Dönem
Filmleri: Dönem anlatmayı seviyorum,
doktora tezim kırklı yıllarla ilgiliydi, o yıllarla ilgili iki grafik roman bir
de televizyon dizisi yazdım. Bir dönemin zihniyetini, eğilimlerini, siyasi ve
sosyal çekişmelerini fon olarak kullanmak hoşuma gidiyor. Blutv ile platform
olarak eksiklerini ve ihtiyaçlarını konuşuyorduk, kendimce önerilerde bulundum.
Daha kadınsı, melodramatik dizi olması gerekiyordu. Yeşilçam’ın kuruluş
yıllarında bir prodüktörün hikayesini anlatabilirim dedim, önerdim, ilgilerini
çekti. Bu arada soruları tek başıma cevaplıyorum ama ben Blutv ile anlaştıktan
sonra daha önce de birlikte çalıştığım Volkan’la (Sümbül) konuştum, hikayemi,
aklımdan geçenleri anlattım. Projeyi birlikte yazdık. Onu da hatırlatayım.
Yapımcılar: İlham meselesine geri dönersem, Prodüktörler parayla
hatırlanıyor ve sanatçı sınıfından sayılmıyorlar, ticaret adamı olduklarını
kabul ediyorum ama oyuncular, yönetmenler, senaristler, menajerler gibi
nerdeyse tamamı narsist ve marazi kişilikleri idare edebilmeleri bana her zaman
ilginç gelir. Bazen çok kazanıyor, bazen batma noktasına geliyorlar…
heyecanlılar ya da heyecan nedir biliyorlar. Sanatçı değiller ama sanatın
içindeler. Ticaretle uğraşıyorlar ama saf ticaret değil yaptıkları iş, hayal
satıyorlar, hikaye konuşuyorlar. Siyasi erkin müdahaleleriyle yaşıyor,
bürokrasiyi biliyorlar, pragmatikler. Benim için arada kalan kişilikler hep
ilginçtir.
Yeşilçam
Filmleri: Yeşilçam filmleri çok ucuza
üretilirdi, 15 bin dolara film yaptığınızı ve insanları etkilediğinizi düşünün.
1o günde bir film çekiyorlar. Beni etkileyen şey enerji ve iştahları, her ne
olursa olsun devam etmeleri, çalışmayı alışkanlıkla şevkle sürdürmeleri…Başka
çareleri yok, geçinmek zorundalar ama tuhaf da bir romantizmle bunu pek
akıllarına getirmiyorlar. Hikayelerle yaşayan, hikayeler anlatan ve konuşan
birileri bana sempatik geliyor. Bir kardeşlik hissi benimkisi…
Bugün ne
eksik?: Nostaljik bir soru ve ben bu
tür sorularda iyi değilim. Geçmişin daha iyi ve bugünün daha kötü olduğuna dair
bir inancım yok.
1960’lar: Karayolları gelişince filmler eş zamanlı olarak
her şehre gidebilir oluyor. Kopya sayısı artıyor ve filmlerden daha fazla para
kazanılıyor. Seyirci artıyor. Bu filme daha fazla para harcanabilir hale
geliyor demek. Hepsi birbirine bağlı aslında. Yeni ve genç bir seyirci geliyor.
Yeni oyuncular çıkıyor. Düşünün hepsi yirmili yaşlarda onlarca genç erkek ve
kadın oyuncu sinemaya başlıyor. Daha iyi senaryo yazdırılıyor. Edebiyat
uyarlamaları başlıyor, sinema sektörüne edebiyatçılar giriyor. Edebiyatçıların
entelektüel eğilimleri ve muhaliflikleri hikayeleri dönüştürüp derinleştiriyor.
