ı dirilteceğini sanmıyorum,  o tarihsel bir evreydi, geçti gitti aslında. O sebeple nostaljisi yapılıyor, yaşamıyor çünkü. 

Pandemi, dijital anlatılar ve yine gelecek: Gerçekten bunun cevabını bilmiyorum, bence kimse bilmiyor. Hep birlikte yaşıyoruz. Global platformlarla iş yaptıkça bir fikrim olacak. Sözleşmelerim bittiğinde yani ancak bir buçuk yıl sonra deneyimlerimi paylaşarak bir şeyler söyleyebilirim. Görünen o ki, global bir ortağınız yoksa yerel kalıyorsunuz. Global ortağınızın da bambaşka bir gündemi oluyor. 

Türk dizileri neden ilgi görüyor: Size şöyle bir şey anlatayım, Koreliler Türkiye’deki sinema salonlarını satın aldılar, burada yatırımlar yapıyorlar. Benimle kimi Kore filmlerinin uyarlamasını yapmakla ilgili görüşmüşlerdi. Yazım tarzımın Kore hikayelerine benzediğini düşünüyorlardı. Şaşırmıştım. Hep aklımdadır, bir şey yazıyorsunuz ve o iş sizden çıkıyor, hiç ummadığınız biçimde yorumlanabiliyorsunuz. Kore filmlerini seyretmez değilim ama bir takipçisi, hayranı ya da uzmanı değilim. Yılda on tane izlemem belki. Bunu niye anlattım. Global seyircinin tam olarak neyi sevdiğini ölçemeyiz. Yakışıklı bir erkek oyuncu, güçlü bir kadın karakter, entrikalı bir hikaye, görsel aura, tempolu bir müzik… Çok etken var. Kendilerine yakın bulmasalar ilgi göstermezler. Latinler, Araplar, Slavlar neyimize sempati diyorlar, bunun cevabı ancak orada seyircilerle yapılacak alımlama (reception) çalışmalarıyla ortaya çıkabilir. 

Yabancı fanlara son söz: Merak etmesinler, Semih Ateş “bir film yapar, hastaları iyileştirir”

Söyleşiyi, North America Ten ile yaptık. Soruları çıkarıp küçük bir revizyon yaptım. Meraklısı linkten ayrıca bakabilir.

4 yorum:

  1. Mr. Cantek,
    I love your simplified version just as much. May the brilliance of your mind and thoughts make a lasting impact through your art. I work closely with Netflix for their Turkish originals as well. We will be happy to review and write about your movies once they are streaming. Good luck with everything!
    -Maheen

    YanıtlaSil
  2. Thanks, I hope so, I'd write one movie and all the patients would recover :))

    YanıtlaSil
  3. Inshallah! I do see the arts as one of the most beautiful healing forces and kudos to the gifted souls who bring the best of it to us:)

    YanıtlaSil
  4. Merhaba Levent Bey. Ben Ilgin Yorulmaz. Gazeteciyim ve Tokyo’dan BBC Turkce ve diger Turkce/Ingilizce dijital yayinlar icin haberler yapiyorum. Sizinle Japon Nikkei icin hazirladigim bir yazi icin bir-iki soru sorabilir miyim? Emailinizi iy2161@columbia.edu’ya yollarsaniz cok sevinirim.
    Sevgiler,
    Ilgin
    Not. Subat’ta Vogue Turkiye’de cikan ve TEN icin Ingilizce’ye uyarladigim bir yazimi da sizinle paylasayim: https://www.northamericaten.com/turkish-dramas-why-are-they-so-good/

    YanıtlaSil