1964: Biz hikayeyi tasarlarken yerel ve global popüler
kültürün bir kesişimi olsun istedik. Yeşilçam, bir Hollywood taklidi aslında…
Hollywood, dünyanın her kültürüne sızan, hayranlık ve endişe yaratan bir
“medium”… Film çekmeyi o filmlere bakıp öğreniyorlar. Bu sadece Türkiye, Mısır
veya Hindistan için değil… Almanya, İsveç ve hatta İngiltere için geçerli…
1964’te siyasi bir gerilim oluyor ve Rumlar, Türkiye’den Yunanistan’a göçe
zorlanıyor, çünkü o yıllarda Kıbrıs’ta Türklerle Yunanlılar arasında çatışmalar
yaşanıyor. Geçmişte de 1955’te Müslüman olmayan azınlıklara yönelik bir linç ve
yağma girişimi olmuştu. Hatta devlet eliyle organize edildiği için 1960’ta o
dönemin bürokratları yargılanmış ve ceza almıştı. Bu tarihi enformasyonu
yabancı izleyiciler bilemezler. Semih Ateş karakteri geçmişiyle yüzleşen,
geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyan biri…1955’teki faillerden biri olduğunu
biliyor. Nedamet getiriyor, yüzleşiyor ama bu her zaman yetmez. Biz bir insan
hikayesi anlatıyoruz. Global seyirci onun hikayesini, Yeşilçam’ın neşeli
vitirini ile alacakaranlık arka odalarını, entrikacı dünyasını izleyecek.
Semih Ateş için
kimden ilham aldınız? Özel olarak
birisi yok elbette. Kaçınılmaz olarak ilham alırsınız, okuduklarınız,
seyrettikleriniz ve tanıdıklarınız size ilham verir. Sahici bir kahraman,
trajiktir, vicdanı sızlar ve hatalarıyla baş etmeye çalışır. Ben geçmişiyle ve
hatalarıyla, ailesiyle, kişisel tarihiyle yüzleşen, iyi olmaya ve iyi kalmaya
çalışan insanları severim. Hepimiz hayat karşısında yaralıyız. Mağdur da
oluyoruz, fail de… Şöyle düşünün, bunun için dine ve dindarlığa sığınmak
gerekmiyor, Din’den önce vicdan vardı. Kendimizi birinin yerine koyarak
düşünürsek, nasıl desem “utanırsak iyileşiyoruz.”
Çağatay'ın
oynayacağını biliyor muydunuz? Hayır
bilmiyordum, ben İstanbul’da yaşamıyorum, genel olarak piyasanın dışında
kalmaya çalışan biriyim. Kimseyi tanımıyorum desem yanlış olmaz. Biz ikinci
sezonun yazımını bitirdikten sonra belli oldu Çağatay’ın oynayacağı. Genel
olarak izlenimim işini seven biri olduğu… Bir hayali var, elindekiyle
yetinmeyecek, daha iyisini arayacak bir oyuncu olduğunu gösteriyor. İştahlı ve çalışkan, odaklanıyor… Bunlar
önemli. Doğrudan konuşmadım, itiraf etmem gerekirse çok gerekmedikçe
oyuncularla birebir diyaloğa girmeyi tercih etmem. Bu proje özelinde yapım
ekibiyle, Çağan ile (Irmak) ile çalıştık. Ne yapmak istediğimizi, neyi nerden
ilham aldığımızı uzun uzun kanalla yapım şirketiyle konuştuğumu düşünüyorum.
Bunlar oyunculara aktarılıyor. Kolektif bir iş yapıyoruz. Çağatay’ın senaryoyu
sevdiğini ve oynamak istediğini biliyordum, bana da fikrimi sormuşlardı.
Başarılı olduğuna, role hakkını verdiğine inanıyorum. (…) Şaşırmadım,
beğendim. Bana çekimlerle ilgili video kayıtlar yolladılar. Tek tek bazı sahne
performanslarına baktım. Setten komik bir hikaye anlatamam, çünkü sadece bir
kez, ilk sezonun son çekim gününde gittim. Hem pandemi var hem de ben
senaristim, işimi aylar önce bitirmişim, herkes sette koştururken turist gibi
oralarda dolanmayı sevmiyorum.
Karakterler: Senaryoda görünen her karakterin edebi ve insani
bir derinliği olmasını isterim. Sadece güzel kız ile yakışıklı erkeğe baktırmak
hoşuma gitmez ya da seyirciyi finale taşıyan tek etkiye yoğunlaşmayı sevmem.
Yeşilçam’ın bir anlatı olarak neşeli, aydınlık ve cıvıl cıvıl görünürken
dünyaya, kapitalizme, erkeklere, sertliğe, horgörüye muhalefet etmesini hayal
ettim.
Dün ve
bugün: Yeşilçam filmleri genel olarak
basittir, apolitiktir, aşklar genellikle aseksüeldir, e bugün böyle hikaye
anlatamazsınız. Her şeyden önce geçmişle kıyaslıyorsak, eskiden sadece erkekler
vardı üretici olarak… Bugün ise kanal ve platform yöneticileri kadınlardan
oluşuyor. Daha fazla kadın muhalefeti var. Para kısmı için ne söyleyebilirim,
kapitalizmden uzak yaşamaya çalışan biri olarak bana pek bir şey değişmedi gibi
geliyor…
Yabancı
fanlar için not: Semih’in Beatles için “tutmaz
bunlar” yorumu ilgilerini çekebilir. Diğer yandan Türkiye’de bir tartışma oldu,
ona aktarabilirim. İnsanlar genellikle günü yaşadıklarından, yaşadıkları zamana bakarak geçmiş hakkında
iddialı sözler edebiliyorlar. İlk bölümdeki danseden kızlara inanmadılar
örneğin, abartıyorlar, yoktu böyle bir şey filan dediler. Yeşilçam öyle değildi
filan diye kestirip atabildiler. Oysa o yılların dergi ve gazetelerini
inceleseler, İstanbul’da hemen her gece mekanında striptiz ve revü kızları var.
Ben 1964 yılında Türkiye’de üretilmiş filmlerin yüzde seksenini bu diziye
başlamadan önce seyrettim, bu filmler de bulanabiliyor, herkes seyredebiliyor…
sahiden baksalar, az anlatmış diyecekler… Mesele öyleydi veya öyle değildi
meselesi de olamaz, yanılıyor muyum sorusunu akıllarına getirmiyorlar.
Türkiye’de
üretilen diziler: Tatsız bir cevap
olacak. Benim kendi gündemim var, her gün bir film ya da iki dizi bölümü
seyretmeye çalışıyorum ama bizde üretilen dizileri takip ediyorum diyemem.
Bozkır’ın yaratıcısı benim, Alef’i de Blutv’den rica ettikleri için seyrettim.
Diğerlerini hiç seyretmedim, çok bilmiyorum yani. Ağır bir iş yapıyorum, aileme
vakit ayırmam daha doğru olur gibi geliyor. Televizyona en son 2019’da bir iş
yaptım. Artık yapmak istemiyorum. Dijital platformlara daha derinlikli
hikayeler anlatabilirim gibi geliyor. Şu an Netflix’e üç film yazıyorum,
ikisinin hikayeleri bitti, üçüncüsü bitmek üzere… O iş nereye varacak onu
göreceğim. Yani ancak kendi deneyimlerimi anlatabilirim. Geniş ölçekli bir
fikrim yok.
Yerellik ve
global ölçütler: Bu çok tarif
edilebilir bir şey değil. Nerde güçlü ve zayıf olduğunuzu bilmeniz gerekiyor.
İyi hikaye ve iyi karakterse ilgi çekebiliyorsunuz. Globali hesap ederek
yazılmaz ama yine de hesap edersiniz. Çünkü bizim işlerimiz yurt dışına
satılıyor. Ben senaryoda dil oyunları ve şiveler yazıyorum. Örneğin İzzet’in
siyasi konuşmaları Türk olmayan biri tarafından çok da anlaşılmayabilir. Bir
sertlik kalır ama sözcük tercihleri o denli dikkat çekmez. Aslında her şeyi en
başta yazmadan önce tasarlamak zorundasınız. Netflix’e iş yaparken başka bir
kıstas kurdum örneğin. Günümüzde geçen hikayeler bunlar. Los Angeles’tan
birileri yazdığınıza yorum yapıyor, sizi yönlendiriyor… Yani en baştan dahil
olabiliyorlar, biliyorsunuz daha tasarıyken hikayeler satılabiliyor ve
içerikler ona göre şekillenebiliyor. Ben de öğreniyorum. Bir hikayemin global
satışının yüksek olacağına inandılar, nasıl gelişecek göreceğim.
Yeşilçam ve
Popüler kültür: Popüler kültür, hep
birine, bilinen bir örneğe benzetilerek ilerler. Bizim aklımızda bir jelibon
(Jelly Bean) şekeri görünümü vardı, aynen öyle parlak ve tatlı görünmeliydik
ama seyircinin dişini sızlatmalıydık. Yeşilçam, Türkiye’de çok bilinen ve
herkesin üzerine bir şey söyleyebileceği bir mecra… Riskli gibi duruyordu.
Nostaljiyle bakılıyordu. Biz bunlardan faydalanıp sert ve rahatsız edici bir
başka resim göstermek istedik.
Kimim ben? : On iki yıl üniversitede çalıştım, o arada
popüler kültür, mizah ve çizgi romanla ilgili akademik kitaplar yazdım. Sonra
istifa ederek büyük bir yayınevinde editörlük, Türkçe edebiyatla ilgili
yayın yönetmenliği yaptım. O arada grafik romanlarım oldu. Senaryo teklifleri
geliyordu, aşağı yukarı aralıklarla da olsa on bir yıldır, senaryo yazıyorum.
Son üç yıldır ise sadece senaristlik yapıyorum, diğer işlerimi bıraktım.
Ankara’dan
İstanbul yazmak: Daha zor diyemem,
profesyonelseniz dersinize çalışacaksınız…
Gelecek ve Yeşilçam’dan
bir zombi çıkar mı? : Netflix gibi
global dijital platformlar yerel sinemalarının geleceğini belirleyecek, ne
olacak göremiyorum ama her ne olursa olsun Yeşilçam’ı dirilteceğini
sanmıyorum, o tarihsel bir evreydi, geçti
gitti aslında. O sebeple nostaljisi yapılıyor, yaşamıyor çünkü.
Pandemi,
dijital anlatılar ve yine gelecek: Gerçekten
bunun cevabını bilmiyorum, bence kimse bilmiyor. Hep birlikte yaşıyoruz. Global
platformlarla iş yaptıkça bir fikrim olacak. Sözleşmelerim bittiğinde yani
ancak bir buçuk yıl sonra deneyimlerimi paylaşarak bir şeyler söyleyebilirim.
Görünen o ki, global bir ortağınız yoksa yerel kalıyorsunuz. Global ortağınızın
da bambaşka bir gündemi oluyor.
Türk
dizileri neden ilgi görüyor: Size
şöyle bir şey anlatayım, Koreliler Türkiye’deki sinema salonlarını satın
aldılar, burada yatırımlar yapıyorlar. Benimle kimi Kore filmlerinin
uyarlamasını yapmakla ilgili görüşmüşlerdi. Yazım tarzımın Kore hikayelerine
benzediğini düşünüyorlardı. Şaşırmıştım. Hep aklımdadır, bir şey yazıyorsunuz
ve o iş sizden çıkıyor, hiç ummadığınız biçimde yorumlanabiliyorsunuz. Kore
filmlerini seyretmez değilim ama bir takipçisi, hayranı ya da uzmanı değilim.
Yılda on tane izlemem belki. Bunu niye anlattım. Global seyircinin tam olarak
neyi sevdiğini ölçemeyiz. Yakışıklı bir erkek oyuncu, güçlü bir kadın karakter,
entrikalı bir hikaye, görsel aura, tempolu bir müzik… Çok etken var.
Kendilerine yakın bulmasalar ilgi göstermezler. Latinler, Araplar, Slavlar
neyimize sempati diyorlar, bunun cevabı ancak orada seyircilerle yapılacak
alımlama (reception) çalışmalarıyla ortaya çıkabilir.
Yabancı fanlara
son söz: Merak etmesinler, Semih Ateş
“bir film yapar, hastaları iyileştirir”
Söyleşiyi, North America Ten ile yaptık. Soruları çıkarıp küçük bir revizyon yaptım. Meraklısı linkten ayrıca bakabilir.
Mr. Cantek,
YanıtlaSilI love your simplified version just as much. May the brilliance of your mind and thoughts make a lasting impact through your art. I work closely with Netflix for their Turkish originals as well. We will be happy to review and write about your movies once they are streaming. Good luck with everything!
-Maheen
Thanks, I hope so, I'd write one movie and all the patients would recover :))
YanıtlaSilInshallah! I do see the arts as one of the most beautiful healing forces and kudos to the gifted souls who bring the best of it to us:)
YanıtlaSilMerhaba Levent Bey. Ben Ilgin Yorulmaz. Gazeteciyim ve Tokyo’dan BBC Turkce ve diger Turkce/Ingilizce dijital yayinlar icin haberler yapiyorum. Sizinle Japon Nikkei icin hazirladigim bir yazi icin bir-iki soru sorabilir miyim? Emailinizi iy2161@columbia.edu’ya yollarsaniz cok sevinirim.
YanıtlaSilSevgiler,
Ilgin
Not. Subat’ta Vogue Turkiye’de cikan ve TEN icin Ingilizce’ye uyarladigim bir yazimi da sizinle paylasayim: https://www.northamericaten.com/turkish-dramas-why-are-they-so-good/